Bu “derin” işaretin açık ilânını da Adalet Bakanı Cemil Çiçek ve İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu, kamuoyuna her fırsatta çıtlatmışlardı. Sakın bu işaret, diğer çete bozuntusu kişilere yönelik yapılan operasyonlarla özdeşleştirilmesin. Nasıl, bir otopark, bir çek-senet çetesi vs... gibi sıradan çete üyelerini Susurluk sürecinden bu yana kamuoyunda tartışılan bazı gerçeklerle ve bazı isimlerle karıştırmamak gerekiyorsa, Sedat Peker’e yönelik operasyona da öyle göz ucuyla bakılmaması gerekiyor.
Her şey, Sedat Peker’e yönelik operasyondan yola çıkarak, bu tür operasyonları kavram kargaşalığına düşmeden “derin mi derin” anlamaktan geçiyor. Bize bu “derin” anlayışlar ilerde daha çok lazım olacak. Hatta, birkaç gün sonra... (Birkaç gün sonra Alaattin Çakıcı Türkiye’ye geliyor. Hem de, devletle hesaplaşmaya...)
Bu nedenle, bu tür örgütlenmeleri daha da yakından tanımak için genel de olsa tanımını doğru bir şekilde bir kez daha yazmakta fayda var.
Sedat Peker, neyle suçlandı, niye tutuklandı? Organize suç örgütünü kurup yönetmekten...
Peki, organize suç örgütü ne anlama geliyor?
Emniyet Genel Müdürlüğü, hazırladığı raporda organize suç örgütünü özetle şöyle anlatıyor:
“Organize suç örgütleri düzenli bir kazanç sağlarlar, ülke değerlerini kullanırlar, milli ve manevi değerleri kendilerine paravan yaparlar.
Organize suç örgütleri sosyal, siyasi ve ekonomik platformlarda yer alırlar.
Bu örgütler, organize suçlarla mücadele edenleri ve siyasi otoriteyi yozlaştırarak, güçsüz bıraktıkları sistemin sahip olduğu servetleri soyarlar.
Özellikle kanun yapıcı ve uygulayıcıları başta olmak üzere, devlet mekanizmasının, yolsuzluğa bulaştırılması organize suç örgütlerinin yöntemlerindendir.
Organize suç örgütlerinin sistem içerisindeki bu etkileri, kamu görevlileri ile sınırlı olmayıp özel sektör ve işadamlarını da kapsamaktadır.”
Yani böyle örgütler, varlıklarını sürdürebilmeleri için yargı - istihbarat - emniyet - asker - bürokrasi gibi devletin resmi kurumlarında görev yapan kişilerden, siyasetçilere, iş adamlarından, medya mensuplarına, şarkıcı, türkücü, futbolcusuna kadar kamuoyunda etkili ve ünlü kişilerle işbirliği yapmak zorundalar. “Vatan-Millet-Sakarya” edebiyatı yapmakta üstlerine yoktur. Kendilerinden başka vatanı seven başka kimse yoktur. Bu nedenle vatanı kendilerinin koruduklarını ileri sürerek her türlü yolsuzluk, yasadışı işler yapma, hukuk dışı davranma hakkına da sahip olduklarını sanırlar. Kendilerine bir ideolojik kılıf biçerler, kendilerinden olmayan ve kendilerini desteklemeyen herkesi “vatan haini” sayarlar. Şiddete çok kolay başvurabilirler. Yani bu kişiler, aynı raporda denildiği gibi, demokratik normlarının bozulmasına, toplum düzeni üzerine bina edilmiş kanun ve kuralların saygınlığının yitirilmesine neden olan suçlar işlerler.
İşte bu tür operasyonlarda yakalanan “elebaşı” konumdaki insanların o konuma nasıl ulaştığı, kimler tarafından büyütüldüğü, beslendiği, kimlerden akıl aldığı, hangi bağlantılarda kullanıldığı ve hâlâ hangi bağlantılara sahip olduğu çok önemlidir.
Bu bağlantıların ortaya çıkartılması, kazılması, işin sonuna kadar en derinliğine kadar gidilmesidir önemli olan...
Bakın, Susurluk’ta da; bir Alaattin Çakıcı olayında da ayrıntılarla çok boğuşuldu. Ama bu ayrıntılar, medyatik ve rengarenk ayrıntılar olarak kaldı, o kadar.
Kamuoyunda hâlâ “Susurluk aydınlatılmadı” düşüncesi hâkim değil mi?
Çakıcı, hâlâ meydan okumuyor mu?
Bu tür operasyonlar, bir parlayıp bir sönmüyor mu? (*)
Neden?
Çünkü bu kişilerin bağlantıları, kendilerinin aynı zamanda da yaşam garantileri ve varlıklarının da nedenidir de, ondan. Çözüldüklerinde hepsi birden deşifre olacaklarını çok iyi bilirler.
Yoksa, bu operasyona neden “Avrasya” adı verildi, sanıyorsunuz?
Yoksa, İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’nun “bu tür operasyonlarda yakalanan kişilerin serbest kaldığından” bahsetmesi sadece bir yakınma mı?
Yoksa, Adalet Bakanı Cemil Çiçek, organize suç örgYeri geldiğinde bir yargı ve güvenlik muhabiri olarak polisi sık ve sert şekilde eleştiririm. Yalan yok. Ama son gelişmelerde, bir Alaattin Çakıcı, bir Sedat Peker operasyonlarında polisin büyük başarı gösterdiğine inanıyorum. Her şeyin hukuka uygun yapıldığını biliyorum. Sedat Peker operasyonu 11 ay boyunca sürdürülen bir operasyondu. Peker’in tutuklanmasına neden olan 20 dosya çok özel, çok titiz bir şekilde ve operasyonu yöneten Ankara ve İstanbul Cumhuriyet savcılarının gözetiminde koordineli bir şekilde hazırlandı. Ancak, Peker Operasyonu’nda olduğu gibi bir Alaattin Çakıcı’nın, bir Haluk Kırcı’nın, bir Söylemezler Çetesi’nin üç yöneticisinin önce serbest kalması sonra yine aranması tartışmaları da beraberinde getirdi. Gerek Adalet gerekse İçişleri Bakanlığı’nda, “Bu tür örgütlerle mücadele için AB ülkelerinde ve gelişmiş ülkelerde olduğu gibi bir ‘Federal’ yetkilerle donatılmış yeni bir yapılanmanın artık kaçınılmaz olduğu” görüşü hâkim durumda. Üst düzey yetkililer, Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in dediği gibi “bir birliğin sağlanmasının” artık zorunlu olduğunu, bu tür mücadeleler için polisin ve yargının daha steril olması gerektiğini söylüyorlar. Elbette, bu insanların önerisi bir an önce dinlenmeli, kulak verilmeli.
Unutmayalım... Bu operasyonları yapan ve bu tür olayları ortaya çıkartan yine polis, yine yargı. Eğer bu öneriler dinlenmezse; kendilerini polisin, yargının yerine koyan, hatta kendini “devlet” sanan bu örgütlerden, bu kişilerden yakamızı hiçbir zaman kurtaramayız. ütleriyle mücadele için “İstiklâl savaşı gibi topyekûn savaş gerektiğini” boşuna mı söyledi?
bende bu ülke için canımı dişime takıp calısıyorum ve kanımın son damlasını vermeye hazırım bunlara kalmaz bu memleket
bende bu vatan icin canımı seveseve veririm nerde olsa vazifeye hazırım vatanım icin canda veririm canda alırım vatansa olsun istikbarat ve mit te calışmak isterim