26
Nisan
2024
Cuma
ANASAYFA

Son Yüzyılın Türk Mimarlık Sanatına Genel Bir Bakış (IX)


Dördüncü çeyrek yüzyıl:

Son çeyrek yüzyılın başında gelişen ideolojik kamplaşmalar içinde 1980 askerî darbesi geldi. Yönetime hakim olan Cunta, terörün önünü aldı ama Türkiye, özgürlüğünü yitirdiği bu darbeden sonra yeniden demokrasiye dönüş çabalarını ve bu arada yapılan müdahalelerin sancılarını günümüze kadar çekti ve de çekiyor.

Mimarlar Odası da bu darbeden kendine düşen payı aldı, çalışmalar bir süre durdu. Oda eski gücünü kaybetti. Anavatan iktidarı ile kısmen de olsa sivil yönetime geçtikten sonra imar ve belediye yasalarında köklü değişikliklere gidildi. Yerel yönetimlerin yetki ve gelirleri arttırıldı. İmar ve İskân Bakanlığı’nın lâğvı ile yerel imar konularının Ankara’ya bağımlılığı son buldu. Ancak bilimsel, teknik ve kültürel açıdan özerkliğe hazır olmayan yerel yönetimler, imar konularında fahiş hatalar yaptılar. Genellikle imar yetkilerini politik yönde ve rant amaçlı kullandılar. Sağlıksız kentleşme, çirkin ve çürük yapılar, kent arazilerinin yağma edilmesi, hatta birilerine peşkeş çekilmesi, ormanların tahribi, su havzalarının imara açılması ve kirletilmesi gibi olaylar bu defa resmî kılıflara uydurularak uygulandı.

Bu çeyrek yüzyılda mimarlık eğitimi, yeni açılan üniversitelerle Anadolu’nun birçok kentine yayıldı. Vakıf üniversiteleri de bünyelerinde mimarlık fakülteleri açtılar. Mimar sayısı 3–5 binlerden 40 binlere kadar çıktı. Ancak, bazı kent ortamlarının öğrencinin entellektüel gelişimine kapalılığı, kitaplık, bilimsel ve sanatsal etkinliklerinin, öğretim üyelerinin sayıca yetersizliği gibi nedenlerle bu okulların dünyadaki vasat mimarlık eğitim düzeyine dahi ulaşabilmesi şimdilik hayal gibi görünüyor. Yani, yerleşke ve bina yapmakla üniversite kurulamıyor.

Sanayinin gelişmesi ile betonarme prefabrikasyon, kayar kalıp, tünel kalıp sistemleri, hazır beton sanayii, kapı – pencere – döşeme gibi standart yapı elemanları, panoramik asansör, yürüyen merdiven, klimatizasyon, elektrik, elektronik, sıhhî tesisat sistemlerindeki teknolojik gelişmelerle ofis ve konut üretiminde kalite ve verimlilik arttı, inşaat süreleri kısaldı. Çelik, alüminyum, plastik ve cam sanayinin gelişimi, binalara giydirme cephe sistemini getirdi. Böylece akıllı binalar ve gökdelenlerin inşası mümkün olabildi.

Tarihî çevre ve koruma bilincinde gelişmeler oldu. Sivil mimaride eski yapılar, ahşap konak ve yalılar tekrar değer kazandı ve restore edilmeye başlandı. Yetişen restorasyon mimarları ile bilinçli yapılan onarımlarla pek çok bina kurtarıldı.

Bu saydığımız müspet işler nasıl gerçekleşti? Kişi başına düşen ulusal gelirimizin artışı ile yükselen yaşam kalitesi, kısmen de olsa, mimar talebinde artışı, bunun sonucu olarak da mimari mekân kalitesinde yükselmeyi getirmiş oldu.

Ancak, bu gelişmeye dünya ölçeğinde bakarsak daha yolun yarısına bile gelemediğimizi görüyoruz. Gelişmiş ülkelerin ulusal gelirlerinin çok çok altında olan ülkemizde, bozuk düzen şehirciliğimizin, yetersiz alt yapılarımızın, orta şiddetli bir depremle dahi yıkılıveren, hatta durduğu yerde çöken binalarımızın düzelebilmesi, ulusal gelirimizin çok çok artışı ile doğru orantılı ve zamana bağlı olarak gerçekleşebilecektir.

Böylesine bir ortamda mimari stillerden bahsetmek biraz lüks olsa da geleceğe olan umudumuzu yitirmediğimize göre anlatalım:

1970’ler Avrupa ve Amerika’sında başlayan post modernist düşünceler mimarlıkta da yankısını buldu. Post modern mimarlık akımı, evvelce de bahsettiğim gibi, modern mimarideki yalınlığa bir reaksiyon olarak ortaya çıkmış, tarihî mirası yeniden değerlendirerek yapılara yeni bir yorum getirmeyi amaçlamıştır. Bu akım, yurdumuzdaki politik karmaşa ortamında fazla yankı bulmadı. Ancak, 10 yıllık gecikme sonunda bazı özel yapılarda uygulama alanı buldu. Bu gün de öğelerini Roma veya Grek’den alan, köksüz ve abartılı mimari projelere Ege’deki yazlık malikânelerde rastlayabiliyoruz.

Ekonomide alınan radikal kararlar ve liberalizme açılma paralelinde turizme verilen önemle otel ve tatil köyleri projelerinde dikkate değer ilerlemeler görüldü. Turizm yapılarında modern mimarinin devamı yanında post modern yapılarla beraber, bazı turizmcilerin kaprisleri ile Topkapı Sarayı, Kremlin, Artemis Mabedi taklitleri yapılarak mimarlık sanatının yozlaştırıldığına da tanık olduk.

1981’de Coşkun ve Filiz Erkal’ın kazandığı yarışma projesi, Ankara Atatürk Kültür Merkezi, Anadolu’daki antik ‘höyük’ mimarisini çağrıştıran kesik kare piramit formu ile başarılı bir yapıt olmuştur. Bu kültür kompleksini tamamlamak üzere Özgür Ecevit’in işin dünyadaki uzmanları ile işbirliği yaparak projelendirdiği sanat galerileri, oditoryum, tiyatro, opera – bale ve kongre salonlarını içeren yapılar grubu, 2001’den beri inşa edileceği günü beklemektedir. Bu iktidar döneminde inşaat ihalesi açılmadığı gibi, Ankara’daki mevcut Atatürk Kültür Merkezi’nin de İstanbul’daki AKM gibi yıktırılması gündeme gelmiş bulunmaktadır. Hükümetin Batı menşeli güzel sanatlara uzaklığı, hatta cephe alması karşısında, ‘Merak etmeyin, yıkıp daha güzelini yapacağız’ mesajına inanmak için çok saf olmamız gerekiyor.

Yine 1982’de yapılan Ankara Millî Kütüphane, Bayındırlık Bakanlığı mimarları Orhan Akyürek, İnal Uşşaklı, Ünal Demiraslan, Demir Gökmen’in beraberce çalışmalarının değerli bir yapıtıdır.

1986 -87’nin ilginç yapıtları, Behruz Çinici’nin projelendirdiği TBMM Camisi ve TBMM Milletvekili lojmanlarıdır. Cami, İslâm dini gereklerini iyi yorumlayabilen, aynı zamanda çağdaş olabilen bir mimari yapıttır. Milletvekilleri için yapılan camide dışarıya yayın yapılmasına gerek bulunmadığı için, minare de yoktur. Namazın saf halinde kılınmasına olanak veren planı, cam mihrap yönü, yeşil ve suyun bilinçli kullanımı ile iç mekânda Tanrıya ulaşabilirsiniz. Keza, TBMM lojmanları, geleneksel sıra evleri, mimarimizdeki çıkmaları ve saçakları en güzel şekilde kullanan bir mimariyi sergilemektedir. Ne yazık ki, mimariyi rant emellerini gerçekleştiren bir meslek gibi algılayan iktidar, mimari miras olması gereken lojmanları yıkarak yerlerine maksimum gelir getirecek yapılar yapmak üzere harekete geçmiş bulunuyor.

Bu arada, dinî mimarimizde, cami yapıları için iktidara yandaş belediyelerin gayreti ile prestijli arsaların tahsis edilmesine rağmen, Osmanlı’nın tekrarı diyemeyeceğimiz –ki Osmanlı’nın tekrarı dersek Osmanlı’ya hakaret olur- kadar kötü kopyaların ve vasıfsız inşai detayların yapımı ile orantısız kitle ve minarelerin yer aldığı cami inşaatları sürdürülüyor.

Mimarimizde yerel mimari arayışlarının en başarılı örneklerini Merih Karaaslan vermiştir. 1991’de düzenlediği Şanlıurfa Balıklıgöl çevre düzeni ve çevre yapıları, Güney Doğu mimarisini, 1996’da inşa edilen Nevşehir’deki Peri Tower Oteli Kapadokya yöresini en iyi yorumlayan yapıtlarındandır.

İstanbul’da Boğaz köprülerinin getirdiği rantla, kentin kuzey yönünde gelişme göstermesi sonucu imar planında merkezî iş alanı (MİA) olarak seçilen Zincirlikuyu – Levent – Maslak üçgeninde gökdelenler yükseldi. Bazı büyük ticarî şirket ve sınaî kuruluşlarımız, gökdelen projelerini yabancı mimarlara yaptırma yarışı içine girdiler. Ancak seçtikleri yabancı mimarlar önemli yapıtları bulunan büyük mimarlar değil. Çünkü önemli mimarlar, neredeyse inşaat maliyetine yakın ücret alırlar. Örneğin Tekfen gökdeleni gibi yapılar, ABD’nin çoğulcu stilini uygulayan ‘pop mimarlık’ kültürünü yansıtan projeler. Türk mimarlarının Metro City, Kanyon gibi gökdelenleri ise onlardan aşağı değil, hatta artı değerleri olan projeler.

Büyükdere Caddesi üzerinde sıralanan büyük çarşılar, en prestijli malları ve dünya modasını sergiliyor. Bu çevre, son yıllarda İstanbul’un en değerli mülkleri arasına girmesi ile getirisi de çok fazla olmalı ki, yeni çarşı, ofis ve rezidans inşaatları devam ediyor. Ancak mevcut çarşılar ve gökdelenler, şimdiden trafiği kilitlemiş durumda. Diğer gökdelenler bittiği zaman acaba yetersiz alt yapının ne hale gelecek, bilmiyorum.

İstanbul’da ilk dünya markalarına açılan çarşı, Ataköy’deki Galleria olmuştu. Çarşı, merkeze uzaklığı ve de varoşlara yakınlığından kaynaklanan alt ve orta sınıf ziyaretçi profili ile üst sınıf müşteriyi kendine çekemedi. Mimar Fatin Uran yapıtı, Etiler, Akmerkez ise kendinden sonra yapılan bunca lüks çarşılara rağmen prestijini muhafaza ediyor.

Son yılların en dikkate değer olayı, lüks konut inşaatlarında yaşanan patlamadır. Rezidans olarak nitelenen bu konut sitelerinde modern teknoloji ürünü malzeme ve sistemler uygulanıyor. Konut müteahhitleri, birbirleri ile rekabet içinde, genç mimarlara ne kadar fantastik proje yaptırırlarsa o kadar kolay satabileceklerinin inancı içinde, renkli site perspektifleri ile gazetelere tam sayfa reklâmlar veriyorlar. İnşa edilen lüks ve akıllı binalar, büyük bedeller ödeyebilen bir müşteri profilinin varlığına işaret ediyor. Diğer yandan ucuz toplu konut projeleri de hızla inşa ediliyor ve dar ve orta gelirli sınıflara uzun vadeli kredilerle arz ediliyor. ‘Mortgage’ yasası ise, sosyal bir proje değil, ticarî bir projedir. Onun için, dar gelirli sınıflara fazla bir faydası yok. Böylece yurdumuzdaki gelir dağılımı adaletsizliğini, konut mimarileri ile de belirlemiş oluyoruz.

21. yüzyıl başları:

Batı ülkelerinin son yıllardaki mimari akımı olan ‘dekonstrüktivizm’ veya ‘ekpresyonist postmodern’ yapılar, henüz yurdumuzda uygulama alanı bulamadı. Çünkü bu tip yapılar, büyük sermaye yatırımları ile yapılan kütüphane, opera binaları, konser salonları (oditoryumlar), plazalar, ibadet yapıları gibi umumi binalarda uygulanan ve de en önemlisi, bir üstat mimarın başarabileceği yapılardır.

21. yüzyılın getirdiği ‘küreselleşme’ olgusu içinde yurt dışındaki Türk doktorları, Türk profesörleri, Türk girişimcileri başarı gösterir, Türk mimarları önemli projeleri gerçekleştirirken, Türkiye’de yabancı doktor, girişimci, mimar düşmanlığı yapmak, biraz da çifte standart olmuyor mu? Çünkü bu yüzyılın başarı ölçüsü yurt çapında değil, dünya çapında geçerli, evrensel kriterlerle olacaktır.

İstanbul’da, Ken Young, Kengo Kuma, MVRDV Grubu Küçükçekmece’nin; Kisho Kurokawa, Massimiliano Fuksas, Zaha Hadid Kartal’ın, İstanbul’un bu iki uç noktasının 21. yüzyıl uygarlığına yakışır bir mimari ile kentleşmesi için yaptıkları öneriler, bizler için bir ders niteliğinde olmuştur.

Bundan sonraki yazımda Türkiye’deki mimarlık sorunlarına değinecek, bazı genel değerlendirmeler yapmaya çalışacağım.

Yayın Tarihi : 25 Mayıs 2007 Cuma 12:35:38


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?