16
Haziran
2025
Pazertesi
POLİS/ADLİYE

TÜRK SAĞI VE ERGENEKON

Bütün günah derin devletin mi? Ortada derin devletle bir olup katliam yapmış milliyetçi-muhafazakârlık, Sünni otoriterlik, güce yanaşan bir tür İslamcılık yok mu?

Türk sağının çok sevdiği bir açıklama kalıbı var: Sünnî Türk olmayıp üstüne bir de milli ve manevi değerlerle rabıtası zayıf, yani milliyetçi-muhafazakâr çevrenin dışında kalan, bir biçimde bu çoğunluğa dahil ol(a)mayan “yaban”dır, “kökü dışarıda”dır, “yerli” ve “bu topraklar”ın has çocuğu değildir. Her güzelliği, her iyiliği “bu topraklar”ın hanesine yazanların başka hangi toprakları bildiği, niye başka topraklardaki insanların “bu topraklar”ın insanları kadar değer üret(e)mediği konusunda doyurucu bir açıklamaları yoktur ve sadece buna inanılması, kabul edilmesi talep olunur. Bu tehlikeli haletiruhiyeyi “Sen ne güzelsin Anadolu!”, “Anadolumania”, “bu topraklar”cılık ya da “yerlilik”, “biz kimseye benzemeyiz”cilik takıntısı şeklinde sınıflandırabiliriz.
Türk sağı sadece insanları değil ideolojileri, siyasal ve toplumsal vakaları da bu prizmada kırarak tasnif eder aslında. Peki sadece Türk sağına has bir tutum mu bu? Maalesef değil: Solun hatırı sayılır kısmının özünde milliyetçilikle malul olduğunu biliyoruz. Öyle ki “yurtseverlik” ve “bağımsızlık” gibi kavramların hiç sorgulamaksızın yüceltildiği, her derde deva “emperyalizm” maymuncuğuyla dünyanın açıklandığı ve en nihayetinde “Türkün necaseti bile mis gibi kokar!” zihniyetinin değirmenine su taşındığı yerde Türk sağına kızılabilir mi?

Yabanlar
Şimdilik solun sağcılaşması meselesini bir kenara bırakıp bunca lafı etme vesileme geçeyim: İstanbul’daki sel haberini “Taşan Derede Dalan Parmağı” başlığıyla veren ve derelerin taşmasında da Ergenekon’u işaret eden Vakit gazetesinin 10 Eylül 2009 tarihli manşet haberi! Haber birazdan konuşacağımız bu zihniyetin arsızlığının zirvesi olduğu için önemli ama önce bir tespit: Ergenekon soruşturması ulusalcı cenah ve yazık ki solun bir kısmını da yedeklemiş bulunan cephenin karartma, akamete uğratma çabalarına karşın derinleşerek devam etmesi gereken hayati bir dava. Bu davanın Türkiye’nin demokratikleşmesi, karanlık ve otoriter milliyetçi siyasal kültürümüzün altının oyulması, askeri vesayetin budanması ve insanların asit kuyularında kaybedilmesinin önüne geçilebilmesi için takipçisi olunmalı. Velakin Ergenekon soruşturmasını karartma ve sulandırma çabaları sadece ulusalcı cepheden gelmiyor. Yazının girişinde andığım milliyetçi-muhafazakâr ve dahi İslamcı kimi çevrelerin oportünizmi ve riyakârlığı da Ergenekon soruşturmasının sıhhati cihetinden ciddi tehlike arz ediyor.

Nasıl mı?
Öncelikle bu milliyetçi-muhafazakâr ve kimi İslamcı çevrelerin Ergenekon algısına odaklanalım: Bir yanda namazında niyazında, mütedeyyin, temiz ve mazlum Müslümanlar var (ki bu terkibe Türklüğü de katanlar var elbette, “Derin Anadolu”cular.) ve bu sahih, pir-u pak “yerli”lerin karşısında İslam’dan ve onun gündelik hayattaki tezahürlerinden hoşlanmayan, “bu topraklar”ın Sünni ya da Sünnileştiği, Türk ya da Türkleştiği mertebede makbul değerlerine kayıtsız, hatta bu değerleri ortadan kaldırmaya kararlı “yaban”lar bulunuyor.
Modernleşme ile beraber iktidarın “yaban”ların eline geçtiğini, “bu vatanın öz evlatları”nın parya muamelesi gördüğünü, “yaban”ların ayrıcalıklarını korumak için yapmayacakları kötülük olmadığını ileri süren bu zihniyet, iktidarı elinde tutan Kemalist blokun “bu vatanın öz evlatları”nın uyanmaması için sağ ve sol, ama özellikle illegal sol örgütler kur(dur)duğuna, yol verip yönlendirmiş olduğuna inanıyor. Neden mi? Çünkü sol da özünde “yaban”dır, “bu topraklar”da sınıflar ve sınıf savaşı olmamıştır, öyleyse sol fitnedir, bünyemize yabancıdır, bize benzememektedir, dolayısıyla kötüdür!
Aynı mantık Kürtler ve PKK bahsinde de işe koşulur: Derin devlet, Sünni ve itikat sahibi Kürtleri ezmiş, sonra kuklası Marksist ve dinsiz PKK vasıtasıyla ayaklandırmış, akabinde başlattığı savaşla kardeşi kardeşe kırdırmış ve iktidarını sürdürmüştür. Bu zihniyetin Alevilerle ilgili tavrına da bakalım: “Ali’yi sevmek Alevilikse hepimiz Aleviyiz!” tuhaflığı “Uzun etmeyin, susun oturun!”dan başka ne anlama gelir ki? Ya da “Alevilik İslam’ın içinde mi, dışında mı bir karar verin, öyle gelin karşımıza!” diye şart koşan bu zihniyet Sünnilerin dinsel yaşayışını düzenleyen zorbalığı haklı olarak eleştirirken, benzer bir antidemokratik tavrı Aleviler konusunda sergilemiş olmuyor mu? Daha da kötüsü Alevileri Sünnileştirmek ve Alevileri oldukları gibi kabul edememek anlamına gelen eşit görmeme repertuarını nereye koyacağız? Diyanete, devletin verdiği İHL rüşvetine ses etmemek neyin nesi mesela? Her neyse öyle bir dünya tasvir ediliyor ki bu zihniyetin evreninde, sanki hiç yoktan Alevi-Sünni kavgası yaratılmış ve Maraş, Çorum ve Sivas “olayları” (katliam değil, olay!) organize edilmiştir, sadece ve sadece derin yapılanma tarafından. Derin devletin, Türk derin yapılanmasının organizatörlüğüne ne şüphe ama bütün günah derin devletin mi? Ortada derin devletle bir olup katliam yapmış milliyetçi-muhafazakârlık, Sünni otoriterlik, güce yanaşan bir tür İslamcılık yok mu? Sadece ulusalcıların oyunları vardır, hiçbir musibette, canavarlıkta bu zihniyetin sahiplerinin dahli, işbirliği yoktur, olabilemez demek gerçeklikle ne kadar örtüşür? Mesela Madımak’ı ateşe verenler ve karşısına geçip seyredenler, o meydanı dolduran binlerce insan derin devletin personeli miydi? “Sivas göklerinde Sırp tayyareleri mi uçsaydı?” diyebilen vicdansızlığa sözüm yok ama sadece şu örnek dahi Türk sağının bu klişesinin dayanaksızlığını göstermiyor mu?

Ergenekon’un PKK’sı
Hasılı sürekli kaos ortamı ve gerilim yaratarak, sorun icat ederek paryaların tepesinde sefasını sürmekte olan “yaban”lar bahsi, bu karton, karikatür seviyesindeki mutlak iyiler ve mutlak kötüler ayrımını inandırıcı kılamıyor. Paryalara dair hikâyenin gerçeklikle bağlarının zayıf olduğu bir mesel bu ve beklenebileceği üzere Ergenekon davasında da karşılığını buluyor. PKK’yı Ergenekon’un kurdu(rdu)ğunu ve yönettiğini ileri sürmek, yasadışı sol örgütleri Ergenekon’un kontrol ettiğini iddia etmek, yani her “yaban” unsuru Ergenekon’un marifeti, icadı, yarattığı sorun saymanın billurlaştığı nispeten rafine örneklerden biri, Yasin Aktay’ın 6 Eylül 2008 tarihli Yeni Şafak’ta yazdığı şu satırlar: “Şimdiye kadar yaşadıklarımız şunu çok açık bir biçimde göstermiştir artık. PKK terörü adına yapılan eylemler PKK’nın kendi başına varlığı olan bir örgüt olmadığını yeterince göstermiştir. Aksine hep başka odakların siyaseti için anlamlı olabilecek şeyler yapan, Diyarbakır veya Van halkıyla da hiçbir ilişkisi olmayan profesyonel bir firma söz konusudur.” Ya da İbrahim Kiras’ın 8 Ağustos 2009 tarihli Star gazetesindeki şu satırlarına bakalım: “PKK’nın ortaya çıkıp hızla gelişmesi hep bir kuşku odağıydı zaten. Ergenekon dolayısıyla ortaya çıkan tablo bu konuda da aydınlatıcı oldu. Artık PKK’nın devletin kimi birimleri tarafından özel bir amaçla kurdurulduğuna ve Öcalan’ın süreç boyunca kullanılmış olduğuna dair kesin bir kanaat oluşmuş durumda.”
Yani? Yani, PKK “din kardeşimiz” Kürtlerin temsilcisi değildir, Ergenekon’un kurdu(rdu)ğu, desteklediği ve kullandığı bir örgüttür, “yerli”lerin uyanmaması için sürdürülen bu savaşta piyondur sadece! 1984’ten beri silahlı mücadele yürüten, binlerce mensubu dağlarda gezen, arkasındaki toplumsal desteği hemen herkesin teslim edeceği bir toplumsal vakıa için kötü komplo teorilerine itibar etmek bir zamanlar İslamcılar için anlatılan hikâyeyi getiriyor akıllara.
PKK-Ergenekon ya da Ergenekon-sol örgütler ilişkisine dair anlatılanlar ile “güzel dinimiz”i kullanan ve başkalarının piyonu olan İslamcılar meselinin benzerliğinden söz ediyorum. İslamcılar Amerika’nın yeşil kuşak projesinin ürünü, Suudilerin beslemesidir klişesini hatırlayalım, ki yine maalesef sol da pek sever bu izâhatı ve zirvesini Uğur Mumcu’nun çalışmalarında bulan İslamcılara dair o efsane İslam’ın bu toplumda karşılığı olmadığına, İslamcıların toplumun hatırı sayılır bir kısmının kendine yakın bulduğu, benzediği kimseler olmadığına inanmamızı talep eder. Böylece İslamcıların toplumdan aldıkları destek, gördükleri teveccüh de Amerika’nın oyunu, “dış mihraklar”ın operasyonu ve “bu topraklar”a yaban bir şeylerin bünyemize zerk edilmeye çalışılması derekesine iner. Şimdi bu hikâyenin aynısını, sadece terimleri değişmiş, konjonktüre uyarlanmış haliyle bir de Türk sağından dinliyoruz! Yani sağıyla soluyla, ulusalcısıyla muhafazakârıyla bıkmadan usanmadan aynı hikâyeyi anlatan, nesnesine rikkat ve ferasetle bakamayan, komplo teorilerinden zihni bulanmış adamların masallarını dinliyoruz: İslamcılar ABD ürünü, PKK Ergenekon’un imâlatı, ulusalcılık “yaban”ların işi vs... Herkesin bir diğerini bir biçimde yerli olmamakla, buralı olmamakla, köksüzlükle suçladığı tuhaf bir oyun! Ergenekon vesilesiyle bunu bir kez daha gördük ve davanın sağlığı açısından sadece ulusalcı salvolara değil, betimlemeye çalıştığım bu milliyetçi-muhafazakâr fırsatçılığa karşı da uyanık olmak zorundayız.

KAYA AKYILDIZ*: Binghamton Üni.
 

RADİKAL 2
Yayın Tarihi : 5 Ekim 2009 Pazartesi 18:06:25


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?