20
Mayıs
2024
Pazertesi
ANASAYFA

FAŞİZM ÜZERİNE (I)

Faşizm, kelime kökeni bakımından Latincedir. Fakat Roma faşizmine gelinceye kadar, temelleri aynı kalmakla birlikte değişikliklere uğramıştır. Peki, faşizmin temelini oluşturan düşünce neydi? Bu düşünce: Seçilmişliktir ki tanrı tarafından seçilmişliktir ve aynı zamanda aristokrasinin de temelini oluşturur. Mezopotamya’dan Anadolu’ya, Mısır’dan Yunanistan’a, kişiler değişir ama olaylar aynıdır nerede ise.

M.Ö. 5. bin yıldan sonra, Mezopotamya’da küçük köyler şeklindeki yerleşmeler, kentleşmeye doğru bir gelişme gösterdiler. Bu yerleşmelerin başında yönetici olarak, Çoban-Kral, Tanrı-Kral, Rahip-Kral şeklinde zamanla değişen statülerde krallar görülmüştü. Bunlar, üretim ve ticareti denetleyerek, sosyal ve ekonomik hayatı düzenlerken, tüm bu düzenlemelerin de dine ve tanrıların buyruklarına uygun olmasını da gözetmiş oluyorlardı. Böylece, ilk çağların sınıfsız (nispeten) daha yakın toplumsal yapısı yerine sınıflı ve hiyerarşik bir toplum düzenine yavaş yavaş geçilmekte idi. En belirgin örnek olarak, Sümer taş tabletlerinde okunmuş metinlerde, Tanrıça İnanna (İştar-Afrodit-Venüs-Aşk ve bereket) kendine eş olarak Dumuzi’yi (Kitabı Mukaddes’in Temmuz’u.*) seçer ve böylece Krallık tanrı(ça) tarafından kutsanarak verilmiş bir yönetim hakkı olur. Kral bu kutsal evlilik ile tanrısallaşır. 

  Tanrı Tarhundas-Kral Varpalavas



Bu süreçte, tarım zanaat ve ticaretten elde edilen gelirlerin saklanıp değerlendirildiği merkezler olarak büyük tapınaklar ortaya çıkar. Tanrı-Kral (Rahip-Kral) tarafından konulan yasaların ekonomik ve sosyal alanda tam olarak ve kesin itaatle uygulanması ile şehirler zenginleşmeye başlar. Bu da şehirlerin birbirleri ile rekabetini, zaman zaman ise çatışmalarını getirir. Bu arada göçebe topluluklarda yağma hareketleri ile bu zenginlikleri ele geçirme çabası içindedirler. Bu bağlamda vatan uğrunda savaşmak, bu uğurda ölmek kutsallığı da yaşamdaki yerini almış oldu. Dinsel olarak da bu mücadelelerin yasal savunma ortamına kavuşması tanrıların diğer şehir ve toplulukları alt sınıf ya da barbar olarak göstermesi şeklinde olmuştur bir bakıma. Böylece yenilen şehirlerin tanrıları da yenilmiş sayılmakta ve yenilen şehrin halkı köleleşirken tanrıları da kimi zaman yenen topluluğun tanrıları arasına karışıyordu. Kimi zaman da tamamen ortadan kaldırılıyordu.

Tüm bu ekonomik, sosyal, dini askeri işlerde Kral tabii ki tek başına uğraşmıyordu. Öncelikle bir din adamları sınıfı ve evlenmelerle ortaya çıkan soylular sınıfı da bu işlerde gittikçe görev aldılar. Madencilik ve teknik gelişmeler sonucu askeri teknik de gelişti. Sürüp giden savaş ve yağmacılara karşı mücadelede bir süre sonra düzenli ve daimi ordulara gereksinim duyuldu. Böylece asker sınıfı da yönetime katkısı ile din adamları zararına nüfuz kazanarak yönetime ortak oldu.(Din adamı sınıfı ile asker sınıfının anlaşmazlığı buradan olsa gerektir.*)Bütün bu gelişmeler içinde Krallar dinsel kişiliklerini daima korudular. Bunda efsanelerde anlatılan kutsal evliliklerle, tanrılarla kurulan bağların etkisi yadsınamaz bir gerçektir. Çünkü Kral yönetim yetkisi ile birlikte halkın uyması gereken kanunları da Tanrılardan almaktaydı. Yine ödül ve cezalar da aynı şekilde iletilmekte idi.(Bolluk, bereket, savaş, açlık, yıkım, doğal afetler.)

Gerçekten de Hitit ve Asur kaya kabartmalarında Tanrı – Kral ilişkileri sık işlenmiştir. Tanrı’nın Kral’a kimi zaman kanunları, kimi zaman da bereketi simgeleyen ürünleri verirken ya da onu kutsarken işlenmesi ve Kral’ın da sunular da bulunması kabartmalarda görülmektedir. Bu ritüeller de aslında yönetilenlere nasıl kul olunabileceğini, tanrılara itaat ve sadakatle hizmetin, onların atadığı krallara ve kanunlarına uysallıkla sadakatle itaat etmekle yerine getirileceğini, bunun da tanrıları hoşnut ederek onların insanlara ihsanlarda bulunarak mukabele edecekleri inancını aşılaması bakımından son derece önemlidir. Kanunlarda ve dinsel metinlerde de bu tanrı düzenini bozmaya kalkanların ağır cezalara çarptırılacağı belirtilerek bu bozguncu ve düşmanlar aşağılanmış, lanetlenmiştir.

Tüm antik çağ boyunca yöneticiler, temel yönetim haklarını tanrılardan aldıkları iddialarını korudular. Bunlara kanıt olarak da, mitolojik öyküleri gösterdiler ki, bu öykülere göre ataları, şu veya bu şekilde tanrılar ile akrabalık kurmuş kişiler olarak görünmekte idi. Antik Yunan şehir devletlerinde (Polis) aristokratlar, soylarını bu öykülerle tanrı ve tanrıçalara dayandırırlar. Buna en güzel örnekleri, Homeros’un (İ.Ö. 9. ya da 8. yy) İlyada ve Odysseia adlı eserinde, ayrıca Herodotos’un (İ.Ö.490–425) Tarih’inde görülmektedir. Bu eserlerde kahramanların kendilerini tanıtımında (ya da yazarlarca)soylarını sayıp dökerken tanrılara kadar dayandırmaktadırlar. Bununla da ayrıcalık ve üstünlüklerini ortaya koymuş oluyorlardı. Bütün şehir devletleri içinde Sparta’ nın bu bakımdan yeri faklıdır. Daha çok tarıma dayalı ekonomisi ile aristokrasinin değişik bir görünümü olmakla birlikte, soy olarak kendilerini diğer Yunan sitelerinin halklarından ayrı ve üstün görmeleri, bunu da askeri başarıları ile en belirgin olarak dünya tarihine yazdırmaları ile belirginleşir. Atina ise, zanaat, ticaret, sanat ve denizcilikteki üstünlüğü ile farklı bir sistem olarak Sparta ile başa baş rekabet içindedir.

Yukarıda adı geçen Herodotos’un Tarih’inde bu rekabetten de bahsedilmekte, daima birbirlerine üstünlük kabul ettirme uğraşında oldukları görülmektedir. Nitekim, Pers Savaşları sonunda Yunan iç savaşında Sparta’ nın hakimiyeti söz konusu olmuştur. Bu mücadeleler ise İskender (M.Ö.356 Makedonya–323 Babil) (Aleksander III ) in fetihlerine kadar sürmüş, sonunda bu kentler, Makedon İmparatorluğu’nun sıradan şehirlerinden olmuşlardır. 

   Büyük İskender
İskender’in tüm savaşlara son verecek en büyük savaş peşinde olduğu da söylenebilir. Zira amacının da üstünlük tartışmalarının yaşanmadığı tüm kültürlerin karışıp kaynaştığı bir Dünya İmparatorluğu kurmak olduğu, fetihlerinin ardından gösterdiği uzlaşmacı tutumu kanıt olarak belirtilmektedir. Fakat şu da bir gerçektir ki, doğuya doğru gittikçe doğu hükümdarlarının keyfi ve istibdatlı davranışlarına da rastlanmaya başladığı bir gerçek olarak ortadadır. Kendinden sonra gelen komutanlar, imparatorluğu aralarında paylaşırken, aynı zamanda uzun yıllar (Roma fethine dek)sürecek savaşlara giriştiler. Bu savaşlarda da ilginç olan amaç, bütün İmparatorluğa tek başına sahip olmaktı. Hepsinin de iddiası birbiri ile aynıydı. Miras olan devletin kendisi tarafından daha iyi yönetileceği savı olarak mücadelelerine meşruluk katma çabası şeklinde idi. İskender de diğer krallar, imparatorlar gibi daha yaşarken tanrısallığını ilan etmiş bulunmaktaydı. Mısır’ın fethinde, Amon rahibinin tapınak avlusunda İskender’i Amon’ un oğlu olarak selamlaması ve bir süre sonra ‘da Didim ‘deki kâhinin Zeus’ un oğlu olarak İskender’i selamlaması, İskender in kendisi ve adamları tarafından bu düşüncenin kabul görülmesi siyasette kişisel veya toplumsal üstünlük iddialarının zaman içinde ne kadar değiştiğini göstermesi açısından önemlidir.




*- KRAMER, Samuel Noah; Tarih Sümer de Başlar. 1999
*- ŞENEL, Alâeddin; Siyasal Düşünceler Tarihi. 1999

Gökhan Iğdır
Yayın Tarihi : 13 Şubat 2008 Çarşamba 12:26:14
Güncelleme :19 Şubat 2008 Salı 17:03:18


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
hüseyin gedik IP: 88.243.195.xxx Tarih : 13.02.2008 13:57:48

görülüyorki kral öldü yaşasın yeni kral misali çoğullu tanrılar döneminde,de seçilen kıral ve tanrı ilişkileri soydan soya intikal hanedanlık misali aile bireylerini takip etmekde kral günümüzün peygamberi konumunda tanrılar ile ilişkileri sürdürülüyor (DİNSEL VE CİNSEL MÜNASİPETLER DAHİL )kabile saldırılarına bizzat değerli hazine varlıklarına ulaşabilmek için tanrıların katıldığı bir iletişim varlığı görülüyor bu da gösteriyorki insanlar zaman içinde tanrıları kendileri görebiliyor birebir ilişki kurabiliyor DÜNYA İDNLER TARİHİNİ İÇEREN bir kitapda okumuştum zamani insanları tanrısal gücü var olduğuna inandıkları tanrıları öldürüp etlerini yerlermiş maksat tanrısal gücün bu vesile ile kendilerine geçmesini sağlamak öldürülen tanrının etini yerlerse dolayisi ile güçlerinide bünyelerine alacaklarmış buna inanıyorlarmış. oysaki varsayalım öyle olacak bu yolla tanrısal bir güce kavuşacaklar akabinde diğer kabile fertlerinin kendilerini bu neden ile öldürüp yiyebileceklerini düşünüp idrak edemiyecekkadar APTALCA BİR UYGULAMA DEĞİLMİ ? AAAHHHHH AZİA NESİN AHHHH NE BÜYÜK İNSANDIN SEN. dinler tarihini yüzeyselde olsa bir kurcalamak nekadar büyük aptalca bağnazca uygulanan din adına işlenmiş insanlık nezdinde suçların vahşetlerin tanığı konumuna düşersiniz. buda gösteriyorki insanlar ruhani dunyada bazi dinsel ilaveleri kendi yorum ve insiyatifleri ile allah böyle diyor allah böyle istiyor gibi ilaveler ile allah adına ekliyor veya allah adına kendilerini birşeyler yapmaya görevlendiriyorlar ve düşünceleri doğrultusunda bir yol belirliyor alsana bir tarikat misali !!!!düşüyorlar yollara.allah nihayeti uçuruma giden yollarını açık eylesin . her nekadar mevcud dinler birbirlerinden farklı olsalarda birleşen kaynaşan noktaları mutlaka varki hala değişik inanç içinde insanlar var . örneğin ben şimdi desemki efendim ben büyük iskendere inanıyorum insamların tanrısı olarak bu dünyada yaşamiş bir gerçek bu bizim tanrımızdı ve o şöyle giyiniyordu ben inancım gereği öyle giyinmem gerekiyor bu kıyafet ile ÜNİVERSİTEYE GİDEMEZMİYİM????? giremiyorsam neden?????? İŞTE DURUM BUKADAR AÇIK VE MAKSATLI RESMEN FAŞİST BİR İDEOLOJİNİN DİRETME VE DAYATMA CABALARI .yaşasın hürriyet yaşasın cumhurriyet. saygılarımla .hüseyin.