Antik Çağ’dan Aydınlanma Çağı’na kadar düşünürler, yönetim şekilleri, toplum düzeni ve yöneticiler ile ilgili farklı teoriler geliştirmişler ve savunmuşlardı. Geçen uzun sürede, hemen her düşünür, siyasal sistemleri doğa düzeni ile karşılaştırmış, doğanın kusursuz işleyen sistemini insanın oluşturduğu siyasal, sosyal sisteme model olarak kabul etmişlerdir. Günümüzde kimi politikacılar yaptıkları konuşmalarda doğanın uyumu ve sisteminden örnekler vermekten kendilerini alamazlar.
İdealize edilmiş bir devlet yapısı ve toplum düzeni her zaman ulaşılması gereken bir hedeftir. Yönetime talip olanlar bu hedef önündeki her şeyi yok etmek üzere topluma sözler vererek (yolsuzluk, ahlaksızlık, hırsızlık, suçlar, bazen de diğer toplumlar!) oy isterler. Bu ideale ulaşmak için farklı yöntemler deneyen insanoğlu, bir döngü içinde olmaktan kurtulamaz. Yönetim şekilleri, insanların beklentileri ve çıkarları doğrultusunda değişiklik gösterir gibi de olsa aslında aynı temelden çıkmaktadır.
Faşizm de aslında bu doğal denge ve döngü içerisinde, farklı yüzlerle hep yürürlükte kalmış bir yönetim tarzı olarak, varlığını üstelik temel düşünce olarak korumuştur. Bunu açıklamak için ulusların tarih içinde diğer uluslara ve düşünce sistemlerine karşı verdikleri mücadeleleri incelemek yeterlidir.
Tüm Orta Çağ boyunca Hıristiyan Katolik düşüncenin egemenliği ve baskısı altında ezilen Avrupalı, fırsat buldukça baş kaldırmış, ama her seferinde karşısında Engizisyon mahkemelerini bulmuştur. Kilise, bu çağ boyunca sürekli güç kazanarak öyle bir hal almıştı ki krallar Papa’nın elinden taç giymedikleri ya da onaylanmadıkça meşru sayılmazlardı. Bütün bunlara ek olarak çıkarılan cennete kabul ve günah affı kâğıtlarının para karşılığı satışı da insanlığın ne derece büyük bir tehlike karşısında bulunduğunu göstermesi açısından önemlidir.
Reform hareketleri de 15 ve 16. yy da bu akıl, mantık, vicdan ve insanlık dışı dini uygulamalara bir tepki olarak başlamıştır. Dinde reform hareketlerinin Avrupa’da önemli isimleri olarak görünen başlıca isimleri; Luther (1483–1546), Calvin (1509–1564), Münzer (1498–1525) dir.
 |
Martin Luther
|
Martin Luther, Almanya’da Protestanlık hareketinin başlatıcısı olmuştur. Bir Alman köylüsünün oğludur. Hukuk eğitimi almış olan Luther, bir süre sonra başından geçen bir olaydan dolayı din adamı olmaya karar vermişti. Bir deniz yolculuğu sırasında fırtınaya yakalanan gemide, kurtulursa keşiş olacağına söz vererek, St. Anne’dan yardım dilemiş. Kurtulunca keşiş olmuş. Bu olay, din adamı olmayan bir kişinin, din adamlarının aracılığına gerek kalmadan iman yolu ile Tanrı’ya sesini duyurabileceği fikrini kafasına yerleştirmişti. Manastır eğitimi sonunda keşiş olan Luther, üniversitede profesör olarak görev alır.
Bu arada Papalık, özellikle Almanya’da saf Hıristiyanlardan daha fazla para sağlamak için, yukarıda belirtilen af ve cennete kabul senetleri de dahil olmak üzere her türlü dini simgenin satışı ile iyiden iyiye halkı soyuyordu. Bu satışlar ve inancın ticarete bağlanması asıl Hıristiyanlığa ve bu dinin temelinde olan günahların sadece Tanrı tarafından bağışlanacağı inancına açıkça tersti. Günah affı ve bu yolla kilisenin para kazanmasına karşı akademik çalışmalar yürüten Luther, görüşlerini bazı kitaplarda formüle eder. Bunlar; Alman Ulusunun Soylularına Bir Başvuru, Kilisenin Babil Tutsaklığı, Bir Hıristiyan’ın Özgürlüğü’ dür. Bu kitaplarda günahları ancak Tanrı’nın bağışlayabileceği, bu yüzde satılan senetlerin geçersiz olduğunu, inananların kendilerinin rahipleri olduğunu savunur. Bu düşünceleri bazı Alman prens, yüksek prens ve krallarca benimsenir. Sonuçta 1520 de Papalık tarafından aforoz (Dinden çıkarılma) edilir. En büyük destekçisi ve koruyucusu, Saksonya Prensi Frederick tir. Luther onun koruyuculuğunda birkaç yılda İncil’i Almanca’ya çevirir. Bu siyasal desteğin (ki soylu ve burjuva sınıfı geniş anlamda desteklemişti.) sürmesi için görüşlerini ulusalcı bir çizgide tutarak Alman ulusçuluğunu yüceltmiştir. Sözel olarak da :’’Roma Kilisesi, yeryüzünün gelmiş geçmiş ve gelecek en büyük hırsızıdır. Biz zavallı Germenler aldatıldık. Efendi olmak için doğduk, tiranlarımızın boyunduruğu altına sokulduk. Görkemli Töton halkının Roma Piskoposunun kuklası olmaktan kurtulmasının zamanıdır.’’ şeklinde ifade bulan düşünceleri, halk ve soylular arasında geniş yankı uyandırarak taraftar bulur. Daha sonraki olaylar, halkın sadece kiliseye değil aynı zamanda soylulara karşı da mücadelesi şekline dönüşünce Luther’ in tam olarak köylünün değil, fakat yönetici sınıfın yanında olduğunu ifade etmesi ile farklı bir görünüme bürünür. Hatta köylü ayaklanmasının bastırılması için şiddetin de gerekli olduğunu savunur. Bu görünümle devrimci düşüncelerinden ödün verdiği ortaya çıkar.
 |
Jean Calvin |
Jean Calvin, Fransa Noyon’ da doğan düşünür, Paris Üniversitesinde hukuk okumuş, aristokrat ve tutucu olarak bilinen bir kişidir. Protestanlığa girerek kendince yeni bir yorum katar. Bu yorumla Protestanlığın ikinci büyük dalı Kalvencilik ortaya çıkar. Hıristiyan Dininin Öğretisi adında bir kitap yayınlar. Teoloji profesörü olan Calvin, Cenevre’de Protestanlığı yaymaya çalışır. Uğraşılarından dolayı Cenevre’den uzaklaştırılır fakat Cenevre Katolik Piskoposuna karşı girişilen başkaldırı başarılı olunca buraya geri çağırılır.1541 den ölümüne değin yirmi üç yıl kenti Protestan din adamları kurulu ile yönetir. Lakin kısa sürede yönetim onun teokratik diktatörlüğü şekline bürünür. Halkın davranışları sıkı bir dinsel disiplin altına alınır. Dans, kumar, ölçüsüz içmek yasaklanır, kitaplara sansür konur. Fahişeler ırmağa atılarak boğulur ve dinden sapanlar diri diri yakılır. Ona göre günahkâr insanın kurtuluşu Tanrı’nın lütfuna bağlıdır. Bu kurtuluşu da pek az kişi hak etmektedir. İnsana düşen, Tanrıyı yücelterek, kendini hiçlik düzeyinde küçültmesi ve Tanrı buyruklarına harfiyen uymasıdır.
Calvin, öğretisine temel olarak doğanın yaratılışı ve düzenini alır. Bu düzeni Tanrı koymuştur ve insanlarca değiştirilemez. Düzenin yasaları da Kitabı Mukaddes’tedir. İnsana düşen görev bu yasaları ve Tanrı’nın iradesini yorumlayarak düzeni koruyucu, devamını sağlayacak kurumlar kurmaktır.
Burada görüldüğü üzere siyasallaşan din tekrardan fakat farklı şekilde insanı baskı altına almaktadır ki yöneticilerin Tanrı tarafından gönderildiği inancı ile onlara karşı gelmenin Tanrıya karşı gelmek olacağını gizli ya da açık olarak ilan eder.‘’Adaletsiz ve diktatörce yönetenler de, yine Tanrı tarafından insanların günahlarından dolayı onları cezalandırılmak için görevlendirilmişlerdir’’ sözü bunu açıklar.
 |
Thomas Münzer
|
Thomas Münzer, köylü sınıfının sınırsızca sömürüldüğü bir dönemde, devrimci söylemler ile yani bir yönetim şekli ile halkın kurtuluşunun sofu dindarlıkla değil gerçek iman ve aklın ışığı ile olacağı görüşleri ile ortaya çıkmıştı. Çok genç yaşta Roma Katolik kilisesine karşı gizli bir örgüt kurmuştu. Teoloji doktoru olan Münzer, bir kadınlar manastırında görev yapmaya başlar.1522 de reform hareketinde Luther’ i de geçerek yönettiği bir kasaba kilisesinde Latinceyi tamamen kaldırmıştı. Başlattığı devrim hareketine soyluları da katmak için uğraşmış, hatta bu yönde İncil’den bölümler alarak kullandığı görülür.(Engels; Almaya’da Köylü Savaşı) Hatta daha ileri gidip, Hıristiyanlığın Katolik biçimine ve sonra kitabına da karşı çıkmaktadır. Bunun yerine koymaya çalıştığı şey de “İnsan aklı”dır.
Katolik papazları, insan aklını öte dünya cenneti ile uyutup, günah ve cehennem ile korkutarak sömürmekle suçlar ve zamanına göre çok cesurca bir devrime girişir. Fakat soylulardan gerekli desteği bulamaz sadece köylüleri ayaklandırabilir. Soylular da giderek çıkarlarına daha fazla dokunan bu hareketi zor kullanarak ve kanlı bir şekilde bastırırlar, Münzer 27 yaşında yakalanarak türlü işkencelerden sonra başı kesilerek öldürülür.
Görüldüğü üzere Yeni Çağ, ezilenlerin kısmen de olsa başkaldırması ile şekillenen ve din faşizminin yine kısmen de olsa gücünü yitirdiği bir dönemdir. Fakat Calvin ve Luther’ in reformlarında farklı olarak, tümüyle bir toplumsal değişim değil soyluların desteğinin alındığı, buna karşı köylü sınıfının üzerindeki baskının çok da hafiflemediği, bilakis yöneten sınıfa itaatin katı bir şekilde dayatıldığı, yönetimdeki ağırlığın Katolik kilisesine değil soylular tarafına kaydırıldığı bir görünümde şekillenmiştir. Dolayısı ile köylüler yararına çok da büyük bir değişiklik söz konusu değildi. Bu reformistlerin tüm çabalarının kısa ve orta vadede soylulara yaradığı ortaya çıkmaktadır. Bunu da daha sonraki yüzyılda sömürge İmparatorluklarının güçlenmesi ve soyluların otoritesinin yanında burjuvanın üst kesimindeki büyük tüccarların geldikleri alt sınıf değil soylular tarafında olmaları gösterir. İlginç olan ise, fethedilen toprakların kolonize edilmesi sürecinde asker ve din görevlilerine gereksinim duyulmuş, kolonileştirmede görev alan askerler kilise tarafından kutsanmışlar, bu yönde güdülenmişlerdir. Asırlar önce Hıristiyanlığa karşı monarşinin kaybettiği güç bu sıralarda mutlakıyetçi bir görünümle tekrar kazanılıyordu, üstelik Hıristiyanlığın yeni bir yorumu ile güçlenerek. Tanrının inananlara vaat ettiği topraklar, Tanrının fakir çocuklarının kanı ile takdis edilmiş olarak kralın ve soyluların eline geçiyor, canını bu uğurda verenlere cennet müjdeleniyordu…
Yukarıda adı geçen düşünürlerin hayatı ve fikirlerine, Alâeddin Şenel’in Siyasasal Düşünceler Tarihi adlı kitabından ulaşılmıştır. Daha geniş bilgi için başvurulabilir.
FAŞİZM ÜZERİNE (I)
FAŞİZM ÜZERİNE (II)
FAŞİZM ÜZERİNE (III)