E-mail atıyorsunuz.. Ana avrat küfrediyorsunuz..Vız gelir..
Eşkıyasın çünkü.. Köy basıp, gariban vurursun... Çoluk çocuk kesersin..
Ham hayallerini sularsın... Benim ülkemi bölmeye soyunursun... Ve ben sana eşkıya demeyeceğim ha?!
Eşkıyadan ağırını da diyeceğim ama terbiye kitabıma düşmez...
Şimdilerde ‘bacağına yersin kurşunu’ diye e-mail göndermeye başladınız..
Neredeysen.. Ne zaman istersen... Saatini söyle... İster gündüz gel, ister gece..
Ben burdayım... Korumam falan da yok ha!. Bi başımayım... Her zaman olduğumca... Silahım da yok...
Gelecek yüreğin yoksa eğer... Yerini söyle... Ben gelirim...
Bülent Ersoy karikatür olmasa!
Vuruyorlar abalıya... Kim mi abalı? Kim olacak Bülent Ersoy... Anlatılan yirmi fıkradan on tanesinin konusu... Orasını burasını kopartmaktan tutun da, bilmem neresine değin Bülent Ersoy!
Kendi cinselliğinden emin olmayanın, erkekliğinden kaygı duyanın abalısıdır Bülent. Onun için ha babam vururlar garibana... Çizgi romandır Bülent Ersoy. Ne yazık ki karikatüre dönüştürülmüştür bu ülkede! Kusur onda mıdır erkek vücuduna kadın kimliği hapsedildiği için? Eşcinselliği elinin tersiyle itip bıçak altına yattığı için ekmek parasına bile el koymadılar mı? ‘Sahnelere çıkamazsın’ demediler mi? Bunca iğrenç erkek bozuntusu aynı sahnelerde kıçını başını kıvırıp, yakası açılmadık laflar ederken Bülent’e ‘Yassah!’ demediler mi?
En son Bülent Ersoy ‘Bu ülkede eserler olsun mezarlar değil!’ dedi diye garibanı ipe çekmedikleri kalktı. Benim çok sevdiğim, kırk yılda bir de karşılaşsak birbirimize sarıldığımız dostum Tarık Akan ‘Bu sözler saçmalık’ demiş bi gazeteye göre. Tarık, zamanında sen neler için ne savaşlar verdin! Nelere göğüs gerdin! Sendeki mangal yüreği bilenlerdenim... Altı okkalı üç beş adamdan birisindir bu ülkede. Salt Bülent karikatür olduğu için söylediği lafa tekme atma. Sevgili dostum Perihan Savaş alayınızdan erkek çıktı.
Uzun lafın kısası erdemli, duruşu olan, inanç ve dünya görüşleri doğrultusunda hiçbir şeyden korkmayan o denli az aydınımız var ki... Ya da bırakıldı ki... Herkes donuna ediyor kimi gerçekleri dile getirmektense! Ve son noktayı koymak, herkesin aklındakini söylemek gariban Bülent Ersoy’a kalıyor! Yazık ki ne yazık!
SAHTEKAR CAHiT’iN CENAZESi
Bizim ‘sahtekar Cahit’ ölmüş. Aslında ölünün ardından ‘sahtekar’ diye konuşmak olmaz ama, sağlığından ona hep ‘N’aber sahtekar’ dediğimiz için dilimize pelesenk olmuş. Daha bir Avrupa mürekkebi yalamışlarımız ona ‘Trişör Cahit’ derdi. Bilirsiniz ‘Trişör’ üç kağıtçı anlamına gelir. Cahit’in dolandırmadığı adam yoktu sağlığında. Ben olsam zebanilerin yerinde dikkat ederim, Cahit orada da ‘bul karıyı al parayı’ tezgahını kurar üç beş gün sonra.
Cahit’in cenazesinde hepsi hepsi beş on kişi var yoktuk. Herkes birbirine Cahit’ten yediği kazığı ya da Cahit’in falancayı nasıl ketempereye getirdiğini anlatıyordu. Tam bu sırada Cami’nin avlusuna bir dolu insan girdi. Kadınlı erkekli. Ağlayan, saçını başını yolan, Cahit’im Cahit’im ben sensiz n’itcem şimdi diyen, üstünü başını paralayan.. Hüngür şakıra veren kendini... Hepimiz donduk kaldık. Ulan kimdi bunlar? Cahit’in ters perende attırmadığı kimse kalmamıştı ki bu dünyada, böylesine perişan olacak! Sonra avlunun köşesinde gözüm birine ilişti... Baktım Trişör Cahit’in hem ‘iş ortağı’ hem kardeşi Vahit. Çaktırmadan bi ağacın gölgesine sığındım... Biraz sonra, o üstünü başını paralayan tayfa birer ikişer Vahit’in yanına gitmeye başladı. Vahit’in elini öpen camiden ayrılıyor. Hemen Vahit’in omuzu başına dikildim:
‘N’oluyor lan Vahit?’
‘Nasıl yani?’
‘Bırak traşı dürzü! Trişör’ün ardından tek kişi ağlamazken bu bi alay adam nereden çıktı?!’
Vahit çevresine bakındı:
‘Abi çaktırma... Bunlar profesyonel yas tutucu! Ellerine yirmi kağıt sıkıştırdım, gelsin, burda ağlasın zırlasınlar diye...’
‘Neden?’
‘Abi rahmetli annemle babam öbür tarafta bu salağı bekliyordur... Şöyle ağlayanıyla zırlayanıyla uğurlandığını görürlerse mutlu olurlar be... Sevaptır yani!’
Cehennemde bir gün
Hüsamettin ölmüş. Cumburlop cehennemi boylamış. Zebaninin kaşısına oturmuş.
Zebani: Ne öyle keyfin yok?
Hüsam: Cehennemdeyim... Bi de keyifli mi olacaktık?
Zebani: Burası o kadar kötü değil ki. Hem biz burada çok eğleniriz. Sen içki içer misin?
Hüsam: Üüf hem de ne biçim!
Zebani: O zaman pazartesiler tam sana göre. Pazartesileri sabah başlarız içkiye.
Hüsam: Harika.
Zenbani: Cıgara içer misin?
Hüsam: Hem de nasıl!
Zebani: Harika! Salıları bütün gün ya cıgara içeriz ya puro ya pipo!
Hüsam: Üüüff müthiş!
Zebani: Kumarla aran nasıl?
Hüsam: Her yol var bende. Barbut, poker, yirmi bir... Ne istersen..
Zebani: Çarşambaları bütün yaptığımız bu zaten... Kumar oynarız hep!
Hüsam: Yaşadık desene!!
Zebani: Bi şey soracağım sana..
Hüsam: Sor ağbiciğim sor!
Zebani : Sen eşcinsel misin?
Hüsam: Hayır değilim...
Zebani: Hımmmm... O zaman Perşembelerden nefret edeceksin!!
ŞANSAL’DAN RiCAMDIR
Ben Şansal Büyüka’yı severim. Her şeyden önce beyefendi adamdır; kibardır, terbiyelidir. Eleştiriye açık mıdır bilmem ama şu bi gerçek ki her geçen hafta Lig TV’deki maç çekimleri kötüye gidiyor! Pozisyonlar kaçıyor... Kamera bilmem kimi ya da bilmem neyi çekeceğim derken, belki de maçın kırılma noktası yitip gidiyor gözlerden. Aman Şansal kardeşim, senin kaşını bir çatman yeter... Onun için senden ricam, kameramanlarına ve Musa kardeşimize söyle biraz daha özen göstersinler... Ha unutmadan, Ercan Taner’i özlüyorum... Eminim sen de öyle!
Starbucks tatil yaptı: Kahveciler mort
Dün ‘Starbucks’ tam tamına dört saat ‘iç eğitim’ gerekçesiyle kapılarını kapamış. Ne kadar kahve tutkunu, kafein bağımlısı varsa kafayı yiyormuş! Adem Koçak diye bir okurum ‘Abi bu Starbucks’ın tiryakisi oldum. Dün bi süre kapalı diye duydum, elim ayağım titremeye başladı. Sonra öğrendim ki sadece ABD’deki dükkanları kapalıymış.... Ooooh, kendime geldim!’
Ben, doğrusu ‘Starbucks’ın Türkiye’de bu kadar tutulduğunu bilmiyordum. Bizim gazetenin hemen köşesinde bi tane var; şu yazıları bitireyim, gidip bi kahve içiim, bakalım milletin dediği kadar var mı?