2
Mayıs
2025
Cuma
ANASAYFA

'Bir başbakan neleri söylememeli?' diye bir kitap hazırlansa...


Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın özellikle parti başkanı olarak yaptığı konuşmalardaki ölçüsüzlükler, görülmemiş boyutlara ulaştı.
Son haftalar içinde neler söylemedi ki?
Milliyet gazetesi geçen gün bunları kronolojik olarak sıralamış... Başına da “Erdoğan’ın Salvoları” diye bir başlık koymuş...
İsabet etmiş. Çünkü okuyunca şu gerçek çok iyi görülüyor: Başbakan, kürsüde konuşurken, birilerini ‘düşman’ gibi görüp onlara veryansın etmeden yapamıyor.
‘Düşman’, bazen medya oluyor (‘Kriz tellalları’), bazen işadamları (“dünyadaki yangına ülkemden körük tutanlar”), bazen ‘entelektüeller’, (“anne babalarını tek başına yaşama terkedenler”)...
Medyayı, CHP‘yi, MHP‘yi hiç saymayalım. Onlar zaten ezeli ve ebedi düşman... Ama bazıları da evvelce ‘dost’ iken, ‘düşmanlar’ sınıfına girebiliyor.
Bankalar, ithalatçılar, IMF, AB, hepsi... Ülkemizde veya dünyada hükümetle ilgili bir konusu olan hangi kuruluş, grup veya kişi varsa, konjonktüre göre başbakanın hedefi olabiliyor...
Hatta onu öteden beri desteklemiş olan ve başarılarında büyük katkıları bulunan bazı yazar arkadaşlarımız... Yeni Şafak yazarı Fehmi Koru dahil...
‘Kedi’den Obama’ya Bush’a kadar...
Başbakanın kızıp azarladığı hedeflerin giderek hızla artmasının nedeni belli:
Eleştiriler bir yana, kendisine dostça yapılan uyarılara, önerilere de artık ‘tahammül ’ü yok. Kendisiyle ilgili ‘teşbih’ lerle (benzetmelerle) ilgili, ölçüleri bile değişmiş.
İlk başbakanlığı sırasında karikatürlerde ‘kedi’ye benzetilmesine kızmıştı. Artık Obama’ya ve Bush’a benzetilmesine de kızıyor.
İlla birine benzetilebilecekse, ülkemizin devlet adamlarına benzetilmeliymiş.
Tabii, hepsine değil. Sadece dört ad veriyor.
Dördü de, başbakan değil, devlet başkanı: Cumhuriyetin kurucusu Kemal Atatürk, Osmanlı Devleti’nin kurucusu Birinci Osman ve Osmanlı Devleti’nin sınırlarını en fazla genişleten Yavuz Selim ile Kanuni Süleyman...
Osmanlı padişahlarının sayısı 36, Cumhuriyet dönemi Cumhurbaşkanlarının 10... Ama Erdoğan’ın, karşılaştırılmak için seçtiği isimler, o dördünden ibaret...
Tabii, buna iyimserlikle bakmak mümkün. Denilebilir ki, Başbakanımız onları ‘rol modeli’ olarak seçmiş. Ülkemize, onlar ölçüsünde hizmet etmeyi amaçlıyor...
Duruma biz de o iyimserlikle bakalım...
Ama bu, Başbakanımızın uyarılara, önerilere ‘tahammülsüz’lüğünün giderek daha da arttığı gerçeğini değiştirmiyor. Başbakanı başlangıçta Obama‘ya benzeten ama onun zaman içinde tavır değiştirerek Bush‘a benzemesinden kaygı duyduklarını belirten eski yakın dostlarının, ‘sıkılmazlık’la suçlanıp ‘Yazıklar olsun’ diye azarlanmasını önlemiyor.
Bu durumun tehlikesi şudur: Başbakan’ın yakınında bulunan yazarlar, uzmanlar, düşünürler, onun hışmına uğramamak için onu uyarmaya veya ona bir şeyler önermeye, artık cesaret edemez hale gelebilirler.

Ekonomideki tehlike 

Ekonomi alanındaki tehlike, dünkü Vatan gazetesinin manşetinde yer almış. “Erdoğan’ın Pollyanna’sı” başlığı altında deniliyor ki:
“Hamdolsun iyiyiz... Kriz bize teğet geçti... TOKİ sayesinde krizi savuşturduk... IMF’ye ümüğümü sıktırmam...
Erdoğan’ın ağzından çıkan bu sözler, iş dünyası ve ekonomistleri hayrete düşürmeye devam ediyor. Ankara kulislerine göre Başbakan’ın bu ‘fazlasıyla rahat tavrının’ iki nedeni var. İlki şu: Hiçbir bürokrat ve bakan, Başbakan’a gerçek durumu anlatamıyor. ‘Patron kızar’ diye korkuyorlar.
İkincisi ise Hazine’den Sorumlu Bakan Şimşek’in çizdiği pembe tablo. Şimşek’in ne IMF konusunda yeterince tecrübesi var, ne de Hazine yönetimiyle iyi ilişkileri... Erdoğan’ın nabzına göre şerbet (veriyor).”
Gerçi bu bir yorum... Ama olaylara uygun düşüyor. Başbakan’ın ekonomik krizin “Türkiye’ye teğet geçti”ği iddiasının hiç de doğru olmadığı, çoktandır bellidir. Kendisinin ise, Vatan’ın sözünü ettiği ‘Pollyanna’cı çevrenin etkisinden çıkıp çıkamadığı belli değildir.

Siyasetteki tehlike 

İkinci tehlike, siyaset alanında... Bunun kanıtları, kendisine ait olan ‘ölçüsüz sözler’ arasında... Gene -herhalde hiçbir aklı başında danışmanının uyarıda bulunamadığı- bir konuşmasında, taş atan çocuklara karşı pompalı tüfekle ateş eden kişiyi haklı gösteriyor. Bunu ‘vatandaşın kendini savunması’ olarak niteliyor. Bu gibi ‘savunma’ları teşvik ediyor.
(Aslında Başbakan’ın böyle bir beyanda bulunması suçtur. Ama bu konuda soruşturma açılması da, dokunulmazlık engelinin aşılması da mümkün görülmüyor. Herhalde bunun için, kimse o konu üzerinde durmuyor).
Başbakan’ın bu konuşmasından sonra bir AKP’li milletvekili de Meclis komisyonu görüşmelerinde bunu pekiştirmiştir. Onun söylediği de şudur:
“Devletine ve milletine karşı gelenleri elbette vurmaktan hoşlanacağım”.
Bu da, vatandaşlarda birbirine karşı nefret hissi uyandırarak, onları ‘suça teşvik etme’ fiilinin parlamento içinde bile yaygınlaşabilmesi tehlikesinin işaretidir. 

*** 

Sonuç olarak: 

Milliyet gazetesinde ‘Erdoğan’ın salvoları’nı derleyen gazeteci arkadaşımıza tavsiye ederiz... Bu çalışmasını biraz daha genişleterek devam ettirsin... Ve bunları ileride bir kitap haline getirsin... Hem ‘çok okunan’ kitaplardan biri olur, hem de bundan sonra başbakan olacak siyasetçilere şu açıdan faydalı olur: ‘Bir başbakan neleri söylememeli?’ sorusunun cevabını -en ilginç örnekleriyle- o kitapta bulabilirler. Kendilerini başbakanlık görevine daha iyi hazırlayabilirler.
Hatta kitabın adı da öyle olabilir: ‘Bir Başbakan neleri söylememeli?..’

Peki ‘çifte vatandaş’lar ne olacak?

‘Bir başbakan neleri söylememeli?’ kitabına mutlaka ve altı çizilerek girmesi gereken dört cümle de şudur:
“Tek millet dedik, tek bayrak dedik, tek vatan dedik, tek devlet dedik... Karşı çıktılar. Buna karşı çıkanın Türkiye’de yeri yok. Buyursun istediği yere gitsin.”
‘Erdoğan’ın salvoları’ derlemesinde bu da var. Bunun üzerinde ayrıca duruyoruz. Çünkü, bunun sonuçları daha da karmaşık.
Çünkü ‘tek vatan’ diyoruz ya... Bugünkü vatandaşlarımızın önemli bir kısmının ‘vatan’ı tek değil, ‘çift’... Adı üstünde “çifte vatandaş”lık sahibi onlar... Ceplerinde Türk pasaportundan başka bir kısım ülkelerin pasaportları da var...
Üstelik bu, Başbakan Erdoğan’ın son altı yıllık dönemi de dahil, çok uzun bir zamandan beri Türk hükümetlerince de teşvik ediliyor.
Türk hükümeti onlara diyor ki:
“Madem ki orada yaşıyorsunuz, eğer sizin için bazı kolaylıklar sağlıyorsa o ülkenin de vatandaşı olun...”
Hatta, Almanya gibi bazı ülkeler, artık (2000 yılından beri) Alman vatandaşı olmak isteyenlerin kendi ülkelerinin vatandaşlığından çıkmasını şart koşuyor. Türk hükümetinin buna da itirazı yok. “Sen nasıl olsa benden sayılırsın. Benim vatandaşlığımı bıraksan bile, vatandaşım sayılırsın. İstediğin anda sana vatandaşlığını yeniden veririm” diyor. Bu konuda, vatandaşlıktan ayrılmış olanların vatandaşlık haklarını fiilen koruyan kanunlar da çıkarıyor.
Özetle: ABD, Kanada, Avustralya, İngiltere, Fransa gibi ülkeler ile İskandinav ve Benelüks ülkelerinde pek çok “iki ülke”nin de vatandaşı olan Türk var. Almanya’da daha önceden çifte vatandaşlığı elde edip muhafaza edenler de var, Türk vatandaşlığını bırakıp sadece Alman vatandaşı olanlar da var. (Sadece Almanya’dakilerin sayısı 800 bini buluyor. Öteki ülkelerdekilerin de toplam olarak, yüzbinlerle ölçüldüğü sanılıyor.)
Türk resmi makamları da onlara “Tek vatan’ı kabul etmiyorsan Türkiye’de yerin yok. Buyur istediğin yere git” demiyor. Tam tersine “Sen bizdensin. Çocukların da torunların da bizden. Burası senin vatanın. İster git gel, ister ölene kadar otur” diyor.
Bunu sadece resmi makamlar değil, bizzat Başbakan Erdoğan da söylüyor. Yukarıdaki (sağdaki) “İlişkilerinizi yoğunlaştırın” başlıklı “Hürriyet-Avrupa” gazetesi kupüründe görüldüğü gibi, Almanya’da onlara hitab ederken şunları söylüyor:
“Burada üç milyon Türk yaşıyor. 800 bini Alman vatandaşı. 800 bin küçümsenecek gibi değil. Almanya Parlamentosu’nda, Avrupa Parlamentosu’nda neden daha fazla milletvekilimiz olmasın?”
Doğru söylüyor. Bu “çifte vatandaşlık” veya ikinci vatandaşlık kurumu, çağımızın bir gerçeği. Başbakan da bunun -sonuçlarıyla birlikte- geliştirilmesini istiyor.
Peki ama, sözleriyle ve temennileriyle hiç bağdaşmayan o “Tek vatana, tek devlete, karşı çıkanın Türkiye’de yeri yok” sözünü nasıl söyleyebiliyor?

Altan Öymen/Radikal
Yayın Tarihi : 16 Kasım 2008 Pazar 10:24:24


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
mjk IP: 85.110.27.xxx Tarih : 16.11.2008 11:14:08

SAYIN ALTAN ÖYMEN.... BİR ARA AKTİF SİYASET DE YAPTINIZ.... SİZ DEVLET OLMANIN GEREĞİNİ VE O YÜKÜ İYİ BİLİRSİNİZ..SÖZÜM SİZE DEĞİL....YAZINIZDA BELKİ HAKLI YÖNLER ÇOK.... AMA BAKIN DİKKAT EDİN BAZI YAZARLAR BİZİM ÜNİTER DEVLET YAPIMIZI VE ATATÜRK'Ü TEDRİCEN YAVAŞ YAVAŞ TARTIŞMALI HALE GETİRDİLER.TÜRKİYE'Yİ İSRAİL-FİLİSTİN VEYA YUGOSLAVYA KONUMUNA GETİRMEK İSTİYORLAR.BEN ALEVİ VATANDAŞLARIMIZA ŞUNLARI SÖYLEMEK İSTİYORUM TAM SIRASI BİZDE İSTEDİĞİMİZİ ALALIM MANTIĞI İLE HAREKET EDERSEK BU ÜLKEDE BÖLÜNMÜŞLÜKLERİ HIZLANDIRIRIZ.ZATEN BU İŞİN AKTÖRLÜĞÜNÜ D.. OLABİLDİĞİNCE YAPMAK İÇİN ZEMİN SINIR ZAMAN MEKAN TANIMIYOR..NE OLDU BİZE.... NEREDEYİZ...GEMİYİ ISRARLA BATIRMAYA ÇALIŞMAK NEDEN.... İKTİDARI İLE MUHALEFETİ İLE HERKES AKLINI BAŞINA ALSINNNNN.