1
Mayıs
2025
Perşembe
ANASAYFA

Çarşaftan sonra şalvar, cübbe ve sarık...


85 yıllık Cumhuriyet tarihimizin 20 yı-lını ‘tek parti dönemi’ altında yaşadık... 1925’ten 1945’e kadar... Bu, herkesin bildiği bir gerçek... Keşke, olaylar müsait olsaydı da, demokrasimiz daha erken başlasaydı ve daha hızlı gelişseydi... Olmadı.
Gerçi, bu olmadı diye, sabah akşam o gerçeğe takılıp kalmanın âlemi yok. Ama görülüyor ki, bugünün tartışmalarına, o günlerden argüman arama alışkanlığından bir türlü kurtulamıyoruz.

Hadi bunu, CHP karşıtı partilerin sözcüleri 60 küsur yıldan beri saplantı haline getirmiş. Büyük kısmı yalan yanlış söylenti-lerden kaynaklanan iddialara dayanarak sürdürüp duruyor. Ama bunu, onları taklid ediyormuş gibi, bizzat CHP Genel Başkanı’nın yapması yakışık alır mı?

Sayın Deniz Baykal bunu yapmış. Geçen salı günkü grup toplantısında, ‘çarşaf’ konusundaki görüşlerini daha da geliştirip ‘şalvar’ı da kapsayan yeni bir tez haline getirirken, ‘tek parti dönemi’nin Ankara’sı hakkındaki eski bir hikâyeyi tekrarlamış. Gazetelere göre, şöyle demiş:

“Tek parti döneminde Atatürk Bulvarı’nda kılık kıyafeti uygun olmayanlar yürüyemiyordu. Bulvara sokulmuyordu insanlar. Atatürk’le görüşmek isteyen Aşık Veysel, kılık kıyafeti uygun olmadığı için Atatürk’ü göremedi, görüşemedi. 2000’li yıllarda tek parti zihniyetini uygulayamayız.”

Tabii, önce şu soru akla geliyor: Kim istemiş Baykal’dan “2000’li yıllarda tek parti zihniyetini uygulaması”nı?..

***

Ben gazetelerin hiçbirinde böyle bir isteğin haberini görmedim. Sadece, Sultangazi’deki rozet takma töreniyle ilgili bazı eleştiriler vardı. O eleştiriler de, rozet takılanın çarşaflı olmasına değil, Baykal’ın bu konudaki açıklamalarının çelişkili olmasına yönelikti.

Bazı demeçlerinde bunun, hesaplı kitaplı bir iş olmadığını söylemişti.
Tören başladıktan sonra sıraya girenler arasında çarşaflıların da olduğunu görmüş... Ama, tabii, onların rozetini de takmakta hiçbir tereddüdü olmamış... Ne diyebilirmiş yani, partiye üye olmak için gelen bir hanıma... “Git çarşafını çıkar da öyle gel” mi demeliymiş?..

Baykal’ın bu açıklamasına da kimsenin itirazı olmamıştı.

Ama bu açıklamasından kısa bir süre sonra, şöyle bir durum ortaya çıktı: Çarşaf meselesi, CHP liderinin bir rozet takma töreninde, planlanmaksızın karşılaştığı bir konu olmaktan çıktı. Baykal ve yardımcılarının, devamlı olarak gündemde tutmaya özen gösterdikleri bir ‘politika açılımı’ haline geldi.

Tabii, şimdiye kadarki diğer ‘açılımlar’ gibi, bu da, ne Parti Meclisi’nde, ne Meclis grubunda tartışılmış, ne örgütte konuşulup anlatılmış bir ‘açılım’dı...

Gene bir seçim öncesinde, tüm partililerin karşısına birdenbire çıkarılan bir sürprizdi bu...

O sürpriz artık, hemen her günkü gazetelere, CHP’nin en öncelikli konusuymuş gibi yansıyor.

***
Baykal, salı günkü konuşmasında, gene kendisine bir şeyler söylediğini varsaydığı meçhul kişileri azarlıyor:

“Örtünen insanları, toptan laiklik karşıtı, devlet düşmanı saplantılarını reddediyoruz. (O ‘saplantı’lara saplananlar kim, belli değil. Ortada bir kanun var. Bu kanun çerçevesinde herkes istediği gibi giyinir. (Giyinmez diyen kim?) Yığınla insanı, gönülleri kırıp döküyorsun. Buna hakkınız var mı? Artık insanları kılık kıyafetlerinden ötürü yargılayamazsın. (Yargılayan, yargılansın diyen kim?) Bu insanların CHP’de ne işleri varmış kardeşim. Alacağım kardeşim alacağım.”

Ve devam ediyor Baykal, ‘çarşaf’a, ‘şalvar’ı da ekleyerek: “Memleketim Alanya’da şalvarlı hemşehrilerimiz var. Bu insanlara şalvarlarınızı çıkarın. Ütülü pantolon giyin de gelin mi diyeceğiz? O şalvar, çok da rahattır, güzeldir.”

Bunda da sanki ona ‘Şalvarlıları alma, ütülü pantolon giyerlerse al’ diyen birileri var da, Baykal, onlara cevap veriyor, onları azarlıyor...

Tabii, ‘meçhul’ hedeflere yönelik bu ‘cevap’lar ve ‘azarlama’lar sürdükçe, bunları izleyenler öyle bir izlenim ediniyorlar ki, anamuhalefet partisi için, sanki, ülkemizin hiçbir sorunu, bu ‘çarşaf’ ve ‘şalvar’ konusundan daha önemli değildir...

Ne ekonomik kriz, ne işsizlik, ne yolsuzluk, ne durgunluk, ne geçim sıkıntısı, ne güvenlik sorunu, ne eğitim ve sağlık sorunları...

Hatta, ne de ‘6 milyonluk seçmen fazlası’nın seçim güvenliği açısından ortaya çıkardığı sorunlar...

Herbirinin yeri, bu seçim öncesinde, ‘çarşaf’ ve ‘şalvar’ konularından sonra gelir...
Televizyonlardaki açıkoturumlara, gazete-lerdeki köşe yazılarına bakın... Hemen hepsindeki algılama öyleydi.

Parti içinde çarşafa gösterilen ilgi tüm öteki konuları bastırıyordu. Kılıçdaroğlu’nun ortaya koyduğu -Deniz Feneri konusu dahil- tüm yolsuzluk konularını da...

***

Nitekim, İstanbul’un Sultanbeyli ilçesinde, önceki günkü törenin başlıca konusu gene o konuydu. Tören, Sultanbeyli Belediye Başkanlığı’nın yeni adayının ilanı dolayısıyla düzenlenmişti. Yeni aday, yaptığı konuşmada, ‘sözde değil, özde de içselleştireceği’ni ve ‘başının üstünde taşıyacağı’nı söylediği gruplar arasında, çarşaflılara ek olarak ‘cübbeli’ ve ‘sarıklı’ları da saydı.

Genel Sekreter Yardımcısı da, Sultanbeyli halkından, partisinin şimdiye kadarki tutumu için özür diledi... “Sizi bugüne kadar göremediğimiz, sahip çıkamadığımız için; bu yöneticilerin elinde kaldınız. Bu yüzden kendi adıma ve bugüne kadar buraya gelmeyen yönetici arkadaşlarımız adına özür dilerim” dedi.

Böylece, CHP yönetiminin, başlangıçta ‘plansız’ olduğu ilan edilen ‘açılım’ının, başlangıçta öyle de olsa, hızla ‘planlılaşma’ yoluna girdiği izlenimi, bir kere daha pekişti.

***

Dün, bu yazıyı yazmadan önce, yerel seçimle ilgili yazılarıma bir daha baktım. Bu konudaki (27 Kasım’daki) son yazımı şöyle bitirmişim:
“(Baykal’ın söyledikleri) birdenbire gündemin en çok konuşulan konusu haline gelmiştir. Ama bu yerel seçim öncesinde, ülkemizin daha pek çok konuşulacak konusu var. Artık sıra onlara gelse, sanırım daha iyi olacaktır.”
Bu dileğin gerçekleşmesi, anlaşılıyor ki, kolay değil. Ama ben onu gene de tekrar edeyim.

Atatürk Bulvarı ve Aşık Veysel

Gelelim ‘tek parti’ zamanındaki Ankara’da Atatürk Bulvarı’na...
‘Tek parti dönemi’, Atatürk devrimleri dönemidir. 671 tarihli ‘Şapka İktisası Kanunu’ 1925’te, 2596 sayılı Kıyafet Kanunu 1934’te çıkarılmıştı. Dolayısıyla o kanunların uygulanmasına, başkent Ankara’da özel bir dikkat gösterilirdi.

Şapka, milletvekilleri, memurlar, müstahdemler için zorunluydu. Herkesin giymesi şart değildi ama yasada ‘Türkiye halkının da umumi serpuşu’nun şapka olduğu yazılıydı. Bunun daha geniş ölçüde kullanılması sadece ‘teşvik’ edilirdi. Asıl amaç, şapka dışında fes gibi, sarık gibi başlıkların kullanılmasını önlemekti.

1934’teki Kıyafet Kanunu ise, sarık ve cübbe gibi, ‘ruhani kisve’ sayılan başlıkların sadece din adamları tarafından mabetlerde ve ayinlerde kullanılabileceğini, hükme bağlamıştı. Onları, mabetler ve ayinler dışında kullanma izni her din ve mezhepten ancak bir ‘ruhani’ kişiye verilecekti. (Diyanet İşleri Başkanı ile diğer dinlerin ‘ruhani’ başkanlarına)...

Bu kanunun uygulanmasına da, tabii, en başta Ankara’da çok önem veriliyordu. Bunun dışında Ankara Valisi rahmetli Nevzat Tandoğan, ‘tek parti’ döneminin koşulları içinde, gerek şehrin güvenliğini ve temizliğini, gerekse düzenini sağlamak gerekçesiyle bugün alınması mümkün olmayan antidemokratik tedbirler alabiliyordu. Özellikle Meclis civarına gelenlere göz açtırmıyordu. Onları sadece kıyafet kanunu açısından değil, kıyafetlerinin düzgünlüğü açısından da kontrole tabi tutuyordu.

Bu konuya bir başka yazıda, daha geniş olarak değinmek istiyorum. Çünkü ben o dönemleri ilkokul ve ortaokul öğrencisi olarak Ankara’da geçirdim. Şunu biliyorum, o zamanların Ankara’sının koşulları demokratik değildi. Ama o konudaki bazı söylentiler de gerçekleri yansıtmıyordu.

Nitekim Baykal’ın, Ahmet Kutsi Tecer’in bir anlatımına dayanarak öne sürdüğü olayın, Aşık Veysel’in torunu Çiğdem Özer tarafından anlatılışı, Baykal’ınkinden farklıdır.

Çiğdem Özer Star gazetesine şunları söylemiştir: “Dedem kıyafeti nedeniyle Atatürk’le görüşememiş değil. Çarşıya alınmıyor. İran Şahı’nın ziyareti nedeniyle görüşememişler.”

Özer, gözü de görmeyen köylü kıyafetli dedesinin çarşıya girmesine, dilenci sanıldığı için engel olunduğunu belirtiyor. Atatürk’ü ziyaretine, Atatürk’ün o sıradaki işlerinin yoğunluğu dolayısıyla, yaverlerinin imkân veremediğini anlatıyor. Ama, belirttiğine göre, Atatürk sonradan Aşık Veysel’i aramış. İlgililer bu defa Aşık Veysel’i bulamamışlar. Özer diyor ki:

“Bunun üzerine dedem ‘Ben gittim görüşemedim. O da İstanbul’da beni arattı. Yine görüşemedik. Ödeştik’ demiş.”

Altan Öymen/Radikal
Yayın Tarihi : 6 Aralık 2008 Cumartesi 10:23:48


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
oviraptor IP: 88.253.72.xxx Tarih : 6.12.2008 14:26:15

chp şaşırmış atatürkün ve türk insanının üstünden atmak istediği imajı yeniden o kyafetlerle geri getirmek istiyorlar ilginç olan batıda bunu istiyor türkiye ne kadar yobaz olursa o kadar işlerine gelecek gibi aklımızı başımıza alalım bile bile lades olmaz bu tecrübeyi yaşadık yanımızda ırak yaşıyor gericilik kimseye fayda getirmez