1
Mayıs
2025
Perşembe
ANASAYFA

Mart ayı

1 Mart, pazar gününe rastlamıştı ve Marmara güneşin altında, “mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır” deyimini yalanlarcasına, şıkır şıkırdı.
* * *
Kumkapı’da camekânlı bir mekânda oturuyorduk.
Tepeleme konteynerlerle yüklü upuzun bir şilep, Boğaz’dan yeni çıkmış, güneye doğru geçip gidiyordu.
* * *
Gözlerim sık sık, Bizans surlarından arta kalmış, yıkık dökük bir avuçluk bir duvar harabesine takılıyordu.
Sur kalıntısının, işçiliği çok değişik taşları arasından, yer yer otlar fışkırmıştı.
* * *
1600 yıllık bir geçmişi olan Bizans surlarının, Kumkapı’daki çürük çarık kalıntıları.
* * *
Epey uzaklaşmış olan konteyner yüklü şilebin kaptanı, o sırada kaptan köşkünde, elbette ne eski Bizans surlarını düşünüyordu; ne de Türkiye’nin en büyük sorununun “yoksullukla işsizlik” olduğunu.
* * *
170 yıl önce “Tanzimat - düzenlemeler” döneminde semtleri, “alafranga-alaturka” diye 2’ye bölünmüş olan “İstanbul Dükalığı”nın; Fatih’inden, Teşvikiye nasıl görünüyordu?
* * *
Alaturka semtlere uygun bir söylem geliştirilse, şöyle olabilirdi:
Süleymaniye’nin kubbesi, Eyüp Sultan Hazretlerinin cübbesi, Teşvikiye’nin züppesi...
* * *
Ya alafranga semtlere uygun bir söylem nasıl geliştirilebilirdi; belki o da şöyle:
Gelişmişliğin pırıltısı, Dolmabahçe’nin şırıltısı, gericiliğin dırıltısı...
* * *
Almanya’da Frankenhausen’de oturan ve İngilizce öğretmenliği yapan Petra Beck; İstanbul’daki bazı okulların da onayıyla, AB’nin eğitim alanındaki projelerine uygun olarak, özel seçilmiş bir avuç Alman, Fransız ve İspanyol öğrenciyle İstanbul’a gelmişti.
* * *
Petra’nın getirdiği öğrenciler, hem İstanbul’u tanıyacaklar, hem de Türkiye’deki yaşıtlarıyla ortak seminerlere katılacaklardı.
* * *
Petra’nın eşi Hartmut Beck, inşaat mühendisiydi. Kendisinin çalıştığı Alman firması üstlenmişti, Köyceğiz Gölü’nün arıtma tesisi inşaatını ve Beck’ler uzun bir süre önce Köyceğiz’e gelip yerleşmişlerdi.
* * *
Petra ile de, Hartmut ile de sıcak bir dostluk başlamıştı aramızda.
Öyle bir dostluk ki, biz de onları ziyarete gitmiştik Frankenhausen’e.
* * *
1 Mart pazar günü Kumkapı, bendenizin gençliğindekinden çok ayrı bir görünüşe bürünmüştü.
Sadece 1600 yıllık sur kalıntısı, aynı garibanlığın çaresizliği içindeydi.
* * *
Solmaz’ın 2 Mart’taki doğum gününü, pazar akşamından; Solmaz’ın kız kardeşi gizli espriler sultanı Şafak Barış ve eşi görünmez çileler sultanı Doğan Barış’la birlikte kutlayacaktık; Petra da katılacaktı bize, tabii karabatak Ali Erol de...
* * *
Türkiye’nin neredeyse ağız birliği edilen en önemli sorunu “yoksullukla işsizlik”ti.
* * *
Acaba Türkiye’nin durumu İttihatçılar ile Cumhuriyetçiler döneminde nasıldı?
* * *
Hamasete dayalı “resmi, yani uydurma tarihler” yazılmasına, neden gerek duyulmuştu acaba?
Ve neden Mussolini’nin faşist ceza yasası hemen kopya edilmiş; “yoksulluktan” söz eden yazı ve sanat adamları zindanlara tıkılmıştı?
* * *
Bizim kuşağın militerleri ise, 1953’ten sonra NATO’ya, başka üye ülkelerin hiçbirinde rastlanmayan bir aşk ile bağlanmışlar, içeride salataların adını bile değiştirmişlerdi.
* * *
Örneğin Rus salatası, Amerikan salatası olmuştu.
Fransızca diksiyoner “Larousse” da; adında “rus” hecesi var diye toplatılır olmuştu.
* * *
Kore’ye gönderilen 4500 kişilik birliğin standart olduğunu ve ölenlerin yerlerinin hemen doldurulacağını açıklamak, askeri mahkemelerde yargılanmak için yeterliydi.
NATO üsleri yanında, ABD’nin özel üslerinin bulunduğunu açıklamak da...
* * *
Pazar gecesi bu konulardan hiç söz açmadık.
Petra, hepimize getirdiği hediyeleri dağıtıyordu.
* * *
Doğum günü pastasının mumunu üflüyordu Solmaz, hepimiz ayaktaydık.
* * *
Şafak Barış’la Doğan Barış, şayet bendenizin kuşağından olsalardı; soyadları “Barış” olduğu için, verilebilirlerdi askeri mahkemeye.
* * *
“Barış”tan yana olma; NATO’ya karşı olmak, Sovyet yanlısı ve komünist olmak demekti.
Yoksulluktan söz etmek de öyle.
* * *
Acaba Almanya’da, Adalet Bakanlığı’nın bütçeden aldığı pay ne kadardı?
Bizde Savunma Bakanlığı’nın aldığı paydan, yüzde 1300 kez daha azdı, yani 13 kat daha az...
* * *
2 Mart, dostum ve oğlum Ahmet Altan’ın da doğum yıldönümüydü.
Yarım yüzyılı aşkın bir zaman tünelinin içinden; o büyüdükçe, Türkiye’nin söz edilmesi yasaklı gerçeklerinin yaygınlaştırdığı karanlıkları, birlikte göğüslemeye başlamıştık.
Ona yürümeye başladığında, bir puset bile alamamış olmamın nedenlerini, biliyordu.
* * *
Bizim kuşağın militerlerinden, bilmem kaçı farkındaydı Peyami Safa’nın yazdığı “Cumbadan rumbaya” romanıyla, “Fatih-Harbiye” romanının ve alaturka İstanbul’la, alafranga İstanbul’un nasıl kıyaslandığının?
* * *
Özenti bir burjuva taklitçiliğine karşı, özenti olmayan bir mahalle yoksulluğunun tepkisi, çalkantılı bir döneme kaydırmada Türkiye’yi.
* * *
İç göçlerle yağmalanan kadastrosuz Hazine arazileri...
İtibarsız meslek sahiplerine karşı, Hazine’den geçinmeli mesleksiz “mevki sahipleri”nin itibarı ve kendilerine bekledikleri saygıyı göstermeyenlere sert bir sesle sormaları:
- Benim kim olduğumu, sen biliyor musun?
* * *
Bir de küresel ekonomik krizin, 200 devlet üstünde büyüttüğü pençeler var ki; dünyaya posta koyma avuntusuyla çözümlenecek türden değil.
* * *
2059 Mart’ında, Kumkapı’daki 1600 yıllık gariban sur kalıntısı, kim bilir nasıl olacak?
Kim bilir nasıl olacak annesinin karnındayken tanıştığımız, Verda ile eşi Engin Aymete’nin artık 9 yaşına gelmiş olan yavruları sevgili dostum Poyraz?
* * *
Petra ile Hartmut’un da, şimdi epey büyümüş olan Lenny ile Johanna’sı var ama; Beck ailesinin gelecekle ilgili kaygıları da yok, kuşkuları da...

 

Çetin Altan/Milliyet
Yayın Tarihi : 4 Mart 2009 Çarşamba 09:38:56


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?