31
Mayıs
2024
Cuma
ANASAYFA

Melih Gökçek heykeli dikin!


Laf ola torba dola! deyimi tercih edilir oldu. Ben müsaadenizle alıştığım gibi gene Laf ola beri gele! diyeceğim.

Ne anlamda söylendiğini sorsam... Durun, sözlüğe bakarak en doğru tarifini birlikte öğrenelim: «Bu ne saçma söz, ne gelişi güzel laf!» anlamına gelir, diyor Ayverdi Sözlüğü.

Benim için Melih Gökçek adı da yakın anlamlı bir deyimdir. Sorsalar bana o tarz birini:
– Nasıl adamdır, diye?
– Melih Gökçek gibi, diye tarif edebilirim, bu sözünü ettiğim türden biriyse şayet...

Hemen söylemeliyim ki Melih Bey’le bir karşılaşmışlığım yoktur. Hiiiç! Tanış olarak belki de neşeli, eğlenceli bir adamdır. Olabilir yani! İnsanların bu çeşidinden hatta, özel ilişkilerde «aranan adamdır» diye de söz edilebilir. Ben o şartlarda da hazzetmem; çevremde buna benzer biri yok nitekim, ömrüm boyunca hiç olmadı. Uzak durmaya çalışırım, ısrar görürsem uzaklaştırır, o da olmuyorsa ben uzaklaşırım.

– Ne idüğü ettiğinden bellidir lafı, elektriği tarif etmekte zora gelmiş birinin icadıdır, derler.

Uydurma da olsa severim, bazen pekâlâ işe yarar çünkü bu tekerleme.
Bunu, peki nedir senin Melih Gökçek’te bu kadar sevmediğin, sualiyle karşılaşmayayım diye söyledim size. Ben sevgisizliğinin özünden, idüğünden, ettiğinden, edegeldiklerinden kaynaklandığını düşünüyorum.

Bu niteliğiyle adamı ciddiye almakla hata edilmektedir, demek de istemiyorum. Hem geçen gün de olduğu gibi, insanlarımızı pek eğlendiren televizyon tartışmalarında siyasetten yorulmuşları biraz dinlendirmeye yarıyor... Hem de bence sahnede daima «Aman buna benzemeyin!» diyeceğiniz sakıncalı bir iki adayın bulunması faydalı oluyor.

Uğur Dündar güdümündeki Melih Gökçek-Kemal Kılıçdaroğlu (sözüm ona) tartışmasını hayır dinlemedim. Ne gibi konular üzerinde durulduğunu öğrenmek için gazetelere bakınca gördüm ki, tahmin ettiğim gibi doğru dürüst hiçbir şey konuşulmamış. Gökçek için «beterin beteri derler ya, o hâle gelmiş» diyenler oldu programı seyredenler arasında. Bunun bir adım ötesine ar damarı çatlamış derler ki, böylesine bir bedduayı düşmanlarım hakkında bile ağzıma almak istemem.

Gökçek’li programın bir faydasını da Kılıçdaroğlu dile getirmiş.
– Melih Gökçek’in yeniden aday olmasını isterim, demiş. Seçime gene girsin ki, ona hak ettiği dersi Tayyip Bey değil Ankara halkı versin!

Evet, bizi yönetecekleri arada bir giyindiğimiz seçmen kisvesiyle millet seçiyor; biz yani, belli yaşa gelmek şartıyla hepimiz. Yöneticiliğe aday olarak kürsülerde boy göstereni görür görmez tanıma yeteneğini edinmeli ve geliştirmeliyiz ki «yaramaz yönetici» tehlikesinden kendimizi sakınabilelim.

Her meslekte, her çevrede temsilcilerine (hem de her zaman) rastlanır bu tür «yaramaz»ların; yani haşarı, zararlı, uyarı kabul etmez, koduğunuz yerde durmaz, iş görmekten çok göz boyamaya yatkın («yaramaz» deyince akla gelen bilcümle meziyetlerle mücehhez) bu türden hele hele siyasette kendimizi sakınmalıyız.
Melih Gökçek’e bu gözle de bakın. Ve bu defa yakanızı kurtarabilirseniz şayet; muhterem Ankaralılar, bir parka onun heykelini dikip, altına «Sakınca Anıtı» ibaresini de yazın ki, gelecek nesiller de sizin başınıza gelenden ders alabilsinler.

İlk on heykelimizi gördüm de...

Heykelle bozduğumdan değil, Hürriyet-Cuma’da dün Seçme 10’lar listesi olarak «Türkiye’nin en güzel 10 heykeli» değerlendirildiği için, söze heykelle devam ediyorum.

Birinciliği sevgili İlhan Koman’ın Akdeniz Heykeli kazanmış. Bizim çocuklar küçükken Zincirlikuyu’da ilk gördüklerinde hayalet (umacı) heykeli sanmışlardı da, ben «Hayır, denizden çıkan Afrodit’i temsil ediyor» diye bir palavra atarak onları yatıştırmaya çalışmıştım.

Barbaros Anıtı’nı (2.) oraya dikildiği günden beri bilirim. Hiç yadırgamamıştık. (15 yaşındaydım). Ankara’daki Güven Anıtı’nı (3.) 1933’te gördüm. Türk’e nasihatlerin «Öğün!» emriyle başlamasını tartıştık durduk. Güzel İstanbul (4.) Karaköy’deki yerinde fazla çıplak diye barınamadı. Sadi Çalık’ın 50. Yıl Anıtı (5.) Galatasaray’daki o borularla görülmemiş bir hesabımız var. Ayşe Erkmen’in Açık Sütun’unu (6.) hatırlayamadım. Kuzgun Acar’ın Unkapanı’ndaki Kuşlar’ını (7.) amblem olarak da beğenirim. Mehmet Aksoy’un Kibele Çeşmesi (8.) işe bakın 4. Levent’teymiş ve ben farkında değilim. Taksim Cumhuriyet Anıtı’na (9.) tekrar saygılar! Rahmi Aksungur’un Maçka’daki mermer heykelini (10) oradan geçerken arabadan inip göreyim demiştim, ama yazık ki parçalanmış.

Heykeller konusundaki perişanlığımı da bu arada ifade etmiş oldum. Gene bu vesileyle, bir heykeller cennetinde yaşadığımızı da öğrenmiş olmadık mı?

Hakkı Devrim/Radikal
Yayın Tarihi : 20 Aralık 2008 Cumartesi 10:04:18


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?