Dün Ankara'da iki önemli toplantı aynı saatte, saat 14.00'te başladı. Bunlar, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ile görüşmesi ve Merkez Bankası'nın olağanüstü Para Kurulu toplantısı idi. Her iki toplantı da Türkiye'nin siyasi ve ekonomik istikrarı için önem taşıyan toplantılardı.
Siyaset ve ekonomideki çalkantılar, pek çok gözlemciye göre, Mayıs 2007'de kesinleşecek 11. cumhurbaşkanının kim olacağı tartışmalarına paralel olarak tırmanma eğiliminde. Bu tartışmaların birbiriyle bağlantılı hale gelmiş bulunan üç temel unsuru var: Anayasa'daki laiklik anlayışının yorumlanması, Avrupa Birliği ve ekonomik göstergelerin uzun aradan sonra
yeniden endişeye yol açmaya başlaması.
Hükümet, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'nin türban kararı ve Avrupa Birliği'nin 25 üyeye genişleyip Türkiye'yi tartışmaya başlaması nedenleriyle heves kaybına uğrayıp, ayak sürümekle eleştiriliyor. Bu eleştirinin haklı ve haksız yönleri var. Haklı yönleri arasında, başmüzakereci olarak atanan Hazine Bakanı Ali Babacan'ın, bir yandan Başbakan'ın uzun süren dış seyahatlerine davetli olmasının da etkisiyle, bu iki önemli göreve de yeterince zaman ve enerji ayıramaması bulunuyor. Öte yandan, müzakere başlıkları üzerine tarama görüşmelerinin gayet iyi gittiği AB kaynaklarınca da ifade ediliyor.
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün 12-13 Haziran tarihlerinde Lüksemburg'da AB Hükümetlerarası Konferans ve Ortaklık Konseyi toplantılarına katılması ve ilk müzakere başlığını Bilim ve Teknoloji alanında açması ve kapatması planlanıyor.
Belki planlanıyordu demek daha doğru.
Çünkü son gelişmeler, müzakere faslının açılmasının da, hatta toplantıların yapılmasının da, yani Gül'ün Lüksemburg'a gidişinin de
tehlikeye düştüğü yönünde.
Bir Dışişleri kaynağı, Gül'ün Lüksemburg'a gitmeme ihtimalini, İngilizcesiyle 'fifty-fifty', yarı yarıya sözleriyle tanımladı dün. Diplomasi dilinde bu yüksek bir ihtimaldir.
Ancak bu ihtimalin temelinde, AK Parti hükümetinin atılması gereken adımlar konusunda yavaş davranmasından çok, Kıbrıs Rum Cumhuriyeti'nin son anda kötü bir sürprizle engelleme taktiklerine başvurması yatıyor.
Kıbrıs Rumlarının isteği, tahmin edildiği gibi Türk limanları ve havaalanlarının Rum taşıtlarına açılması değil. Daha ciddi. Rumlar, çeşitli kelime oyunları altında, Türkiye'nin Kıbrıs Cumhuriyeti'ni adanın tek egemen gücü olarak kabul etmesini, kabaca söylersek, tanımasını istiyor. Belki bu zorlamanın altında, ölümü gösterip sıtmaya razı etmek meselinde olduğu gibi, Türkiye'yi limanlara razı etmek vardır. KKTC Dışişleri Bakanı Serdar Denktaş'ın dün Ankara'da (uzun bir aradan sonra) Gül'le görüşmesi de bu konuyla bağlantılı idi.
Şunu söylemek gerekir ki, henüz her şey bitmiş değil. Bugün yapılacak büyükelçiler toplantısı, hatta 12 Haziran sabahı yapılacak AB Dışişleri Bakanları toplantısında da hava Türkiye'nin kabul edebileceği koşullara dönebilir. Ancak bu konunun şimdi atlatılsa bile her fasıl açılış-kapanışında gündeme gelebileceği ve Ankara'daki mevcut siyasi tablonun, bu unsurun eklenmesiyle daha da karmaşıklaştığı görülebiliyor.
.
Yayın Tarihi :
8 Haziran 2006 Perşembe 11:52:21