BAŞBAKAN bizlere ilk saldırısını yaptığında saldırının ardında bir strateji olduğunu düşünmüştüm.
Yerel seçimlere gidilen bir dönemde Başbakan ve partisinin yolsuzluk iddialarının altında kalması, kendisi ve partisinin ilk kez kendi tabanında sorgulanmasına neden oluyordu. Üstüne üstlük, Deniz Feneri Çetesi’nin soygunlarının ortaya çıkması ile Başbakan’ın yakınlarının kendi cemaatini soyan imamlara dönüşmesi, canını fena halde yakacaktı. Neredeyse tüm medya kendi yalakası haline gelirken Başbakan bu haberlerin gücünü azaltmak için Aydın Doğan Grubu’nu hedef aldı. Zira, bu tür haberlerin üzerine gidecek yayın organları sadece Doğan Grubu’na aitti. Başbakan, Aydın Doğan’ı ne kadar degrade ederse yayınların etkisini o kadar düşüreceğini hesaplıyordu.
Ama evdeki hesap çarşıdaki pazarlığa uymadı. Yağmadı yağmur, esmedi rüzgár! Almanya’da sürdürülen Deniz Feneri Davası kararı Erdoğan’ı fena halde köşeye sıkıştırdı.
O andan itibaren sinirlerine katiyen hákim olamayan Başbakan, tehditlerini birbiri ardından sıralamaya başladı. Artık ortada ne strateji var, ne de taktik!
Öfke ve hiddetine her geçen gün beter yenilen bir insan var.
Özellikle yurtdışında ne kadar hızla itibar ve irtifa kaybettiğinin farkında bile değil.
* * *
Recep Tayyip Erdoğan neden böyle bir ruh hali içinde?
Zira, Şaban Dişli olayı AKP’yi yaralarken Deniz Feneri rezaleti bizzat kendisini yaralıyor.
Etrafındaki çember her geçen gün daralıyor. Cemil Çiçek, Deniz Feneri rezaletinin Başbakan’la hiç ilişkisi olmadığını ve savcıların işlerine katiyen karışmadıklarını ısrarla söylüyor, ama sokaktaki vatandaş, hatta yurtdışında Türkiye’yi takip eden uzman ve gazeteciler her iki konuda da farklı şüpheler taşıyorlar.
Haklı nedenleri ise şöyle:
1) Hükümet sözcüsü, "Savcılar bağımsızdır" diyor, ama Anayasa Mahkemesi türbanı serbest bırakan Anayasa değişikliklerini reddettiğinde hükümet ve AKP yetkilileri, mahkemeyi siyaset yapmakla, bağımsız davranmamakla suçlamışlardı. Dengir Mir Mehmet Fırat’ın adalet hakkında taşıdığı şüpheleri başkaları da taşıyamaz mı?
2) Başbakan ve Adalet Bakanı aylar önce Almanya Büyükelçisi’nden Deniz Feneri Davası hakkında bilgi aldıklarına göre, davayı aylar öncesinden biliyor ve takip ediyorlardı. Hadi diyelim, hükümet savcılara müdahale etmiyor ama büyükelçiden bilgi alan Başbakan, Kanal 7 hakkında neden MASAK’ı (Mali Polis) ve SPK’yı görevlendirmedi, neden o da ayrı bir inceleme yaptırma ihtiyacı duymadı?
3) SPK, Kanal 7 için çeşitli iddialar taşıyan inceleme raporunu reddetmiş. Soruşturma gerektirecek bir husus bulamamış. Almanya Mahkemesi ise verdiği kararda açık seçik bir ifadeyle Kanal 7’yi suçladı. SPK Başkanı’nın nasıl insan arasına çıkacağını, bağımsız olup olmadığını merak etmek hakkımız değil mi?
* * *
4) Deniz Feneri Davası’nda isim verilerek suçlanan Zekeriya Karaman ve Mustafa Çelik, Recep Tayyip Erdoğan’ın yakın dostları, dava arkadaşları değiller mi?
5) RTÜK Başkanı Zahid Akman’ın, Başbakanlık Basın Sözcüsü Akif Beki’nin, yeni Sabah danışmanı-eski Basından Sorumlu Başbakan Müşaviri Ahmet Tezcan’ın, Deniz Feneri Davası’nın merkezine oturan Kanal 7’nin eski çalışanları olmaları sadece bir tesadüf olarak mı algılanmalı?
6) Dini hassasiyeti yüksek ve herkese hemen öfkelen Başbakan’ın, dini hassasiyeti yüksek vatandaşların soyulmasına bigáne kalması garip değil mi? Almanya’da dinci holdingler tarafından soyulan vatandaşları aynı Başbakan, "Siz de paranızı kaptırmasaydınız!" diyerek azarlamamış mıydı?