19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Berlin krizi!... Hasan Cemal / Milliyet

Her olaydan bir kriz yaratmaya bayılıyoruz. Her an dilimizin ucunda, ağzımızın kenarında kriz, bunalım sözcükleri... 

Siyaset tarzımız böyle. 

Sürekli kriz hali! 

Kriz olmadan rahat edemiyoruz. Özellikle muhalefet 'kriz ipi'ne sarılmadan siyaset yapamıyor. 

Gergin bir yüzle, burun deliklerimizi açarak bağırıp çağırmadan politika yapılamayacağını, inandırıcı olamayacağımızı sanıyoruz. 

Bin yıldır böyle. 

Bu hastalıklı ruh hali hiç peşimizi bırakmıyor. Tedavisi olanaksız bir illet sanki. Ve bir krizden öbürüne yaşayıp gidiyoruz. Her yaşanana kriz yaftası yapıştırmaya bayılıyoruz. 

Danıştay krizi devam ederken şimdi bir yenisi kapımızı çaldı: 

Genelge krizi... 

Berlin'deki Büyükelçimiz Mehmet Ali İrtemçelik'in karşı karşıya kaldığı muamele hiç kuşkusuz çirkindi. Bir ülkenin başbakanı, kendi ülkesinin bir büyükelçisinin böyle protestoya muhatap edilmesini engellemeliydi. 

Engelleyebilirdi. 

Yine bir başbakan, kendi ülkesinin büyükelçisine karşı üslubunu ayarlayabilmeliydi. 

İkisi de olmadı. 

Başbakan Erdoğan, ne protestoyu engelleyebildi, ne de Büyükelçi İrtemçelik'e karşı kendi üslubunu bir başbakana yakışan seviyede tutabildi. 

Erdoğan'ın her zamanki zaafı, üslup meselesi bu defa da Berlin'de kendini ele verdi. Kapalı kapılar arkasında ele alınması gereken bir konu, -herhalde bu konu türban olduğu için- maalesef taraflarca siyasal şov haline getirildi. 

Olayın bir başka boyutu var. 

Türbanla ilgili bir genelgenin hem kendisinin hem uygulamasının çeyrek yüzyıldır hâlâ sorun olarak kalabilmesi...
Trajik bir boyut bu da. 

Resmi bir belge için, örneğin pasaport ya da nufüs kağıdı için başı örtülü bir fotoğraf nasıl çekilecek, saç nasıl hizalanacak vesaire, bakıyorsunuz, tarafları bir anda ayağa kaldırabiliyor, krize dönüşebiliyor. 

Bir taraf, din özgürlüğüne müdahale diye gösteri yapıyor. Öbür taraf, laikliğe karşı davranış diye ayağa kalkıyor. 

Sorun böyle çözülebilir mi? 

Çözüm inatlaşmadan mı geçiyor? 

Cepheleşme mi çözüm? 

Vuruşma, çatışma mı? 

Hiç sanmıyorum. 

Avrupa örneğine bakın: 

Yaşlı kıtanın din ve demokrasi tarihinde öylesine kanlı sayfalar vardır ki, çarenin ancak ve ancak uzlaşmadan, toplumsal ve siyasal mutabakattan geçtiği hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde -ve tabii ders alınması için- insanlığın gözleri önüne serilmiştir.
Evet, türban bir sorun. 

Çözmek zorundayız. 

Ama mutabakatla ve zamana yayarak çözebiliriz ancak. Hassas noktaları kaşıyarak değil, gerekli özeni göstererek ortak platformlarda uygarca tartışarak mesafe alabiliriz çözüm yolunda... 

Evet, din eğitimi hâlâ bir sorun Türkiye'de. Kuran kurslarıydı, imam hatiplerdi, zorunlu din dersiydi, değildi, bütün bu konularda ince ayarlar gerekiyor. 

Evet, din-devlet ilişkilerinin bu ülkede hâlâ sorunlu yanları var. Laiklik tarifi nedir, ne olmalıdır bu bakımdan konu başlıklarından biri de bu olabilir. 

Evet, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın işlevi de, bütün inançlara eşit mesafede mi değil mi, neyi nereye kadar yapmalı gibi açılardan sorunsuz değildir. 

Evet, Türkiye'de dini siyasete alet etmek de demokrasimizin bir başka temel sorunudur. Böyle bir dava peşinden koşanlar, devlet ve toplum düzenini din temeline oturtmak isteyen, yani demokrasiye düşman akımlar elbette vardır bu ülkede. 

Ama bu gerici akımlarla -irticayla- mücadelenin yolu nedir, bir başka sorunlu alandır. Türkiye, demokrasiye karşı akımlarla mücadelesini demokrasi içinde kalarak verecek kadar güçlü ve deneyimli bir ülkedir. Ama bunu anlamayanlar da, irtica paranoyası ile demokrasinin kolunu kanadını kırmaya teşne kafalar da eksik değildir ne yazık ki... 

Uzun lafın kısası: 

Sürekli kriz hali Türkiye'ye hiç yakışmıyor. Bir takım sorunlarımızı bağırıp çağırarak, kafa göz yararak değil, oturup uygarca konuşup tartışarak, uzlaşma ve mutabakat kapılarını zorlayıp açarak, bazı çözümleri sabırla zamana yayıp arayarak ele almayı öğrenmeliyiz.
Yani siyaseten olgunlaşalım!
.
Yayın Tarihi : 31 Mayıs 2006 Çarşamba 09:03:20


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?