15
Mayıs
2024
Çarşamba
ANASAYFA

Bir Darbenin Anatomisi/Engin Ardıç/Akşam

Haşmet haklı, ben cahil bir adamım, çünkü Yılmaz Öztuna’nın “Bir Darbenin Anatomisi” adlı müthiş kitabını ancak şimdi okudum.

Ne zamandır karşımda, rafta duruyordu, ben ona bakıyordum o bana. Kaç gündür hastayım, yataktan ancak yazı yazmaya çıkıyorum (pijamalı yazarlar!), haşlanmış patates ve beyaz peynirle besleniyorum (Serdar, bize nazar mı değiyor yahu?), nasip kısmet bugünlereymiş, iki mide sancısı arasında kitabı bir tamam yaladım yuttum.

Öztuna, 30 Mayıs 1876 darbesini anlatıyor.

Ne o? Başlığı görünce güncel bir şey anlatacağımı mı sanmıştınız?

Oysa bu da güncel... Vahşice güncel...

Yılmaz Öztuna, Abdülaziz’in darbeden beş gün sonra nasıl öldürüldüğünü de bütün ayrıntılarıyla açıklıyor.

Elbette bu mesele, bundan on beş yıl öncesine kadar iki ayrı Almanya olduğunu bile bilmeyen yavşaklara önemsiz gelecektir; oysa Kabataş Lisesi öğrencileri arasında azıcık hayal gücü olanlar müdür odasının önünden geçtiklerinde Abdülaziz’in çığlıklarını işitebilirler!... Feriye Lokantası’na kafayı çekmeye gidenler merdivenden çıkmadan kafalarını sağa sola çevirirlerse, belki de apartopar oraya taşınıp çayocağının karşısında bulunan aralıkta pis bir sedire yatırılmış ve iki bileğinden de kanlar akan, henüz hayatta ama bir an önce ölmesi için kendisine hiçbir yardım yapılmayan Abdülaziz’in hayaletini de göreceklerdir...

Meseleyi kabaca biliyordum, amansız ayrıntılar öğrendim.

Katillerin isimleri bile belliymiş meğer, üç pehlivan: Cezayirli Mustafa, Yozgatlı Mustafa ve de Boyabatlı Hacı Mehmet.

Şehzade Murat Efendi’nin (beş gündür Beşinci Murat olmuştur artık) Kurbağalıdere’deki köşkünde ayda üç altına bahçıvanlık ederlermiş, iki gün önce maaşları ayda yüz altına yükseltilmiş ve otuzar altın da ikramiye almışlar, Feriye Sarayı’na tayin edilmişler!

Yılmaz Öztuna, kanıtlarını büyük ölçüde kendisinden önce yazmış Osmanlı tarihçilerine (Cevdet Paşa, İbnülemin Mahmut Kemal falan) fakat esas olarak Yıldız Mahkemesi tutanaklarına dayandırıyor.

Öztuna’ya çağdaş anlamda bir tarihçi de denemez, o bir “vakanüvis”, fakat çok çok iyi bir vakanüvis.

Ama, darbenin lideri Serasker Hüseyin Avni Paşa’nın adamı Süleyman Paşa’nın üzerinde binbaşı üniformasıyla Dolmabahçe Sarayı’nı 30 Mayıs Salı sabahı saat 04.34’te bastığını, Abdülaziz’in Feriye’deki odasının kapısının önünden ilk çığlıkların 4 Haziran Pazar sabahı saat 09.36’da yükseldiğini de başka yerden öğrenemezsiniz!

İşe bakın, odaya girmeden, yaralıyı görmeden “intihar etti” diye çığlığı basan Arz-ı Niyaz Kalfa da, darbeci Hüseyin Avni’nin metresi!

İşe bakın, Hüseyin Avni de taa Kuzguncuk gibi yerden Ortaköy’e kayıkla ve de yıldırım hızıyla on dakika sonra yetişiyor, saat 09.46’da!

İşe bakın, cesedin kollarından başka hiçbir yerini hiçbir doktora göstermiyor (cenazeyi yıkayan Sultanahmet Cami imamı, iki dişinin kırık, saçının ve sakalının yolunmuş, göğsünde de büyük bir çürük olduğunu söyleyecektir), otopsi motopsi bir yana ölüm raporu cesede bakmadan yazılıyor, fakat Hüseyin Avni ilk üç raporu beğenmediği için, içlerinde “intihar” teşhisi bulunmadığı için yırtıyor!

Sol bileğinde üç santim derinliğinde kesik olan adam, o elle sonra sağ bileğini de nasıl kesmişti? İntihar eden “radial” damarı keser, en dipteki “cubital” damarı nasıl kesebilmişti?

Abdülaziz’in ölümü, Türkiye’de o günden beri, tam yüz otuz yıldır, bizim Haşmet’in sevdiği deyimle bir “turnusol kâğıdı” oldu.

“İntihar etti” diyenler solcu sayıldılar, “öldürüldü” diyenler de sağcı. Bu korkunç bir ahmaklıktı.

Çünkü intihar yorumu hem Genç Osmanlılar’ın hem de İttihatçılar’ın “resmi” yorumuydu, bunu da sırf meşrutiyetçi Mithat Paşa’yı temize çıkarmak ve onu şu ünlü Yıldız Mahkemesi’nde yargılatıp sonra da zındanda boğduran Abdülhamit’e gıcıklık olsun diye kabul etmişlerdi.

Günümüzde de birçok dallama İttihatçılık’ı solculuk sandığı için, şimdi bana kızacaktır.

Ben tarihçi değilim ama gazeteciyim. Gerçekten yanayım. Soytarı değilim, kimin şeyinin kimin şeyinde olduğunu değil, tarihi, sosyal, siyasal gerçeği araştırırım, gerçeği yazarım. Bu gerçeğin kimin işine yaradığı beni ilgilendirmez!

Şu partiye yararı, bu partiye zararı dokunacak diye gözönünde bas bas bağıran gerçeği saklayamam, çarpıtamam, ona karşı çıkamam.

Abdülaziz cinayete kurban gitmiştir. Halk bunu affetmemiştir. İttihatçılar hiçbir serbest seçimi kazanamazlar. Bu seçimi de gene AKP kazanacaktır. Biz istesek de istemesek de bu böyledir. Hadi yallah.

Engin Ardıç/Akşam
Yayın Tarihi : 8 Ocak 2007 Pazartesi 10:59:51


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?