KÖY meydanında sırtımı dayadığım duvarın üzerinde sokağın ismi yazıyor:
"Antonio Gramsci Sokağı."
400 kişinin yaşadığı köyün en büyük sokaklarından biri, İtalyan tarihinin en önemli komünist düşünürlerinden birinin adını taşıyor.
Köyün adı Montalcinello.
Toskana bölgesinin küçük köylerinden biri.
Yerel irade, komünist düşünürün adını sokak tabelasında yaşatıyor.
* * *
Köyün her tarafına lavanta çiçekleri ekilmiş.
Toskana güneşinin altında lavanta kokuları arasında, hayat insana bambaşka görünüyor.
Derin bir manevi detoks seansı başlıyor.
Ülkenizin hoyrat ve hoşgörüsüz ikliminden çıkıp hayatın gerçek ve insani ritmine giriyorsunuz.
Köyün hemen çıkışında küçük bir mezarlık var.
Her mezarın başına taze çiçekler koymuşlar.
Sade ve tertemiz mezarlar.
Karşı duvarda ise küçük plaketler gözünüze çarpıyor.
Onların her birinin yanına da rengárenk çiçekler koymuşlar.
Burası krematoryumda yakılmış ölülere ayrılan yer.
Mezarsız ölüler yani.
Bu köyde Gramsci gibi, onlara da yer var.
Bu köyden bakınca, dünya çok farklı görünüyor.
* * *
Sonra bir telefon geliyor ve gerçek dünyanıza dönüyorsunuz.
Bilmem hangi gazetenin hangi köşesinde, birisi sizin için ağzına geleni söylemiş.
O an anlıyorsunuz ki, dünya aslında Montalcinello kadar küçük bir köy ve her şeyinizi o köye sığdırmak zorundasınız.
Bir elinizde, üzerinde adınız yazılı plaket, ötekinde bir demet taze çiçek, oradan oraya dolaşıyor, kendinize bir duvar arıyorsunuz.
Adınızı bırakacağınız dümdüz bir duvar.
Sizi kabul edecek, bağrına basacak bir köy mezarının duvarı.
İşte öyle bir yerde, bir Toskana yazının belki de son güneşinin altında sormaya başlıyorsunuz.
Kime mi?
Ona, buna...
Ötekine, berikine...
Belki de isimsiz, çiçeksiz plaketlere...
Siz, "Ramazan Bayramı denilecek" dediğiniz için herkes Ramazan Bayramı deseydi...
Eğer Şeker Bayramı bütün lügatlerden silinseydi...
Bu dünya daha mı güzel olurdu?
Siz, "Üç çocuk yapın" dediğiniz için herkes bir anda üç çocuk yapmaya karar verseydi...
Ülkeniz sadece üç çocuklu ailelerden ibaret bir köye dönüşseydi...
Daha mı mutlu olurdunuz?
"Günaydın", "İyi günler", "Merhaba" kelimeleri yasaklanıp herkes birbirine sadece "Selamünaleyküm" deseydi, ruhunuz daha mı huzura kavuşurdu?
Kimse kimseye kadeh kaldırmasaydı, ölü masalar kuru, kupkuru nazarların istibdadına gömülseydi, bu dünya daha mı aydınlık olurdu?
Siz "Almayın" dediğiniz için insanlar o gazeteleri almasaydı, tezgáhlar sadece sizi alkışlayan gazetelere kalsaydı, kendinizi daha mı güçlü hissederdiniz?
Her köşe, sizin nefretinizi, boykot çağrınızı, öfkenizi fetva haline getirmeye amade yazarlar tarafından fethedilseydi, bütün düşman kaleler düşmüş mü olurdu?
Veya sırf siz öyle emrettiğiniz için, sevmediniz herkes anasını alıp gitseydi, bu ülke size mi kalırdı?
* * *
Octavia Paz, "Bayramlar, toplumların durup soluk aldığı günlerdir" diyordu.
Bugün bayram.
Düşünmek taşınmak için çok güzel bir zaman.
Şeker Bayramı veya Ramazan Bayramı demek o kadar çok mu önemli?..
Montalcinello’da kaldığım evin kapısında, elimde bir bardak kırmızı şarap, yukarıda eski kilisenin yanında başlayan sokağın üzerindeki tabelaya bakıyorum.
Antonio Gramsci Sokağı...
Belki 30 yıldan bu yana bir satır Gramsci okumadım.
Ama onun adı, bu küçük sokakta yaşıyor.
Komünizm yıkıldı gitti, ama o da, anası da bu ülkede kalmaya devam ediyor.
Hepinizin Şeker ve Ramazan Bayramı’nı kutluyorum...