3
Mayıs
2025
Cumartesi
ANASAYFA

Çetin Altan - Milliyet Gazetesi

Türkiye’de ’muhalefet’ yerine, ’çürütmecilik’ vardır


SON yüzyıl içinde söylenmiş "siyasetçi yalanları"yla, siyasal kavgalardaki "çürümecilik örnekleri" üstüne geniş bir derleme yapılsa...
Hem belalı demagoglar barometresinin ibresi simsiyah ortaya çıkar; hem de böylesine eğlenceli bir çalışma, kaynak yapıtlardan biri olur siyasal bilimcilerle, siyasal yorumculara...
***
1876’da II. Abdülhamit’in tahta çıkışıyla kabul edilen "Kanun-i Esasi", yani ilk anayasa sayesinde, çok partili parlamenter bir düzene geçilmiş gibi olmuştu.
Bir yıldan biraz daha uzunca sürmüş olan o döneme, sonradan I. Meşrutiyet adı verildi...
***
O dönemde de, birbirinin gözünü çıkarma hırsındaki siyasetçiler arasında, bol biberli bir çürütmecilik vardı.
Örneğin, aylardan Ramazansa, ağzı laf yapan mebuslardan biri, rakibi hakkında şöyle konuşurdu:
- Kendisi hakikaten çok muhterem bir zat; benim de kendisine karşı büyük hürmetim vardı. Ancak geçen cuma, iftardan önce bıyığında bir pilav tanesi gördüm. Artık ne hürmetim, ne itimadım kaldı o zata...
***
Divan edebiyatında da, köklü bir geleneği olan "hiciv" ve çürütmeciliğe; I. Meşrutiyet dönemi de, yeni katkılar yapmış ve geniş kumaşlar açmıştı şairlere...
Örneğin Muallim Naci şöyle yazıyordu:
Keşf-i makusunu tevil edemezsin şeyhim (tersine dönmüş talihini, iyiymiş gibi gösteremezsin)
Böyle mağlup olur elbette muzaffer dediğin

"Beni tasdik edin evlat" diyorsun amma
Bakalım doğru mu ey söz ebesi her dediğin

Toplanıp ehli heva (keyif ehli) her biri bir saz çalar
Çelebi, böyle olur bizde de konser dediğin
***
II. Meşrutiyet’te çürütmecilik daha da azgınlaştı. Osmanlı ümmetçiliğinden; Orta Asya’ya uzanma derdindeki Alman İmparatoru II. Wilhelm’in etkisiyle; Türk ırkçılığına alabanda sancak yapılmış ve önüne gelen, önüne geleni; ya "Türk düşmanı", ya "Vatan haini" olmakla çürütüp suçlamaya başlamıştı...
***
Günümüzde de sürüp gitmekte bu gelenek; hem de sadece siyasette değil, her alanda...
Bunun bir nedeni, yeni bir tomurcuk açmak yerine, göz dolduran birini silip yok ettikten sonra, onun başında var sayılan hayali taca artık kendinin sahip olacağını sanmaksa; bir başka nedeni de, değişmeyen koltuk sayısının o günkü sahiplerini süpürerek, geçip aynı koltuklara kıçını yerleştirmektir.
***
Muhalefet ve çürütmecilik; çok ayrı iki çizelge...
Muhalefet, kimin yerine kimin geçmesi gerektiğini borazanlaştırarak değil; ekonomik tabloların saydamlaştırılması ve çeşitli meslek dallarındaki kazançların artırılması için, parasal kaynakların nasıl kullanılması gerektiğini kristalleştirmekle başlar...
***
Alalım Cumhuriyet dönemindeki bütçe yasalarını...
Bütçelerin, bakanlıklar arasındaki dağılım oranlarını gösteren grafikler; gerek siyasal, gerek sivil, gerek bilimsel, gerek medyatik örgüt ve kuruluşların hiç baş sorunu olmuş mudur?
***
Bir de devlet eliyle yapılmış ihaleler var, ne onların dökümüyle; ne Hazine arazilerinin kimlerin aracılığıyla kimler tarafından yağmalanmış olduğunun dökümüyle; ne de devlet bankalarından alınıp da, geri dönmemiş olan kredilerin dökümüyle; ilgilenmiş gerçek bir muhalefet, boy atabilmiş midir Türkiye’de?
Bizde siyasal olan ve olmayan her türlü polemik, eski bir atasözünde özetlenir:
"Tencere dibin kara, seninki benden kara"...
***
Bir gün İsmet Paşa’ya:
- Neden Ankara’yı başkent yaptınız, diye sormuştum.
İsmet Paşa, kendine özgü üslubuyla şu yanıtı vermişti:
- Senden yana olanlara bir şeyler vermezsen, neden senden yana olsunlar ki?..
Vaktiyle padişahlardan beklenen "ihsan-ı şahane"; bu kez muhalefetteyken yapılan vaatler üstüne; iktidara gelen partilerden bekleniyordu...
***
Bir gün yine İsmet Paşa, Ankara hükümetinin kadrolarının ne kadar zayıf olduğunu anlatmak için:
- Biz, demişti, Ankara Garı’na gider; İstanbul’dan gelen yolculardan kravatlı olanları tespit ederek, onları Hariciye’ye memur yapardık.
***
Bir gün de, Yakup Kadri ile Ankara Palas’ta bir öğle yemeği yerken, kendisine:
- Neden Cumhuriyet, köklü bir değişimi yeterince yapamadı, diye sormuştum.
Yakup Kadri de, İsmet Paşa’nınkine benzer bir yanıt vermişti:
- Ankara’nın kadroları çok cılızdı. İstanbul’dan gelme eski kadrolar yerleştirildi bürokrasiye. Onlar da eski alışkanlıklarını sürdürüp gittiler; o yüzden...
***
Önceki akşam Oğuz Haksever’in NTV’deki "Ve İnsan" programında; Sason Çayı üstündeki bir köyde, köylü erkeklerin; tabuta koydukları bir hastalarını, ırmağın bir kıyısından öteki kıyısına, sıvanmış paçalarıyla omuzlarında nasıl geçirdiklerinin görüntüleri vardı...
Köylüler, bir de kazıklar arasına gerdikleri iplerden, bir köprü yapmaya çalışmışlardı Sason Çayı üstüne...
Hazin manzaralardı...
***
Şayet Türkiye’de de gerçek bir muhalefet geleneği bulunsa, Bitlis’in ve daha birçok kentin köylerinde o çileler çekilir miydi?
"Toplanıp ehli heva her biri bir saz çalar
Çelebi böyle olur bizde de konser dediğin"
ÇETİN ALTAN - MİLLİYET GAZETESİ
Yayın Tarihi : 4 Şubat 2005 Cuma 13:21:17


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?