18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Çetin Altan - Milliyet Gazetesi

Yenicami'nin çevresi ve davul tozu...

       
    Geçtiğimiz pazar, öğle üstü Yenicami'nin çevresindeki alanda tezgah kurmuş satıcılar aleminden şöyle bir geçtik Solmaz Kamuran'la...
    İğne atsan yere düşmez denecek yoğunlukta bir kalabalık vardı.
    Tezgahlarda, incik boncuktan kol saatlerine, son model cep telefonlarına; elden düşme kot pantolonlardan, elden düşme kazaklara, ceketlere, gömleklere, entarilere, masa örtülerine kadar; çeşit çeşit giysilerle, ev eşyasının akla gelecek her türü sergilenmiş gibiydi; elden düşme koltuk takımları dahil...
    Müşteriler ise daha çok başörtülü gözlüklü yaşlı hanımlar, tezgahlardaki malları tek tek inceleyen başörtülü tazeler; ve yanlarındaki eşleriyle bıyıklı, bazısı sakallı, esmer asık yüzlü erkekler; saçı sakalı ağarmış, beli hafif bükük takkeli ihtiyarlarla, bayram yerine gelmiş gibi, azıcık da hoplayıp zıplayan dünyadan habersiz çocuklardı...
    ***
    Çoktandır pazar günü Eminönü'nde dolaştığım yoktu.
    Yenicami çevresindeki tezgahlar aleminden; Mısırçarşısı'nın yanından uzantılı, Paşabahçe'yle, Babıali'ye doğru giden; Mahmutpaşa'nın altındaki mağazalar ve dükkanlar dünyasına daldık.
    Onlar da, mağazalarıyla dükkanlarının önüne tezgah açmışlardı...
    Sıram sıram her modelde ayakkabılar, rengarenk sutyenler, tüpgaz ve elektrikli ocakların her çeşidi; şapkalar, çoraplar, bluzlar, süveterler, eşarplar, iç çamaşırları...
    ***
    Müşteri kalabalığı yine "binbir ayak bir yerde" denecek yoğunluktaydı. Ve Yenicami önündekilerin ikinci bir kopyası gibiydi.
    O sırada gözümüze başörtülü genç bir kızın arkadan görünüşü ilişti. Entarisi daracık ve özellikle de kalçaları aşırı belirgindi.
    Bir ara damadım Gürkan Bakan'ın ilkokuldan sınıf arkadaşı İshak Bey'le karşılaştık. Onun da dükkanı oradaymış. El sıkıştık, öpüştük...
    ***
    Bir pazar günü... Bir yanda Harbiye, Nişantaşı, Teşvikiye, Etiler; bir yanda Eminönü ve çevresi...
    Bir kez durum, bendeniz 4 yaşındayken de böyleydi. Haliç köprüsünün Kadıköy vapurlarının kalktığı yanıyla, Eyüp vapurlarının kalktığı yanı; tıpkı bugün yine Nişantaşı ve Bağdat Caddesi'nin çizdiği profille; Yenicami önü ve çevresinin çizdiği profile denkti.
    Tanzimat'tan bu yana, Batı burjuvazisinin tüketimini ve - bir ölçüde - yaşamını taklit eden mostralık bir azınlık yaratılmış, ama Türkiye'nin Yakındoğu'ya özgü gerçek mayası ve geleneksel yaşamı değiştirilememişti.
    ***
    Okyanusları 500 yıl boyunca kullanma birikiminden süzülmüş bir Batı çağdaşlığına; emirle, direktifle, yasalarla, nutuklarla, "Türk'e Türk propagandası" yapıp durmakla, hamasi demeçlerle erişilemiyordu.
    Ve yine, bir avuçluk mostra azınlık da dahil, bir teknenin "iskele" ile "sancak" işaretlerinin ne olduğunu bilen pek çıkmıyordu...
    ***
    21. yüzyıl, yepyeni bir yüzyıl... "Ulus - devlet" modelinin aşılmaya başladığı bir yüzyıl...
    Eski ABD Başkanı Clinton'ın, Cidde'deki Ekonomik Forum'da, "Hazreti Muhammed yaşasaydı, ilk otomobili Suudiler üretirdi. Şirketin başına da eşini geçirirdi" sözleri dalgalanıyor dünyada.
    Clinton bir şey daha söylüyor:
    - Değişimi durduramazsınız.
    ***
    Güncel politika tartışmaları, bir ölçüde egemenlik hırsında olanların yumurta tokuşturması da, sayılabilir.
    Ay'da bulunduğu saptanan ve tüm dünya düzenini değiştirecek yepyeni bir enerji kaynağı, "Helyum 3 izotopu" giriyor artık gündeme...
    Bizde ise hala, tüm hayatında hiçbir ekonomik soruna değinmemiş bazı militerler, "kim hain, kim değil" tartışmalarının, hukuk dışı bayraktarlığını yapmada...
    ***
    Bizim kuşağın ve Soğuk Savaş yıllarının Amerikancı militerleri de, ekonomik yolsuzluklar ve soysuzluklarla hiç mi hiç ilgilenmezler; "Yazacaksa, vatanı yazsın" diye, resmi giysileriyle tiyatro dahi basarlardı.
    Asla saydamlıktan yana olmazlardı. KKTC'ye toplam kaç milyar dolar gönderildiğine ve bunun ne kadarının oradaki militerlerce kullanıldığına, hiçbirinin aklı takılmazdı. Ekonomik saydamlıktan kopuk, bir "vatan sevgisi"nin patentini tutarlardı ellerinde...
    Göçüp gitmiş olmasalardı, "Cevdet Sunay Paşa ile, Faik Türün Paşa'nın kulakları çınlasın" derdim... Hoş, o tefrikanın hala daha tam bitmemiş olduğunu da görüyoruz ya... Tabii Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda...
    ***
    Hızlanan küreselleşme dönemi, demlenmekte olan bir çaya benziyor.
    Kimbilir hangi tür sloganlarla yaşam biçimleri, o çayın içinde karıştırıla karıştırıla eriyen, toz şekerlerine dönecek?..
   
    c.altan@prizma.net.tr
Çetin Altan Milliyet Gazetesi
Yayın Tarihi : 21 Ocak 2004 Çarşamba 12:10:36


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?