17
Mayıs
2024
Cuma
ANASAYFA

Çetin Altan - Milliyet Gazetesi

 Hans Andersen ve Abdülhak Hamit

MASMAVİ kimsesiz bir yüzme havuzu... Neredeyse buluğ çağındaki bir oğlan çocuğu boyunda olan, upuzun, yemyeşil yapraklarıyla muz ağaçları ve palmiyelerin katmer katmer kabuklu gövde tepelerinden aşağılara sarkan yeşil şemsiyeleri... Bir de, kim bilir kaç yıllık, yeşil yaprak şelalelerinden bir salkım söğüt...

Köyceğiz’de, komşumuz da sayılacak bir yakınlıktaki bir otel bahçesi... Otel, Çek Cumhuriyeti’nde benzer bir oteli daha olan Alman bir dosta ait...
Otelin yemek salonunda onarım var. Patronuyla aynı düzeyde ahbaplık eden, işçi tulumlu Alman bir usta, kendi de çalışmalara katılarak yönetiyor onarımı...
Müşteri falan yok otelde...

Bahçede, değişik tür bir akasyanın altındaki masada oturuyor; Alman dostlarla da şakalaşıyoruz, otelin yönetiminden sorumlu Abdullah ve eşi Arzu’yla da...
Palmiyelerle zakkumların arasından parça parça görünen gök de mavi, Köyceğiz Gölü de...
* * *
Eh nihayet arifeye de geldik işte...
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ün; Türkiye’de bir Genelkurmay Başkanı tarafından ilk kez söylenmiş, 21. yüzyıllı flaş bir sözü, demagojilerden arınmış üst düzey bir çağdaşlık kreması olarak dolaşıyor palmiyelerle muz ağaçlarının çevrelediği mavi havuzda:
- Artık düşman ülke kalmadı!
* * *
"İç düşmanlar, dış düşmanlar" korkutmacasını yaylandıra yaylandıra, politikaya kanat açan emekli militerlerle; Foto Cemal’in çektiği Gazi fotoğraflarını taklit ederek, hafif havaya baka baka hamaset gümbürtüleri koparan nice orgenerallerden sonra, nihayet demode hamaset politikalarından arınmış bir söz...
Daha geçenlerde, bir yığın çarpık tatavayla, ne naneler yemiş olduğu pek de bilinmeyen mahut politikacılardan biri, Şark’ta politikanın temel ilkesini şöyle özetliyordu:
- Halk yığınlarına önce "ölüm"ü gösterecek, sonra onları "sıtmaya" razı edeceksin...
Gerisini de biz ekleyelim:
- Ve bir yandan şatafatlı bir hayat yaşarken, bir yandan da keseyi dolduracaksın.
* * *
Otel bahçesindeki gölgelik masanın az ötelerinde, ağaçların arasından uzanarak yerlere serilmiş güneş ılımandı.
Döneminde anlaşılmadığı için cellat urganında can vermiş Kul Nesimi’nin, 17. yüzyılda yazdığı mısralar titreşiyordu güneşle yaprakların arasında:
"Ben doldurur ben içerim günah benim kime ne"
Yahya Kemal de, 15 bin liraya bir şarap reklamı yapmaya mahkum edilmişti en sonunda:
"Biz veda etmek üzreyiz kedere,
Getir ahbaba bir Kavaklıdere"
* * *
Geçenlerde TV’de; yaşamı da, ünlü masalları gibi rüya - gerçek karışımı, hafif baharatlı bir ahududu şurup ve peltesine benzeyen Hans Andersen’in biyografisini konu almış bir diziyi izlemiştim...
Andersen, sağlığında anıtının dikildiğini de görmüş çok az yazardan biriydi ve 2005’te tüm dünyada doğumunun 200’üncü yılı kutlanacaktı.
* * *
Şark’ta, yeryüzünden geçerken; gerek bilim, gerek mimarlık, gerek resim, gerek heykel, gerek musiki, gerek edebiyat, gerek sinema, gerek fotoğraf alanlarında iz bırakmış değerlerin öz yaşamlarına karşı fazla bir merak yok...
Hele hele bu "değerler"in, ekonomik geçim kaynaklarını enine - boyuna iyice netleştiren belgeseller, dünyada da pek yok...
Vivaldi, yahut Chopin, yahut Rubens, yahut Monet vs. hangi ekonomik musluklardan damlayan, yahut akan sularla, hangi düzeylerde geçinmişlerdi?
* * *
21. yüzyıl, yerel ve rutin işler arama ve yapma yerine; küresel bir piyasada, arkeolojiden, tıbba; sinemadan uzay fiziğine kadar çeşitli dallarda yeni bir "artı" getirme yüzyılı olacağa benziyor...
Küresel bir piyasada yeni bir artı yaratma...
* * *
19. yüzyılın ikinci yarısını tümden doldurarak, 1937’ye kadar 85 yıl yaşamış olan Abdülhak Hamit’in yaşam serüveni, dünyanın da ilgi ve hayretini yelpazeleyebilecek bir çeşnide gibi...
Abdülhak Hamit’in yaşamöyküsünü, Hamit’in çağdaşı sayılabilecek Anton Çehov’un, yahut Maksim Gorki’nin kendilerine özgü hayat serüvenleriyle de hafiften karşılaştırarak, esprili bir ustalıkla bir TV dizisine aktarmak; sanırım dünyadaki birçok TV programında rahat yer bulabilir...
Hele biraz da şiirlerinden, yahut trajedilerinden kısa örnekler verilebilirse...
* * *
Hamit’in "Divaneliklerim" eseri, her kalem sahibinin kolay kolay itiraf edemeyeceği sevimli serseriliklerle dolu...
Genç bir diplomat olarak Hindistan’dayken, bir resepsiyonda ortalığa işemeye kalkması ve kendisine:
- Siz ne biçim diplomatsınız, utanmıyor musunuz, diyenlere:
- Ben şu sırada sadece bir sarhoşum, hoşuma gidiyor böyle işemek, diye yanıt vermesi...
Ve Eşber trajedisinde, Hindistan’ı fetheden Büyük İskender’in; ölüler, kanlar içindeki savaş alanını göstererek hocası Aristo’ya sorması:
- Risto bu ne?
- Zafer veya hiç...
* * *
Köyceğiz’de hava güzel; komşumuz da sayılacak bir yakınlıktaki otelin bahçesi de güzel; aşırı yerel bir koşullanmadan, 21. yüzyılın - artık zorunlu olacağı şimdiden sezilen - evrenselliğine doğru hayal güvercinleri uçurmak da güzel...

çetin altan- milliyet gazetesi
Yayın Tarihi : 13 Kasım 2004 Cumartesi 11:39:26
Güncelleme :13 Kasım 2004 Cumartesi 11:56:41


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?