15
Mayıs
2024
Çarşamba
ANASAYFA

Cumhurbaşkanı kim olmalı!/Ali Bulaç/Zaman

'Cumhurbaşkanı kim olacak?' sorusuna cevap arama süresi yaklaştıkça, Türkiye'de istikrar da bozuluyor. Birçok olayın önümüzdeki günlerde kimin cumhurbaşkanı olacağı sorusuyla yakından ilgili olduğunu herkes biliyor. 

CHP ve bazı çevreler maçın ortasında "biz kuralları kabul etmiyoruz" diyorlar. Yaptıkları şey, "ayrımcılığa varan bir çifte-standart". Kendilerine göre sınırlar tayin etmişler, bazıları bir yere kadar gelebilir, ötesine, daha yükseğine çıkamazlar. Bu yanlış. Cumhurbaşkanını bu Meclis'in seçeceği yolunda bir kararlılık var. Bu bence de bu Meclis'in en tabii hakkı. Başbakan R.Tayyip Erdoğan'ın aday olup olmayacağı hâlâ ortada. En başta muhalefet onu adeta tahrik ederek adaylığını açıklamaya itiyor. Bunun "pis bir oyun" olduğunun umarım farkında. Bazı çevreler hiçbir şekilde imam hatip lisesi mezunu ve eşinin başı örtülü bir insanı devletin en tepesinde görmek istemiyorlar. Söz konusu çevrelerin bunu engellemek için de birçok şeye, enstrüman, yol ve yönteme başvuracaklarını düşünebiliriz.

Ben kişisel olarak Başbakan'ın yerinde olsam, cumhurbaşkanlığını düşünmezdim. Tabii ki bazı yönleriyle cazip bir makamdır. Ama siyasi gelecek açısından bakıldığında bunun hiç de kazançlı bir şey olmadığını geride bıraktığımız iki cumhurbaşkanının deneyiminden anlamak mümkün. Önce en büyük hatayı Turgut Özal yaptı, ardından makamın cazibesine dayanamayan Süleyman Demirel de aynı hatayı tekrarladı. Demirel, Özal'ın cumhurbaşkanı olması için can atıyordu, çünkü yükselen bir trend olan ANAP'ı başka şekilde bitirmek mümkün değildi. Sonuçta her iki siyasi lider de cumhurbaşkanı olduktan sonra partilerini kaybettiler. Hikayeyi uzatmaya gerek yok. Bugün ANAP'ın durumu ortada. Herhangi bir umut vaat etmiyor. DYP ise Tansu Çiller'le beraber muazzam bir darbe yedi. Bugün DYP, Demirel'le ilgisiz bir noktada; Mehmet Ağar başka bir siyaset ve üslup takip ediyor.

R.Tayyip Erdoğan'ın ve partisinin başına gelecek olan da bundan başkası olmayabilir. Yeni kurulmuş bir partidir AKP. Siyaset biliminin temel verileri ve Türkiye gerçeklerinin, sosyo-politik tecrübenin ima ettiği parametreler açısından bakıldığında, sahiden AK Parti diye bir parti olup olmadığı tartışmalıdır. Benim kanaatime göre sadece nominal olarak bir AK Parti var, aslında var olan R.Tayyip Erdoğan'dır. Erdoğan da bu partiyi bırakıp giderse, geriye bir şey kalmaz. Eminim bundan hoşlanmayacak çok sayıda AK Partili var. Hele R.Tayyip Erdoğan'a "Aman efendim! Siz, Beyoğlu ilçe başkanı iken, Allah önünüzü açtı, il başkanı oldunuz. Sonra İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı oldunuz. Sonra başbakan oldunuz. Neden cumhurbaşkanı olmayacaksınız ki? Önünüz açık!" diyen sürü ile adam Erdoğan'a en büyük kötülüğü yapıyorlar. Tabii Erdoğan'ın partiyi bırakmasından sonra yerine gözünü dikenler, AKP başkanlığı, başbakanlık rüyasını görenler de bu söylediklerimize kızacaklar. Ama gerçek budur ve bu gerçeği tecrübe ile yaşayarak anlayacağız.

Yine ben R.Tayyip Erdoğan yerinde olsam, -AKP'nin içinden veya dışından- Türkiye'nin tam bir hukuk devleti olmasına gönülden inanmış ve elbette hukuk bilinci ve duyarlılığı olan birinin seçilmesine çalışırdım. Yine ben olsam, cumhurbaşkanlığının bazı yetkilerini kısıtlar, kullanabileceği yetkiler dolayısıyla "sorumlu" hale getirir, ama bu arada Parlamento'yu, yürütmeyi ve başbakanı biraz daha güçlendirirdim. Kendisiyle bazı ilkeler üzerinde anlaşılacak bir cumhurbaşkanı ile kararlı bir Parlamento, temel bütün yasal ve anayasal değişiklikleri yapar, halkın egemenliğine ortak olan organları kendi tabii sınırlarına çeker, onların görev ve yetkilerini yeniden tanımlar; böylelikle kendi ayakları üzerinde duran, hukuk devleti sorununu çözmüş, temel hak ve özgürlükleri teminat altına almış ve bu arada elbette birtakım yüklerden kurtulmuş, rahatlamış bir Türkiye var ederdim.


Ali Bulaç/Zaman
Yayın Tarihi : 25 Mart 2007 Pazar 12:31:47


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?