BÖYLE BİR AYIRIM bulunduğunu ilk kez duyuyoruz onların ağızlarından: Devlet ve hükümet ayırımı. Aslında öyle bir ayırım var ama, onlar şimdiye kadar hiç böyle konuşmuyorlardı; birincisinin ikincisinden daha önemli, daha temel, hep birlikte gözetilmeye ve esirgenmeye layik olduğunu, ikincisinde karar alırken hep birincisini düşünmek gerektiğini pek söylemiyorlardı.
Hükümet, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Apo kararı üzerine, dava edilenin Türk devleti olduğunu, ortaya çıkan sonucun devlet sorunu sayılması gerektiğini ve partiler-arası çekişmeye, üzerinde yazılıp çizilmeye, halkın tepkisini dillendirmeye, hele basın toplantısı, protesto gösterisi, miting falan gibi şeylere kalkışmaya elverişli olmayan bir durumla karşı karşıya bulunulduğunu anlatmaya çalışıyor. Dışişleri Bakanının uyarılarını her zamankinden daha büyük dikkatle dinledikleri anlaşılan genel yayın müdürü, büyük başyazar, ünlü televizyon yorumcusu ve köşe yazarı takımı da hükümetin direktif lerine uyup kalemlerini bir kenara bıraktılar ve ağızlarını kapattılar.
Olsa olsa yarım yamalak bir şeyler yazıp söyleniyor ama, Puccini nin Madama Butterfly Operasındaki hım hım korosu gibi bir hava var ortalıkta.
Oysa, kıyametin koparılmasını gerektiren bir durum söz konusu. Çünkü, karar esasa ilişkin ciddi bir şey söyleyemeden ıvır zıvır itirazlarla Türkiyenin başına bir dert daha açma niyetiyle genel çullanışa katkıda bulunmakta. Dikkat ederseniz, Avrupa Konseyiyle AB Mahkemesinin verdiği pası hemen aldılar ve kale önlerine şandelleyerek ülke içindeki ve dışındaki bilumum volecilere assist lik etmeye başladılar bile. Zaten dolu olan bardağı taşırmak istercesine.
Devletin ve ulusun varlığına yönelik bir kumpasa karşı sessiz mi kalınır?
Bu noktada sormak gerekir; Apo kararında ulusal dayanışma ve devlet sorumluluğu bilinciyle davranılması gerekiyorsa, hükümet aynı bilinci gerektiren başka sorunlarda ulusun tepkisini, yılların politikasını ve öbür temel organları düşünmeden, kendini devlet yerine koyup en ters tutumları niçin benimsemiştir? Örneğin, Kıbrıs sorunu bu halkın ve devletin büyük özverilere katlandığı bir ulusal dava değil miydi? O konuda Annan Planı gibi bir dayatmaya sarılmaya ve Kuzey Kıbrısı da peşlerinden sürüklemeye hükümet olarak hakları var mıydı?
İşlerine gelen durumlarda ulusal egemenliğin temsilcisi Meclis çoğunluğu gerekçesine yaslanmak, ama iktidar olarak köşeye sıkışınca devlet denen kavramın yüceliğine sığınıp herkesin suspus olmasını beklemek koskoca bir partinin kalıbına yakışıyor mu?
Bir türlü sağlam ve onurlu zemine oturtulamayıp yüze göze bulaştırılan dış politika sorunları, bu partinin suyunu her konudan daha önce ısıtacağa ve gidişini çabuklaştıracağa benziyor.
MÜMTAZ SOYSAL - CUMHURİYET GAZETESİ
Yayın Tarihi :
16 Mayıs 2005 Pazartesi 16:20:50