1
Mayıs
2025
Perşembe
ANASAYFA

Engin Ardıç - Star Gazetesi

Kimin ipinde?


 

Bazı konular, bazı gazetecilerden başka hiçkimsenin umurunda değildir.

Ama sesi çıkanlar, hem de çok çıkanlar bu birinciler olduğu için o konu pek önemliymiş gibi kokar.

Örneğin Sezen’in Hıncal’la darılması ya da barışması... Örneğin Tamer’in pipisi, Ayşe’nin kukusu...

Örneğin Atina Olimpiyatları sona erdikten iki hafta sonra hiçkimse hatırlamayacaktır madalya alan ya da alamayan kızlarımızın adları Zeynep miydi Nurcan mıydı Fatma mıydı Elvan mıydı...

Ne Bergama’da siyanürle altın çıkarılması ya da çıkarılmaması Erbaa’da oturan vatandaşı ilgilendirir, ne de Alibeyköy’de iki yüz evin mi üç yüz evin mi yıkılacağı ya da yıkılmayacağı Çamlıhemşin’de yaşayan arkadaşı...

İşte Heybeliada’da Ruhban Okulu’nun yeniden açılması ya da açılmaması da böyle.

Biz ona eskiden ‘papaz mektebi’ derdik, vapurdan gördükçe. Büyüklerimiz Makarios’un da orada okuduğunu hatırlatırlar ve sunturlu bir küfür savururlardı ‘monsenyör’ hazretlerine.

Bu okul açılınca ‘arkasının geleceğinden’ ve işin eninde sonunda Fener’de Vatikan benzeri bir ‘ortodoks kilise devleti’ kurulmasına varacağından korkuluyor.

Korkuluyor dedik ama halkın korktuğu morktuğu yok. Korkan üç beş faşo eskisi.

Örneğin ‘İslamcıların’ ipinde bile değil, üç papaz eksik olmuş, beş papaz fazla gelmiş...

Bir kere, cemaat yok.

Adaların dağını taşını papaz doldursanız, burada yaşayan Rum sayısı (diğer bütün ortodoksları da katın) kelaynak kuşları gibi sınırlı olduğundan, elde ‘kışkırtmaya’ ahali yok.

Noel geceleri kafayı Rejans’ta limonlu sarı votkayla çekip Saint-Antoine kilisesine giden Müslüman Türk serserileri bile bu zokayı yutmazlar...

Bir ‘Fener devleti’ de kurulabilemez.

Bir kere, Vatikan gibi ‘hinterlandı’ yok, mahalle çapında da olsa. Ne Fener’de Rum kaldı, ne Ayvansaray’da, ne Pera’da, ne Tatavla’da. Oralara yerleşmiş ve oraları boklamış Müslüman Türk lumpenleri mi olacaklar bu devletin vatandaşları, yoksa ‘kültür turuna’ çıkmış üç beş entel mi? Böyle bir devletin sınırları, patrikhanenin kapısında başlar ve biter.

İki parçalı bir devlet ha, bir kısmı Haliç tepelerinde, bir kısmı Heybeli tepelerinde... Bangladeş ayrılmadan önceki eski Pakistan gibi...

Böyle bir devlete hiçbir dönemde hiçbir Türk yetkilisi onay veremez, he diyemez, ılık bile bakamaz. ‘Neci’ olursa olsun. Kıyamet kopar. Kan dökülür. ‘Verdim’ diyecek yönetici eceline susar. Hiçkimse bu kadar aptal değildir, Avrupa Birliği’ne girmek için yanıp tutuşsa bile...

Peki ya bizi sinsi sinsi ‘işlemeye’ kalkarlarsa?

‘Misyoner faaliyeti korkusu’, bazı yaşlı egzantriklerin yakın tarih kitaplarından edindikleri bir saplantıdan ibarettir. ‘Kafayı yemiş’ birkaç zavallı entelden başka hiçkimseyi, hiçbir babayiğit Hristiyan yapamaz bu topraklarda. Bize sökmez propaganda. O ıstavrozu alırlar, adamın... cüppesinin cebine sokarlar.

Ama adamlar istiyorlar...

İstemekle olsaydı bütün dünya bizimdi. Atina’da bugün bile İstanbul’u yeniden ele geçirmek isteyen birçok budala yaşamıyor mu? Bizde de Viyana’yı isteyen yok mu sanıyorsunuz?

Yani sen Turan İmparatorluğu kurmak isteme hakkını kendinde görüyorsun da, herifçioğlu Bizans İmparatorluğu isteyince niçin kızıyorsun?

Ama şimdi bana da kızacaklar. ‘Gaflet, dalalet’ suçlamalarını duyar gibiyim.

Zarar yok. Haldun Taner merhum, ‘Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım’ oyununda, ‘kıraat kitapları kahraman ister’ diyordu. Bunlara da oyalanmaları için böyle tehditler gerekli. Benim kedim de evin içinde kendi kendine ‘hayali düşmanlar’ yaratıp onlara pusu kuruyor...

Alın size daha gerçekçi bir hedef: Milliyetçi arkadaşlar yeldeğirmenlerine saldırmayı bırakıp azıcık da örneğin ‘Türk işçisinin emeğinin verilmeyen hakkının’ peşine düşseler nasıl olur? Dağları tepeleri koruyun ama önce bizi koruyun.
ENGİN ARDIÇ - STAR GAZETESİ
Yayın Tarihi : 28 Ağustos 2004 Cumartesi 10:16:29


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?