20
Mayıs
2024
Pazertesi
ANASAYFA

Eşek, katır ve kaltak...

Geceleri henüz daha serin oluyorsa da, gündüzleri sıcaklar iyice bastırdı Köyceğiz’de de.
Yükseklerdeki çamlıklarla kaplı Ağla yaylasına doğru çıkarken; gözlerime, yol kıyısında bir gölgeliğe yan gelip yatmış dinlenen bir eşekçik ilişti.
Eşekçik, “istirahat etme” anlamında dinleniyordu; yoksa Ankara’daki siyasetçi kutuplaşmalarının yeni bir kavgasına neden olan türden, “telekulak”la dinlenmiyordu.
* * *
Her ne kadar eskiler:
Varak-ı mihri vefayı (sevgi vefası belgesini) kim okur kim dinler
demişlerse de; “vefa” değerlendirmesi, “kışla” parfümlü siyasete göre başka, “cami” parfümlü siyasete göre başka bir anlam taşıdığı için; “telekulak”, her birini ayrı ayrı dinliyor olmalı.
* * *
Yol kıyısındaki gölgelikte yan yatmış dinlenen eşekciği, yüreğimden bir el uzanıp okşamak istedi.
Upuzun kirpikleri, melül mahzun bakışlarıyla, insanoğlunun az kahrını çekmemişti eşekler.
Buna karşılık ırksal adları, en ağır hakaretlerde kullanılır olmuştu:
- Eşeğin biri o herif...
- ...
- Ulan eşşek oğlu eşşek, buraya bak...
- ...
- Sakın bir eşeklik edeyim deme...
* * *
Eşekcikler, TCK’nın 301’inci maddesine benzer bir maddeyle, koruma altına da alamamışlardı kendilerini.
* * *
Bendenizin çocukluğunda, Göztepe’de özel otomobili olan pek kimse yoktu.
Buna karşılık toprak yollarda dolaşıp duran eşekli, katırlı satıcılar epey boldu.
* * *
Nasıl olduysa oldu, 1947’den sonra “karayolları seferberliği”yle birlikte hızlanan göç dalgalarıyla; eski bahçeli köşkler, yükseldikçe yükselen beton yapılara; toprak yollar, asfaltlara; eşekli-katırlı satıcılar, kamyonetli satıcılara; tenteli atlı arabalar, taksilere; tabana kuvvet yürüyenler de, özel otomobil sahiplerine dönüştü.
Eşeklerle katırlar da, gözlerden kayboldular.
* * *
28 yaşından küçük 40 milyon çocuk ve genç arasında, hayatında hiç katır görmemişlerin oranı ne kadar acaba?
Sanırım önemli bir bölümü, katırların annelerinin kısrak, babalarının da erkek eşek olduğunu bilmiyordur.
* * *
Türkiye, hızlı bir kalkınmayla burjuvalaşma sürecine girdiği için mi; yüzlerce yıldan bu yana kırsal kesimin öküz ve inekli kağnılarıyla; kentlere kadar uzanan eşekler, eşek arabaları ve katırlar da kayboldu?
* * *
Kesinlikle değişen bir şeyler var, ya değişmeyenler?
Alın, dünkü Radikal’deki şu başlığa bakın:
“Özlem hastane yüzü göremeden 15’inde öldü
Kalbi delik Özlem, parasızlık yüzünden tedavi olamayınca göz göre göre öldü. Kuduz tedavisi gören bir hasta ise ‘parasız’ diye hastaneden atıldı”
* * *
Değişmeyen, eski “kul yığınları”nın, hâlâ daha “adam” yerine konmaması.
Bir de, “kadın”ı sürekli bir küfür aracı olarak kullanmanın ve “erkek millet” yaftasıyla, “Doğa”ya karşı zıtlaşıp durmanın dışına çıkılamaması...
* * *
“Kaltak”, genellikle katırların üstüne vurulan bir eğer türü.
Kızılan kadınlara “kaltak” denmesi ve onların katır eğerine benzetilmesi ise; o eğerlerin üstüne, önüne gelen erkeğin binmesinden ötürü.
* * *
Bilmiyorum, Kırgızlar, Özbekler, Türkmenler, Çeçenler, Azeriler de “kaltak” diye sövüyorlar mı kızdıkları kadınlara; yoksa bu sadece bize mi özgü?
* * *
Eşeklerle katırlar kayboldu ama; bir türlü de “gelişmiş” olunamadı.
“Yerel”likten evrenselliğe; Mehmet Akif’in dinsel hamasetinden, Tevfik Fikret’in küresel hümanizmasına bir türlü geçilemedi.
Ve artık vakit çok geç, tren kaçmışa ve çalkantılı bir döneme de girilmişe benziyor.
* * *
Elbet palmiyeli, muz ağaçlı, akasyalı bir bahçenin pisini kıyısında; mayoyla bir şezlonga uzanıp, kitap okuyarak dinlenmek; “telekulak”la izlenip dinlenmekten çok daha iyi.
* * *
Eskiden yaşlılar yakınırlardı:
- Kimsenin kimseyi dinlediği yok, diye.
Şimdilerde ise medyada flaş haberler, “herkes herkesi dinliyor” diye.
Sağken bunun tersinden yakınanların ruhları şad olsun.
* * *
Ta öteden beri, bizim kimseciklere benzemediğimiz tekrarlanır durur.
“Biz bize benzeriz” diye övünmeye kalksak da; acaba “çağdaş uygarlık düzeyini” oluşturanlar, özeniyorlar mı bize benzemeye; yoksa bizim de hedefimiz onlara benzemek mi?
Bir yığın çelişkili slogan kargaşası.
* * *
Faruk Nafiz, neden kimseye benzemediğimizi şöyle anlatmıştı:

Ninem beş yüz altına alınmış bir köleydi,
Dedem beş yüz altını sayan bir derebeyi.
Kurt kanı, köpek kanı birbirine karıştı,
İkisinden ortaya çıktı bir kurt köpeği.

Ben ninemden kölelik, dedemden kin almışım;
Çini bir kâse kadar başkadır içim dışım.
Elini öpmek için yalvarsa da bakışım,
Isır diye tepinir gözlerimin bebeği.
* * *
Elleri bir yandan öpmeye çalışırken, bir yandan da ısırmaya kalkmaktan vazgeçsek, cumartesileri; sıcaklar bastırmış da olsa, daha mutlu yaşanmaz mı?

ÇETİN ALTAN-MİLLİYET
Yayın Tarihi : 31 Mayıs 2008 Cumartesi 14:39:51
Güncelleme :31 Mayıs 2008 Cumartesi 14:43:26


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?