22
Mayıs
2024
Çarşamba
ANASAYFA

İki süreç ve cumhurbaşkanlığı/Cengiz Çandar/Referans

11. Cumhurbaşkanı'nı süzerken 10. Cumhurbaşkanı'nı hatırlamak

Anadolu Ateşi grubu, geniş alanın bir köşesine kurulmuş sahnede, arkan gelen yüksek volümlü müziğin eşliğinde bir halk dansından diğerine aniden geçerek gösterilerini sürdürürken Başbakan, yanında eşi ve dağınık düzen yürüyen refakatçileriyle önümde durdu. Önceki cuma günü, Antalya Lara’da bir proje ve belediyecilik harikası olan Atıksu Biyolojik Arıtma Tesisi’nin açılış töreni... Belek’teki “Nehir Havzaları Yönetimi Uluslararası Kongresi”nin açılış konuşmasını yapıp, Lara’ya koşmuştu.

Alana girdiği vakit, herkes ayağa kalkmıştı. Önümde dikilen Anadolu Ateşi’nin başkomutanı Mustafa Erdoğan’ı fark etti. El sıkıştı. Göz göze bile gelmedik ama ben, onu bir metre mesafeden dikkatle süzdüm. Yanımdakine döndüm, “Ocak ayının 3’ünde birlikte Beyrut’a gittiğimizden bu yana ilk kez, bu kadar yakından görüyorum. Aradan yaklaşık iki buçuk ay geçmiş. Fakat, yüz çizgileri ve saç rengi, sanki aradan iki buçuk yıl geçmiş gibi gösteriyor onu” dedim.

Belki de iki buçuk ay geçtikten sonra Çankaya Köşkü’ne çıkacak. Aklımdan, “Acaba, bu iki buçuk ay içinde bir iki buçuk yıl daha yol alır mı yüz çizgileri?” düşüncesi geçti. Tayyip Erdoğan 53 yaşında. Mikhail Gorbaçov, Sovyetler Birliği’nin başına geçtiğinde 54 yaşındaydı ve tüm dünyada “genç lider” diye heyecan uyandırmıştı. Çankaya’ya giderse Gorbaçov’dan bile genç olacak.

Yüz çizgileri derinleştikçe ve “Kasımpaşalı delikanlı” görüntüsünün yerine, “umur görmüş devlet adamı” çizgileri yerleştikçe sanki “cumhurbaşkanı sıfatı”na daha uygun düşer diye anlamsız bir düşünce zihnimi yalayıp geçti.

Sonra Kemal Atatürk’ün Çankaya’ya çıktığı tarihi hesapladım. 41 yaşındaymış. Bayağı genç. Çok genç. Üstelik, o tarihe dek, “cv”sine Anafartalar kahramanlığını, en önemlisi milli mücadele liderliğini sığdırmıştı. Tarihi bir şahsiyet olarak ismini tescil ettirmişti.

Ama nereden baksanız, yaş bakımından bir “baba” figür olması da gerekmiyor. Atatürk örneğini bir yana bırakırsak -ki, o da baba bir yana “Atatürk” ismini almıştı- Çankaya sakinlerinin genellikle yaşını başını almış, hatta eleğini devlet hizmetinde ve siyaset yaşamında elemiş figürler olması alışkanlığı zihinlerimizde yer etmiş olmalı. Özellikle 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in “baba” olması, bunda bayağı rol oynadı.

Şimdiki Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, cumhurbaşkanı olmasa, yaş haddinden emekli olacak bir Anayasa Mahkemesi Başkanı'ydı. Kimse, onu cumhurbaşkanlığı sıfatı edinecek olmasından ötürü garipsemezdi ve garipsemedi.

“Baba”dan bir önceki cumhurbaşkanının ömrü görev süresini tamamlamaya yetmedi. Turgut Özal’ın 1993 yılındaki ani ölümü görev süresini kesmese, Çankaya’da daha üç yılı vardı. Öldüğü vakit, ölmek için genç bile sayılabilirdi. 66 yaşındaydı. 62 yaşında Çankaya’nın yolunu tutmuştu ama onun da toplumun benimsediği bir lakabı vardı: Tonton. Devletin başının “tonton” bir figür olması, Çankaya’daki ikametgâha uygun düşüyordu.

Daha önceki cumhurbaşkanlarından biri, -seçilmeden gelse de- Kenan Evren’in bir önceki sıfatı genelkurmay başkanıydı. Yaşını başını almış, devletin en tepelerinde zaten dolaşmış, 12 Eylül askeri darbesinin lideri olarak “devlet başkanı” sıfatını da “cumhurbaşkanı” ilan edilmeden önce üstlenmişti.

1960’ların Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay da bir orgeneral ve görevi Washington’da bir hastanede can pazarındaki Cemal Gürsel’den aldığında, genelkurmay başkanıydı. Cemal Gürsel’i cumhurbaşkanlığına, yakın tarihimizde “askeri darbelerin anası” diye nitelenebilecek olan 27 Mayıs getirmişti. Cemal Gürsel, 27 Mayıs 1960’ta Kara Kuvvetleri Komutanı'ydı ve ordunun “Cemal Aga”sı olarak tanınıyordu. Bir “baba figür” daha. Baba, Aga, Tonton... Türkiye’de cumhurbaşkanı olmak için avantajlı nitelikler...

Fahri Korutürk, 1973’te, cumhurbaşkanı seçimi, neredeyse her vakit olduğu gibi “krizli” bir sürecin ertesinde bir “uzlaşma” ismi olarak seçildiğinde, “cv”sinde deniz kuvvetleri komutanı ve oramiral gibi sıfatları yerleştirmiş bir isimdi. Yaşlı başlı, oturaklı, efendi bir figür...

Bir askeri darbe sonucu, 10 yıldır yerleştiği Çankaya’dan indirilen Celal Bayar, 80 yaşındaydı. Hem iktidardaki Demokrat Parti’nin bir numaralı kurucusu bir “baba” figür ve hem de Atatürk’ün son başbakanı olarak cumhuriyetin “kurucu kuşağı”na mensup “tarihi” bir isimdi. “Çankaya’da ne işi vardı?” diye kimsenin soramayacağı bir kişilik. Cumhuriyet tarihinin 3. ve ama ilk sivil cumhurbaşkanı.

Atatürk’ün yerini alan ve 1938-1950 arasında cumhurbaşkanı sıfatını üstlenen İsmet İnönü’nün bu sıfatı almasından doğal hiçbir şey olamaz gibi görünür. İstiklal Harbi kahramanı, Atatürk’ün en yakın silah arkadaşlarından bir orgeneral. Uzun cumhurbaşkanlığı yıllarında, bunca önemli sıfatına bir de “Milli Şef”i ekletmişti. “Milli Şef” olabilmesi için Atatürk’ün “Ebedi Şef” olarak anılması gerekmişti.

Ne var ki, bizim yakın tarihimizin tozlu sayfaları karıştırılmaya kalkışıldığında, İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanlığına tırmanışı da sanıldığı kadar kolay olmamışa benziyor. Dönemin Genelkurmay Başkanı ve Atatürk’ten gayri cumhuriyet tarihimizin tek mareşali, Mareşal Fevzi Çakmak’ın desteğiyle yani “ordunun adayı” olarak seçildiği bilinir ya da en azından yaygın biçimde söylenir İsmet İnönü’nün.

Görüldüğü gibi, Türkiye tarihinde “krizsiz” bir cumhurbaşkanı seçimi neredeyse hiç olmamıştır. Ve asker, anayasaya göre “başkomutan”ın seçiminde bir-iki istisna ile hep devrede olmuştur. Mareşal Mustafa Kemal, ilk cumhurbaşkanımızdır. Onun ardından, “ordunun devreye girmesi”yle İsmet Paşa, daha sonra “Milli Şef” olacağı bir cumhurbaşkanlığı yapmıştır.

İlk sivil cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın görev süresi, bir askeri darbeyle kesintiye uğramış ve darbeci subayların başlarına getirdikleri Orgeneral Cemal Gürsel, cumhurbaşkanı olmuştur. Onu parlamento seçmiştir ama seçilmesine muhakkak gözüyle bakılan rakip aday Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil’in, oylamaya saatler kala adaylıktan çektirilerek apar topar, hiç önce öyle bir planı olmadığı halde İsviçre’ye uçması, daha doğrusu uçurulmasından ötürü.

Ağır hastalığı nedeniyle görevine devam edemeyeceği anlaşılınca da -yine parlamento- Gürsel’in yerine Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cevdet Sunay’ı seçmiştir.

Cevdet Sunay’ın görev süresinin dolduğu sırada, ülkede zaten asker güdümlü bir rejim, 12 Mart dönemi söz konusuydu. Rejimin arka planındaki “güçlü adam”, eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral Faruk Gürler'di. Ancak TBMM’nin üzerinden ona destek niteliğinde jetler uçurulmasına rağmen Genel Kurul, Süleyman Demirel’in orkestra şefliğinde, bir başka emekli askeri, emekli Deniz Kuvvetleri komutanlarından emekli Oramiral Fahri Korutürk’ü cumhurbaşkanı seçmişti. Eğer, ordu içinde Faruk Gürler ismi üzerinde bir “konsensüs” olsaydı, herhalde Korutürk seçilemezdi.

Korutürk’ün görev süresinin bitimi, yine bir cumhurbaşkanlığı seçimine yol açtı. TBMM kilitlendi. Kilidi 12 Eylül askeri darbesi açtı. Darbe lideri Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, önce “devlet başkanı” sıfatını seçimle değil, kararla yüklendi; daha sonra 1982 Anayasası referandumu sonucunda cumhurbaşkanı oldu. TBMM seçmeden, istisna hükmü ile.

Araya, onun görev süresinin bitiminde, parlamento çoğunluğuna sahip ANAP’ın Genel Başkanı ve Başbakan Turgut Özal girdi. Sivil ve elektrik mühendisi. Seçildi seçilmesine ama seçiminin meşruiyeti hâlâ tv programlarında tartışmaya sunuluyor; ölümünün ardından 14 yıl geçmiş olmasına rağmen. Bu günlerde Tayyip Erdoğan’ın “seçilmemesi gerektiğine” ilişkin en ağır suçlamaları yönelten Deniz Baykal, Turgut Özal için “Onu Çankaya’dan onursuzca indireceğiz” diyerek amansız bir kampanya yürütmüş olmasıyla hatırlanıyor.

Turgut Özal’ın beklenmedik ölümü, başlattığı çığırın tahkim edilmesi yolunu açtı. DYP Genel Başkanı ve Başbakan Süleyman Demirel, cumhurbaşkanı seçildi. Sivil ve inşaat mühendisi. 1993 şartlarında cumhurbaşkanlığı sıfatı ondan başkasına yaraşmazdı ve cumhurbaşkanlığı seçimi ilk kez “krizsiz” ve “yumuşak iniş”le mümkün oldu.

Gidişi de “krizsiz” ama “çalkantılı” gerçekleşti. Görev süresinin uzatılmaya kalkışılması bir “mini-kriz” yaşattı. Parlamentonun Demirel’in görev süresini uzatması için gerekli anayasa değişikliği yapılacak aritmetiği sağlayamayacağı belli olunca, Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer ismi üzerinde siyasi parti liderleri uzlaştı ve 10. Cumhurbaşkanımıza kavuştuk.

Şimdi ne olacak?

Geleneğimizde askerin karışmadığı veya devrede bulunmadığı pek az cumhurbaşkanı seçimi var. Son 20 yıl içinde, parti genel başkanı ve başbakan sıfatını taşıyan kişinin cumhurbaşkanı seçildiği iki de örnek mevcut.

Bu cumhurbaşkanı seçiminde, cumhurbaşkanlığı seçimleri tarihimizin, birbirine zıt tüm gelenekleri bir arada. Hem asker “devre dışı” değil hem de Özal ve Demirel örneklerinde olduğu gibi iktidar partisi lideri ve görevi devam etmekte olan Başbakan’ın cumhurbaşkanı olma ihtimali söz konusu.

Ülkemizin cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilişkili birbirine zıt iki geleneğinin eşzamanlı olarak söz konusu olması gibi, birbirine zıt iki “süreç” de eşzamanlı olarak yaşanıyor: 28 Şubat süreci ve AB süreci. İlki, askerin siyasete doğrudan veya dolaylı müdahalesini kavramsallaştırıyor; ikincisi ülkenin demokratikleşmesini.

Bu “gelenekler” ve “süreçler”in ilki ağır basarsa Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığını unutun; yok, ikincisi ağır basarsa, 11. cumhurbaşkanının kim olacağı şimdiden belli demektir...









Cengiz Çandar/Referans gazetesi
Yayın Tarihi : 26 Mart 2007 Pazartesi 16:23:28


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
ali bora ÇIKAR IP: 88.235.230.xxx Tarih : 4.11.2007 13:17:41

Atatürk'le ilgili çok güzel şeyler yazmışsın