Günümüzden birilerine laf dokundurup başıma dert alacak değilim, gerçek İttihat ve Terakki Fırkası’ndan sözediyorum.
Oyunu açıklama modası var ya, Ahmet Kekeç de geçen gün açıkladı: “Benim oyum Ahrar Fırkası’na!”
Vallahi benim de gönlüm büyükbabamın partisi olan Osmanlı Sosyalist Fırkası’ndan yana. (Büyükbabam Ali Saip Efendi, Kasımpaşa Tersanesi’nde tornacıydı, devletten geçinenlerden değildi. Ayrıca barlara falan takılmaz, Bodrum’a ya da Alaçatı’ya gitmezdi. Hiçbir iş güvenliği bulunmadan, babamın süt parasını kazanmak için ter döküyordu mütareke yıllarında... Kendine solcu süsü veren serseri zibidilere tepkim, bu gerçekleri hatırladığım zaman başladı.)
Fakat günümüzün bağımsız solcu adayları arasında da hiç tornacı, tesviyeci, makasçı, kalıpçı, sıcak demirci, soğuk demirci falan göremiyoruz maşallah, kolunu sallasan profesöre çarpıyor, aşağısı kurtarmıyor. İki emekli “hayat kadını” var ama ben onların bölgesinde oturmuyorum.
Şakayı bir yana bırakırsak, Ahmet Kekeç kardeşim bu mükemmel şakasıyla “adem-i merkeziyet ve teşebbüs-ü şahsi” istediğini belirtiyor.
Evet, düşünce ve inanç özgürlüğü, serbest piyasa ekonomisi, ve de yerinden yönetim!
Hani faşistlerin “vatan haini” demeyeceklerini bilsem, vallahi aklım yatacak...
Karşısında da, bürokrat diktası, devlet kapitalizmi, güdümlü ve kapalı pazar ekonomisi... Darbe şakşakçısı, halkı cahil bulma ve karşıdevrimci görme sevdalısı, militarist, açıkça söylemeye utanmasa korporatist, ama adında “Halk” olan bir fırka... Başında da Deniz Paşa!... Şu farkla ki, ötekiler bildiğiniz askeriye paşası, bu da başıbozuk paşası!... Üniformasız general... Talat gibi.
Deniz Paşa’ya göre, cumhurbaşkanı seçimi de, halka bırakılamayacak kadar ciddi bir konudur. Çünkü halka bırakırsan gider “uygunsuz birini” seçer.
Bakalım 21 Ekim referandumu yaklaştıkça bunu nasıl savunabilecek, halka dönüp “sen cumhurbaşkanı seçebilecek yetenekte değilsin, oyunu kendi kendine karşı kullanmalı, bu hakkı istememeli, kendini reddetmelisin” lafını nasıl söyleyebilecek? Onu bilmem ama biz çok eğleneceğiz.
Pardon yahu, günümüze gelmeyecek, İttihatçılar’ı anlatacaktık.
Olabilir miydi? Osmanlı İmparatorluğu, son yıllarında bir tür Osmanlı “Commonwealth’ine” doğru evrilip batmaktan kurtulabilir miydi?
Bir tür federasyon... Devlet başkanı olarak padişahı tanıyan, merkezi meclise mebus gönderen, merkezi hükümete bağlı, parası ortak, dış politikası ve ordusu ortak, ama her birinin de ayrı hükümeti, ayrı parlamentosu bulunan, içişlerinde özerk eyaletler...
1908 yılında bu şansımız hâlâ vardı. İmam papazla kol kola geziyor, herkes özgürlük, eşitlik ve kardeşlik istiyordu.
Ama İttihatçılar bu çapta, bu kalibrede adamlar değillerdi.
İki senede yüz seksen derece döndüler, özgürlük getireceğiz deyip darbe yaptılar, “kurtarıcı fikir” niyetine “en çabuk, kısa ve kestirmeden batırıcı fikir” olan ırkçılığa yöneldiler. Bağımsızlık teranesiyle gelip o zamanın süper devleti Almanya’ya domaldılar. Üstelik, eldekini tutmak yerine yeni bir imparatorluk kurmaya heves ettiler. Savaşa girmek için de kaşındılar, tepindiler.
Sanki, ayrılmak isteyen unsurlara “size şu, şu, şu hakları ve özgürlükleri sağladık, gitmeyin, kalın” diyecekleri yerde “bir an önce defolun” der gibiydiler! Bir kısmı zorla gönderildi, bir kısmı çekti gitti, kaçamayan da şimdi delleniyor.
Alınız, bundan günümüze yönelik istediğiniz sonuçları çıkarınız.
Bari, Osmanlı İmparatorluğu’nu batırdıkları gibi Türkiye Cumhuriyeti’ni de batırmasalar...
Biz de modaya tersten uyalım: Oyumu kime vermeyeceğim?
Büyükbabamı aç bırakanlara, ona sendika hakkı, toplusözleşme hakkı, grev hakkı, siyasi parti hakkı, iş güvencesi tanımayanlara, 1925 yılında Takrir-i Sükûn Kanunu’yla ağzını açıp konuşmasını bile yasaklayanlara vermeyeceğim. Diğer torunları vereceklerse bu da onların utancı olsun. Ben Ali Saip Efendi’ye ihanet etmem. İttihat ve Terakki’ye ya da onun uzantılarına oy değil zırnık yok, zırnık.
“Sosyalizm uyduramadık faşizm verelim” diyenlerin de selamını bile almam.
engin ardıç/akşam
Yayın Tarihi :
19 Temmuz 2007 Perşembe 14:40:19