28
Mayıs
2024
Salı
ANASAYFA

Kürtlere göre/Enis Berberoğlu/Hürriyet

Hürriyet gazetesinden Enis Berberoğlu'nun "Kürtlere göre PKK hangi 3 hatayı yaptı?" başlıklı köşe yazısı şöyle... 

68 yaşındaki Şerafettin Elçi bir Kürt politikacısı. Bu ülkede bakanlık koltuğunu da gördü, hapishaneyi de.

Şerafettin Bey, yeni partisinin kuruluşunu Hilton Oteli’nin balo salonunda ilan ediyor. Ama daha önemlisi, Kürt meselesi üzerindeki PKK ipoteğinin kalkacağına dair umut veriyor.

Şerafettin Elçi’ye göre PKK üç nedenle ve haklı bir şekilde "terörist" damgası yedi:

1) Stalinst ideolojiyle disiplini altına girmeyen her Kürt’ü ortadan kaldırılması gereken düşman saydı, Kürtler arasında bile düşman yarattı.

2) Güneydeki Kürtlerin (Kuzey Irak) devletleşmeye doğru ilerleyişini engellemeyi, baltalamayı siyasi hedef seçti, çok büyük kayıplara neden oldu.

3) Hiçbir etik ve ahlaki kurala uymadan, kendilerine uzun yıllar hizmet etmiş arkadaşları dahil (örgüt içi infazlar hatırlatılıyor), pek çok suçsuz, günahsız masum insanı ortadan kaldırdı.

Şerafettin Elçi’nin 8 sayfalık konuşmasında PKK ve terörist sözcüğü iki kez yan yana geçiyor. Elçi PKK için önce "Terörist damgası yedi" diyor, ardından ekliyor: "Günümüzde terörist örgüt damgası yiyen bir hareketin başarı şansı sıfırdır. PKK çözüme engeldir."

Yanlış anlaşılmasın, bu satırları aktarmaktaki maksadım, kesinlikle "Bakın işte biz söylüyorduk, şimdi Kürtler de kabul etti" kolaycılığına kaçmak değil.

Çünkü Güneydoğu’da yeterince zaman geçirdim, devletin hatasını/gafletini, PKK’nın zulmünü gördüm, kendim dahil herkese kanaat notumu verdim. Teyide, şahide ihtiyacım inanın yok!

Ama Kürt meselesinin özgürce tartışılması için Türk aydınının devletiyle hesaplaşması, Kürt aydınının da PKK’nın emireri olmaktan kurtulması elzemdir. Parti çalışma arkadaşları için "Hür Kürtler Grubu" adını seçen Şerafettin Elçi’nin PKK eleştirisi, Kürt cephesinde yaşanacak yüzleşmenin işaret fişeği sayılabilir, o yüzden çok önemsiyorum.

Cazibenin adresi

KÜRT liberali, özelleştirme ve serbest ekonomiden yana politikacı Şerafettin Elçi, siyaseten federatif yapıya inanıyor. Elçi, bu önerisinin hem yönetenlere hem de seçmene aykırı geleceğinin farkında, ancak Kuzey Irak’taki başarılı örneğin zaman içinde daha iyi anlaşılacağına inanıyor. Federasyona ihtiyaç var mı, o konuda şüpheliyim. Ama anlaştığımız nokta belli. Kuzey Irak, Güneydoğu için cazibe merkezi oluştururken çaresiz seyredemeyiz, dengeleyici politikalar şart.

16 yıl önce Cizre’de tanıdım

ŞERAFETTİN Elçi’yi kürsüde dinlerken 16 yıl öncesinin mart ayına, sıcak bir Cizre gecesine döndüm. Cizre’de nevruzun ardından özel timle halk arasında gerginlik çıktı, kan döküldü. Kıdemli foto muhabiri Sökmen Baykara ile ilçeye girdiğimizde çatışmalar sürüyordu, zaten birkaç saat sonra giriş-çıkışlar yasaklandı. Halk meydanda, asker-polis kuşatmada, sokaklarda barikatlar kurulu, elektrik kesik, lastik ateşi geceyi aydınlatıyor. Gazeteci Mehmet Korkmaz kolumdan tuttu, yüksek taş duvarlı bir eve götürdü. Şerafettin Bey’le işte böyle tanıştık. Konukları da tanıdıktı, daha sonra Refah Milletvekili olacak Belediye Başkanı Haşim Haşimi ile DEP’ten önce Meclis’e, oradan da hapse girecek İnsan Hakları Şube Başkanı Orhan Doğan. Elçi ve yerel kanaat önderleri sabaha kadar herkesle görüşerek ortamı yumuşattı, ertesi günkü cenazede kan dökülmesi önlendi. Ne var ki takip eden süreçte 30 bin can kaybına kimse engel olamadı. Yıllar sonra Elçi’ye o geceyi hatırlattım, dedi ki: "O tarihte beni dinleselerdi, ne bu kan dökülürdü, ne de bu düşmanlıklar yaşanırdı." Yerel ölçekteki performansına şahit olduğum için ben bu iddiasını ciddiye aldım, umarım bu kez soydaşları da alır.


Hürriyet
Yayın Tarihi : 9 Temmuz 2006 Pazar 12:41:18


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
nail amudi IP: 212.98.6.xxx Tarih : 12.10.2006 14:41:50
ŞERAFETTİN ELÇİ’YE!.. “Etnik Milliyetçilik Yaparak Prim Yapamazsınız!.. Türkiye, Birlikte Yaşama İradesini Hiçbir Zaman Kaybetmeyecek!..” PKK’nın ateşkes değil, silah bırakması gerektiğini vurgulayan Şerafettin Elçi, dün gece Can Dündar’ın NTV’de sunduğu “Neden?” programında “etnik milliyetçilik” yaparak, eleştirdiği PKK ve DTP’nden farklı bir çizgide olmadığını ortaya koydu. PKK’nın “ateşkes” kararını açıklamasının ardından bir basın açıklaması (2 Ekim 2006) düzenleyen Şerafettin Elçi; “PKK’nın tek taraflı silahlı eylemleri durdurma kararı alması yeterli değildir. Bu karar, silah bırakmaya dönüşmelidir. Elde silah durdukça yeniden çatışma ihtimali yüksektir. PKK saflarında silahlı çatışma yanlısı grupların olduğunu biliyoruz. PKK’lıların elinde silah bulundukça, ateşkes veya silahlı eylemleri durdurma söylemleri inandırıcı görülmemektedir. Kalıcı bir barış ve huzur ortamı için PKK, çok net ve kesin bilmeli ki, silahlı mücadele Türkiye’nin başını ağrıtsa da, daha çok Kürtlere zarar vermektedir. Bu nedenle PKK, koşulsuz silahlarını bir daha eline almamak üzere toprağa gömmeli ve silahlı kadrolarını Türkiye dışına çıkarmalıdır. Türkiye’deki reformların önünü kesmemelidir. Günümüzde terörist örgüt damgası yiyen bir hareketin başarı şansı sıfırdır. PKK ile arasına mesafe koyamayan DTP de çizgisi değiştirmelidir” diyerek, PKK ve DTP’ni uyarmıştı. Programda yaptığı açıklamalarla Kürtler arasında taban bulamayan “Hür Kürtler” isimli yeni partisi için oy avcılığına soyunan Elçi, önümüzdeki süreçte Kürtler arasında yaşanacak cepheleşme ve yüzleşmenin de işaret fişeğini yakmış oldu. Şeraffetin Elçi’nin; “Kürtler kandırıldılar. Kürt sorunun çözümü federatif sistemdedir. Devletin kurucusu olarak Türkler ve Kürtler belirtilmelidir” sözleri, programa katılan konukların yanı sıra, izleyicilerden de tepki gördü. Can Dündar, programa yüzlerce tepki mesajının geldiğini söyledi. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları arasındaki birlikte yaşama iradesini ve Türkiye’de Kürtlerin dışındaki diğer etnik unsurların da yaşadığını görmezlikten gelerek, “etnik milliyetçilik” propagandasıyla prim sağlamaya çalışan Şerafettin Elçi, aslında PKK ve DTP’nden farklı olmadığını da ortaya koyarken, tarihi gerçekleri çarpıtmıştır. Kürtler konusunda önemli çalışmaları bulunan Batılı uzmanlardan David McDowall’a göre, Yavuz Sultan Selim zamanında kendi rızalarıyla Osmanlı’ya katılan Kürtler, genellikle kendi yaşadıkları Doğu Anadolu yöresinde Osmanlı Ordusuna hafif süvari olarak destek verdiler, küçük çaplı çatışmalarda önemli rol oynadılar. Sultan Abdülhamid, kendi adını vererek kurduğu “Hamidiye Alayları” ile Kürtleri bölgede önemli bir askeri güç haline getirdi. Hamidiye Alayları, özellikle Ermeni çetelerine karşı başarılar sağladı. Birinci Dünya Savaşı yıllarında ise Rus işgaline karşı direndiler. Kürtler, Birinci Dünya Savaşı’nda genel olarak Osmanlı İmparatorluğu’na büyük bir sadakat gösterdiler. Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki Osmanlı Ordusu’nun büyük bölümü Kürtlerden oluşuyordu. (Claude Cahen, Osmanlılardan Sonra Anadolu, sf.100 vd) Mustafa Kemal, Samsun’a çıktığında Kürtlerin sadakatinin farkındaydı ve daha önce Diyarbakır’da 16.Kolordu’da görev yaparken tanıdığı bu insanlara güveniyordu. 16 Haziran 1919’da Kazım Karabekir Paşa’ya yolladığı telgrafta; “Doğu vilayetleri halkının, Ermeni çetelerinin acımasızlığına ve taarruzlarına hedef olmuş, en büyük felaketi görmüş bir unsur olmak sıfatıyla, birlik ve fedakarlık lüzumunu en önce takdir ettikleri iftiharla görülmektedir. Bu sebeple ben Kürtleri de bir öz kardeş olarak bağrımıza basıp, tek bir milleti bir nokta etrafında birleştirmek ve bunu dünyaya Müdafaa-i Hukuku Milliye cemiyetleri vasıtasıyla göstermek karar ve azmindeyim.” Zaten Kürt aşiretleri de, “din ve vatan uğrunda açılacak mücadeleye katılmaya hazır olduklarını” Kazım Karabekir Paşa’ya açıkça bildirmişlerdir. Kürtleri, Milli Mücadele’ye kazandıran Atatürk, Hamidiye Alayları’ndan kalan Kürt milisleri önce Müdafaa-i Hukuku Milliye cemiyetlerine, sonra da düzenli orduya katmıştır. Urfa ve Maraş’ın düşman işgalinden kurtarılmasında çok önemli roller üstlenen Kürtler, İsmet Paşa’nın ifadesiyle “Milli Mücadele devamınca bu memleketin evlatlarına yakışır şekilde gayret gösterdiler.” Ancak Kürtlerin, içinde “bağımsız Kürdistan” kurmak isteyen küçük bir milliyetçi grup vardı. Başlarında Şerif Paşa’nın bulunduğu bu “Jön Kürtler”, düşman kuvvetlerle anlaşarak önce 1919’da Paris Konferansı, sonra 10 Ağustos 1920’deki Sevr Anlaşması’nda boy gösterdiler ve tarihte geçerlilik kazanmayan Sevr’e, “Kürt halklarının Türkiye’den bağımsızlık elde etmeleri” yönünde bir madde eklettiler. Ancak bu kadro, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki Kürt liderler tarafından şiddetle kınandı. Erzurum, Erzincan, Van ve Diyarbakır’dan 30 ayrı Kürt aşiret lideri, Fransız Yüksek Komiserliği’ne, “Türklerin ve Kürtlerin, soy ve din itibariyle kardeş olduklarını ve hiçbir zaman ayrılıklarının düşünülemeyeceğini, Kürtlerin hiçbir zaman Türkiye’den bağımsız bir devlet olma taleplerinin bulunmadığını” vurgulayan protesto mektupları yolladı. Ahmet Arif, Mehmet Sıdık, Bediüzzaman Said Nursi, Kürtler adına yayınladıkları ortak bildiride, Sevr Anlaşması’nın kabul edilmediğini ve lanetlendiği belirterek, Kürtlerin ayrılık taleplerinin olmadığını vurguladılar. Kürt din alimleri de, Anadolu müftülerinin yayımladığı ve Milli Mücadele’de Atatürk’ün yanında olunduğu yönündeki fetvayı imzaladılar. Lozan görüşmeleri yapılırken Batılı devletlerin Kürtleri “azınlık” olarak göstermekte ısrar etmeleri üzerine ise, Kürt kökenli Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya Bey, 3 Kasım 1922’de Meclis kürsüsüne çıkıp şöyle demişti: “Avrupalılar diyorlar ki, ‘Türkiye’de yaşayan akalliyetlerin (azınlıkların) en büyüğü, en kesretlisi (kalabalığı) Kürtlerdir.’ Bendeniz Kürdoğlu Kürdüm. Binaenaleyh, bir Kürt olarak sizi temin ederim ki, Kürtler hiçbir şey istemiyorlar. Biz Kürtler vaktiyle Avrupa’nın Sevr paçavrası ile verdiği bütün hakları, hukukları ayaklarımız altında çiğnedik ve bütün manasıyla bize hak vermek isteyenlere aynen iade ettik. Türk Milletinin bir ferdi olarak, Türklerle birlikte Devletimiz için kanımızı döktük, onlardan ayrılmadık ve ayrılmak istemedik ve istemiyoruz.” Bir sonraki celsede ise, Diyarbakır, Van, Urfa, Siirt, Bitlis, Erzurum, Erzincan, Mardin, Muş, Kastamonu, Pozan, İzmir, Antep, Malatya milletvekillerinin hepsi şu cümlelerin altına imza attılar: “Türk, Kürt bir kütle-i vahidedir. Kürtler, hiçbir vakit Türkiye camiasından ayrılamaz ve bunu ayırmak için hiçbir kuvvetin gücü yetmez.” (Mustafa Akyol, Kürt Sorununu Yeniden Düşünmek, Mart 2006) Demokratik Toplum Partisi’nin lideri Ahmet Türk diyor ki: “Kuzey Irak’ta Kürtler, Saddam tarafından baskı altına alındıklarında dağlara veya Türkiye’ye kaçtılar… Güneydoğu Anadolu’daki şiddet olayları sırasında binlerce insan köylerinden göç etmek zorunda kaldı. Ancak bunlardan hiçbiri başka bir ülkeye kaçmadılar, dağlara da çıkmadılar. Göçmek zorunda kaldıklarında İstanbul’a, Mersin’e veya Antalya’ya gittiler. Bu durum, Türkiye’deki Kürt kökenli Türk vatandaşlarının burayı bir vatan olarak gördüklerinin ispatı değil midir?” (CNN Türk, Ankara Kulisi, 4 Aralık 2005) Türkiye, kendine yönelik saldırılara karşı en güzel ve en etkin yanıtı, bütün öteki millet, ırk ve devletlerle ilişkilerinde, eşitlik ve adalet esasına dayalı bir yurtseverce davranış içinde verebilir. Yurtseverlik, kan ve ırk bağını değil, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin çıkarlarını ön plana alır. Yurtseverlik, insanlarımızı Türk, Kürt, Rum, Ermeni, Gürcü, Laz, Alevi, Sünni olarak değil, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak görür ve aralarında ayrım yapmaz. Yurtseverlik, ABD ve AB’ne, Türk düşmanı ya da dostu olarak değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin çıkarları bağlamında, eşitlik ve sosyal adalet ilkeleri çerçevesinde bakar. İster Türklük, ister Kürtlük duygusuyla olsun, Türkiye’de etnik çatışmayı körüklemek, Türkiye’ye büyük zarar verecektir. Dünyada etnik milliyetçiliğin marjinalleştiği toplumlarda; büyük kitlelerin ve kitle kuruluşlarının, aynı zamanda aydınların büyük çoğunluğunun o toplumlarda eski “çatışmacı” kültürleri aştıkları ve bu şekilde doğası itibariyle çatışmacı olan etnik milliyetçiliğin toplumdan “tecrit” edildiği görülecektir. Kurtuluş Savaşı’nın Cumhuriyet’le taçlandırılması, millet egemenliğinin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin oluşumu ile kullandırılmasında, laik-demokratik Türkiye hedefinin temellerinin atılmasında, etnik aidiyetleri, inanç farklılıkları ne olursa olsun, T.C. vatandaşlarının oynadığı kurucu ve yaratıcı rol, vatan ve millet kavramlarına, tarihsel birikimimizi de katarak sağlam, içeriği olan bir yapı kazandırmıştır. Bu sebeple, Anadolu, etnik kaynaşmanın etnik ayrışmayı yendiği bir yer haline gelmiştir. Son gelişmelere ilişkin de ilave bir saptama… Etnik sorunlar birçok ülkede var, her birinin özelliği ayrı. Ama çok genel iki çizgi dikkat çekiyor: Evvela teröre karşı çıkmak! Terör, masaya oturarak değil, yolu kesilerek durdurulur. Öcalan da “ateşkes” açıklamasında, terörle bir noktaya gelinebileceğini "ama nihai çözüme ulaşılamayacağını" söylüyor kendi tabanına. Terörle mücadele ederken, etnik milliyetçiliğin kaynaklandığı nüfus kesimini demokrasi yoluyla siyasi sisteme, kalkınma yoluyla da toplumun geneline entegre etme politikaları geliştiriliyor, bunun yolları açılıyor. Türkiye'nin ilave bir şansı var: Nüfusumuz o kadar iç içe geçmiştir ki, Kürtçü gruplar da boş hamasetin ötesinde, bırakın "ayrılma"yı, uygulanabilir bir "ayrışma" programı bile sunamıyorlar. Baba Hakkâri'de, oğul Edirne'de; nasıl böleceksin?! Kan gövdeyi götürür! Onun için, Melik Fırat'ın girişimi fiyaskoyla sonuçlandı. Kürtler, Şerafettin Elçi’nin de “etnik milliyetçilik” oyununa gelmeyecektir. Unutulmamalı ki, PKK’nın sözcülüğünü yapan DTP, Kürt kimliğini sahiplenen kitlelerden bile umduğu oyu ve desteği alamıyor. Terörün durması olumlu bir gelişmedir. PKK mevsimlik değil de, inandırıcı şekilde terörü bırakırsa, Türkiye’de “reform, kalkınma, demokrasi, ekonomi, dostluk, hoşgörü" için tüm yolların doğal olarak açıldığı görülecektir. Nail Amudi nail_amudi@hotmail.com

nail amudi IP: 212.98.6.xxx Tarih : 18.10.2006 17:08:44
KARAYILAN, PKK MİLİTANLARINI SATIŞA ÇIKARDI!.. PKK, PARALI ASKER Mİ OLUYOR!.. Değişen Ortadoğu problematiğinde yepyeni bir rol üstlenebileceğini ilan eden PKK’nın, ABD’nin “paralı askerliği”ne soyunması, başta İran olmak üzere, bölgedeki İslami grupların ve Kürtlerin tepkilerine neden oldu. “PKK bitti, yolun sonuna geldi, geleceği yok” söylemlerine karşılık, örgütün geleceğinin ne olabileceğine dair en önemli işaret, 9 Ekim 2006 tarihli Newsweek’ten geldi. Murat Karayılan, Amerikan dergisine verdiği demeçte; “ABD bizi hep düşmanlarımızın gözüyle gördü. Oysa biz, dost olarak algılanmak istiyoruz” dedikten sonra, “7 bin dolayındaki silahlı militanıyla PKK’nın, Irak’ta ve İran’da(!) İslam köktenciliğine karşı mücadelede ABD’nin değerli bir müttefik olabileceğini” sözlerine ekliyordu. Karayılan’ın açıklaması, başta İran ve Irak olmak üzere, bölgedeki İslami ve Kürt grupların tepkisine neden oldu. “PKK’nın ABD’ne satıldığını” vurgulayan Kürdistan İslami Birlik Partisi lideri Dr.Selahaddin Bahaouddin, Erbil kentinde 10 Ekim 2006 tarihinde yaptığı basın açıklamasında, Karayılan’ın açıklamasını şiddetle kınayarak, “bölge ülkelerinin, PKK ile mücadelede Türkiye ile ortak hareket etmeleri gerektiğine” dikkat çekti. Kürtlerin hakları için mücadele ettiğini açıklayan PKK’nın, para karşılığı kendisini ABD’ne pazarladığını vurgulayan Kürt lider Bahaouddin, şöyle dedi; “Karayılan, İslami gruplara karşı mücadelede ABD’nin yanında yer alacaklarını açıklayarak, örgüt militanlarını satışa çıkarmıştır. ABD tarafından finanse edilen PKK, bölgedeki İslami ve Kürt gruplar için en büyük tehdidi oluşturmaktadır. PKK’nın, kimlere uşaklık ettiği ortaya çıkmıştır. İran, Irak, Suriye’nin yanı sıra, bölgedeki tüm İslami ve Kürt grupları, PKK’ya karşı Türkiye’nin yanında mücadeleye çağırıyoruz.” Tepkiler karşısında Murat Karayılan, sözlerine açıklık getirmek için 10 Ekim 2006 tarihinde örgütün yayın organına bir açıklama daha yaptı ve şunları söyledi; “Newsweek dergisi, benimle yaptığı bir röportajı hem çarpıtmış, hem de öyle bir tuhaflıkla vermiş ki, sanki bizim dünya ile ilişki kurma hakkımız yokmuş gibi yansıtmış. Elbette ki biz bir sistem olarak ABD ile demokratik çözüm sürecinin gelişmesi çerçevesinde ilişkilenmek ve dostluk geliştirmek istiyoruz. Bunu ‘ortak düşmana karşı birlikte hareket edelim’ gibi söylemediğimiz sözlerle çarpıtarak yansıtmak doğru değildir.” Karayılan, Amerika ile “iyi ilişki geliştirme” konusundaki tercihlerinin eleştirilmesine kızıyor. Zira, “sanki bizim dünya ile ilişki kurma hakkımız yokmuş gibi” diyor. Zaten sonraki cümlesinde de “bir sistem olarak ABD ile demokratik çözüm sürecinin gelişmesi çerçevesinde ilişkilenmek ve dostluk kurmak” istediklerinden söz ediyor. Kendisini terörist listeye alan ABD ile PKK’nın dostluğu nasıl bir dostluk olabilir ki?.. Karayılan, “ortak düşmana karşı birlikte hareket etme” cümlesini kabul etmiyor. Oysa geçen ay Cemil Bayık’ın, “ABD’nin, Suriye ve İran ile ilgili projelerinde her iki ülkeyi de en iyi bilen kadroların PKK’da olduğunu söyleyerek, ABD ile birlikte hareket edebilecekleri” yönündeki açıklamalarını hatırlatmak isterim. Murat Karayılan’ın açıklamalarını değerlendiren yerel kaynaklar ise, önümüzdeki günlerde İran ve etkisi altındaki İslami grupların PKK mensuplarına yönelik saldırılara yönelebileceklerine dikkat çekiyorlar. Ben bu gelişmeler sonrası iki noktaya dikkat çekmek istiyorum; Birincisi; Karayılan’ın bu uzun röportajında “Türklerin aksine, Kürtler fazlasıyla ABD sempatizanıdır. Eğilimleri Amerikancılık yönündedir” şeklindeki açıklamasına, örgüt kadroları, sempatizanları ve PKK’nın müttefikleri, özellikle kendi anti-emperyalist sol tahayyülleri ile PKK’nın bu yaklaşımını nasıl değerlendirecekler, doğrusu merak ediyorum. “ABD ile PKK’nın müttefik ve dost olması”ndan ne anlıyorlar? Ve tabii, bundan böyle bölgede İran, Irak, Suriye gibi ülkelerin yanı sıra, bölgedeki İslami örgütlere karşı Amerikalılar hesabına “paralı asker” rolüne soyunabileceğini gösteren Karayılan’ın bu sözleri, PKK’nın, Kürtlerin hakları için mücadele ettiğini düşünenler eğer hala varsa, onlara bu düşüncelerini terk etmelerinin zamanının gelip geçtiğini hatırlatan yeni ve çarpıcı bir uyarı olsa gerek diye düşünüyorum. Nail Amudi Nail_amudi@hotmail.com