19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Murat Bardakçı - Hürriyet Gazetesi

Türbanın bu çeşidi Lübnan’dan ithaldir

Bugün ‘türban’ dediğimiz ve gece-gündüz tartışır olduğumuz omuzlara kadar inen başörtüsü modelinin ilk defa nerede ortaya çıktığını acaba hiç merak ettiniz mi?

İslami terminolojideki ismi ‘hicab’ olan bu modeli 1970’li yılların başında Lübnan’da yaşayan üst düzeyde İranlı bir din adamı, Hüccetülislam Musa Sadr, Güney Lübnanlı Şii kadınları bölgeye hákim olan Filistinli gerillaların tacizinden koruyabilmek için yaratmıştı.

1979’daki İran Devrimi’nin de benimsemesiyle model bütün İslam dünyasına yayıldı, bir ideoloji ve kimlik alámeti halini aldı ve bu arada biz de ithal ediverdik. Kimsenin ne giydiğine karışmak hiç ádetim değildir ama türbana içim bir türlü ısınamıyor, zira bana hiç de estetik gelmiyor ve örtünme konusunda asırlar boyunca kendi modasını kendisi yaratıp zarif bir çizgi yaratmış olan Türk kadınının Lübnan’dan örtünme modeli ithal etmeye ihtiyaç hissetmesinin sebebini bir türlü anlayamıyorum.

Önce, bir hususu açıkça ifade edeyim:

Artık dur-durak bilmez hale gelen türban inatlaşmasından bıkanlar arasındayım. ‘Canı isteyen başını örtsün ama bunu siyasi vasıta háline getirmesinler’ demek istiyorum ama işin içine bugünün türbanı girince bir türlü diyemiyorum.

Diyemememin sebebi ideolojik değil, sadece ve sadece estetik! Zira başı tamamen örttükten sonra omuzlara inen, sırttan bele doğru genişçe bir üçgen halinde dökülen ve adına şimdilerde ‘türban’ dediğimiz bu örtü bana hiç mi hiç estetik gelmiyor. Üstelik bizim değil, ithal...

Bu örtünme biçiminin ilk defa nerede göründüğünü, İslam dünyasına nasıl yayıldığını ve hangi yolla bize kadar geldiğini acaba hiç merak ettiniz mi?

‘Türban’ sözü, 18. asrın sonlarında Fransa’da, Osmanlı İmparatorluğu’nun Paris elçisi Moralı Esseyid Ali Efendi’nin sarığının verdiği ilhamla ortaya çıktı. Paris sosyetesine mensup hanımlar 1790’ların sonunda Ali Efendi’nin sarığına benzer şapkalar takmaya, saçlarını kıymetli kumaşlarla sarmaya başlamışlardı ve bu yeni moda ‘türban’ adını aldı. Sarıkta kullanılan, bugün ‘tülbent’ dediğimiz ve Farsça aslı ‘dülbend’ olan kelime Fransızca’da ‘turban’a dönmüştü!

Örtünmenin İslami terminolojideki karşılığı ise, ‘hicab’ sözüydü ve her çeşit başörtüsünün genel karşılığı, Arapça’da ‘bakışlardan gizlenmek’ ve ‘saklanmak’ demek olan ‘hecebe’ kökünden gelen ‘hicab’ kelimesiydi.

Bugünün ‘türban’ dediğimiz ve omuzlara kadar inen başörtüsü, ilk defa 1970’lerin başında, Lübnan’da ortaya çıktı. Modelin yaratıcısı, üst düzeyde bir din adamıydı: Lübnanlı Şiiler’in lideri olan Hüccetülislam Musa Sadr... Ama koskoca Hüccetülislam’ın moda yaratmayı düşünecek háli yoktu ve model herhangi bir dini düşünceyle değil güvenlik maksadıyla ve Şii kadınların tehlikeden korunmaları için ortaya çıkmıştı!

TACİZ TEHDİTLERİ

Şiiler, Lübnan’ın güneyinde çoğunluktaydılar ama bölge 70’li yılların başından itibaren Filistinli gerillaların kontrolü altına girmişti. Kral Hüseyin’in Ürdün’den kovduğu gerillalar, sivil Filistinlilerle beraber Güney Lübnan’a yerleşmiş vaziyetteydiler. Askeri bakımdan zayıf olan Lübnan hükümeti, topraklarındaki siláhlı milislere karşı birşey yapamıyordu ve ülkenin güneyi Filistinliler’in kontrolündeydi.

İşin askeri yönünden başka bir de sosyal boyutu vardı ve Şii Lübnanlılar ile Filistinli gerillalar arasında her an bir gerilim yaşanıyor, gittikçe artan ekonomik sıkıntılara Şii kadınların gerillalar tarafından taciz edilmeleri gibi günlük rahatsızlıklar da ekleniyordu.

Yaratıcılığını Hüccetülislam Musa Sadr’ın yaptığı bugünün türbanı işte bu gibi rahatsızlıklardan, özellikle de Şiiler’in sık sık uğradıkları tacizlerden doğdu ve kısa bir müddet sonra çarşafa bürünmemiş olan hemen bütün Şii kadınlar bir örnek giyinir oldular.

Musa Sadr, Şah dönemi İran’ının en büyük gazetesi ‘Kayhan’ın başında bulunan ve İran’ın en güçlü gazetecisi olan Emir Tahiri’ye 1975 yılında Beyrut’ta verdiği demeçte modeli bizzat hazırladığını anlattıktan sonra ‘İlhamımı Batı dünyasının kilise resimlerinden ve Lübnan’daki Katolik rahibelerin kulladıkları başörtülerden aldım’ diyecekti. Sadr’a göre Lübnanlı Şii kadınlar bu yeni örtünme biçimi sayesinde diğer dinlerden ve mezheplerden olan hemcinslerinden apayrı bir görünüm kazanırlarken tacize ve tecavüze uğrama ihtimalleri de en aza inmişti, zira yeni oluşmaya başlamış olan siláhlı Şii hareketinin de koruması altına girmişlerdi.

Hicab, Lübnan’dan ilk olarak İran’a ihraç edildi ve Şah’ın gidişini hazırlayan olayların başladığı 1977 sonbaharında Tahran’da yönetim aleyhinde yapılan gösterilerde ortaya çıktı. Şah karşıtı kadınların bir kısmı hicaba bürünmüşlerdi. Sürgünde yaşayan ve 1979’da Şah’ın devrilmesiyle sürgünden dönen İmam Humeyni’yi Tahran’ın Mehrábád havaalanında karşılayan yüzbinlerce İranlı kadının arasında da artık binlerce hicablı kadın vardı.

KİMLİKALÁMETİOLDU

Yeni tip başörtüsü, İslam Devrimi’nden sonra önce İran’da, hemen ardından da bütün İslam dünyasında bir kimlik alámeti halini aldı. Dr. Ali Şeriati ile beraber İran Devrimi’nin fikri temellerini ortaya koyan Ayetullah Murtaza Mutahhari, Şah karşıtı ayaklanmalar sırasında yayınladığı ‘Hicab-ı İslami’, yani ‘İslami Örtünme’ isimli kitabında ‘Müslüman kadının niçin kapanması gerektiği’ konusunu ele alacak, Kur’an’ın ‘Nur’ ve ‘Ahzab’ surelerinde emredilen örtünme biçiminin omuzlara kadar uzanan başörtüsü olduğunu yazacaktı.

Ayetullah Mutahhari’nin dini kimliğini belirlediği hicab, İran’da 1981’de yayınlanan ‘Kadınlar İçin İslami Giyim Yönetmeliği’ne girdi. Yönetmelikte çarşafın ve bu tür başörtüsünün İslam’a en uygun örtünme biçimi olduğu söyleniyordu ama İranlı kadınlar başörtüsü seçiminde serbest bırakıldılar. Çarşafa bürünmek yahut yüzü kapatmak mecburiyeti getirilmedi, sadece yüzlerin açıkta kalacak şekilde kapanması emredildi. Şehirli kadınlar genellikle çenenin altından düğümlenen normal başörtüsünü tercih ederlerken devrim yolunda çaba gösteren kadınlar şimdi ‘türban’ dediğimiz örtünme biçimine uydular, kırsal kesim ise eskiden olduğu gibi çarşaflı kaldı. İran’da bugün bizde bilinenin aksine çarşaf yahut omuzları kapatan türban mecburiyeti hiçbir zaman konmadı.

İTHALENEGEREKVAR

Günümüzün türbanı işte böyle doğdu ve İran Devrimi sırasında kazandığı popülarite zamanla ideoloji sembolü ve siyasi kimlik vasıtası olarak bütün İslam dünyasına yayıldı ve bize kadar geldi. Modelin ortaya nasıl çıktığını Musa Sadr’dan bizzat dinlemiş olan İranlı gazeteci Emir Tahiri’nin ‘New York Post’ Gazetesi’nde 2003’ün 15 Ağustos’unda çıkan yazısını ise farketmedik bile...

Türkçe’de bugün ‘türban’ dediğimiz ‘hicab’ın macerası, işte kısaca böyle... Yukarıda da söyledim, kimin başına ne örttüğü beni artık hiç mi hiç ilgilendirmiyor ama Lübnan malı hicaba da içim bir türlü ısınamıyor, zira estetik hoşluğu yok!

Örtünme konusunda asırlar boyunca kendi modasını kendisi yaratmış ve yaşmak, ferace, kadın fesi, felek tabancası, hotoz, maşlah, tandırbaş, yemeni, kundak yemeni, salma yemeni yahut tepelik gibi çeşit çeşit modellerle zarif bir çizgi yakalamış olan Türk kadınının Lübnan’dan örtünme modeli ithal etmeye ihtiyaç hissetmesinin sebebini bir türlü anlayamıyorum.

Türbanın mucidi Musa Sadr’ı Kaddafi ortadan kaldırmıştı

OMUZLARI kapatan ve adına şimdi ‘türban’ dediğimiz başörtüsü biçiminin yaratıcı olan Seyyid Musa es-Sadr, İranlı idi. İran’ın dini ilimler merkezi olan Kum şehrinde, 1928’in 15 Mayıs günü dünyaya geldi. Kum’da ve Tahran’da dini eğitim aldı, ‘Mekteb-i İslam’ adında bir dergi çıkarttı ve bir müddet Kum’daki medreselerde hocalık edip ‘Hüccetülislam’ derecesine yükseldi.

Musa Sadr, Seyyid Abdülhüseyin Şerefeddin’in 1960 yılında ölümüyle dini otorite boşluğuna düşen Güney Lübnanlı Şiiler’i toparlamak maksadıyla Lübnan’ın Sur şehrine yerleşti ve kısa sürede bölgenin en güçlü dini lideri oldu. 1969’da kurulan ‘Yüksek Şii Konseyi’nin başkanlığına gelmesiyle ‘imam’ unvanını aldı, bu arada çok sayıda vakıf ve okul kurdu, 1971’de İsrail’e karşı mücadele etmek maksadıyla Müslüman ve Hristiyan din adamlarından meydana gelen bir diğer dini konseyi hayata geçirdi.

1974 ilkbaharında kurduğu ve ‘Mahrum Bırakılmışlar, Ezilmişler Hareketi’ diye tercüme edebileceğimiz ‘Hareketu’l-Mahrumin’ isimli örgüt, Musa Sadr’ın en güçlü eseriydi. Örgüt, Lübnanlı Şiiler’in sosyal alanda refaha ulaşması için çaba gösterecekti ancak ülkede iç savaşın patlaması üzerine etkisiz kalınca Musa Sadr bu defa da siláhlı bir diğer grubu organize etti. ‘AMAL’ isimli bu örgüt Şiiler’in hem siyasi hem de askeri gücü olacak ve 1990’lı yıllara kadar adından sıkça bahsettirecekti.

Aslen İranlı olmasına rağmen Lübnan’ın siyasi hayatında son derece etkili olan Musa Sadr, 1978 Ağustos’unda, Güney Lübnan’daki Filistinli mülteciler konusunda temaslarda bulunmak maksadıyla Libya’ya gitti ama bu, onun son siyasi faaliyeti oldu ve Sadr’dan bir daha haber alınamadı. Libyalılar İmam’ın Muammer Kaddafi ile görüştükten sonra Roma’ya giden bir uçağa bindiğini iddia ettiler, İtalya ise Sadr’ın uçakta bulunmadığını açıkladı ve dini lider kayboldu!

Ailesi, özellikle de kızkardeşi, Sadr’ın Libya’da bir zindanda tutulduğunu ve halen hayatta olduğunu iddia ederken, Şii dünyası Musa Sadr ile kayıp 12. İmam Mehdi arasında bir benzerlik kuruyor ve İmam Musa Sadr’ın da günün birinde Mehdi gibi yeniden ortaya çıkacağına inanıyor.

MURAT BARDAKÇI - HÜRRİYET GAZETESİ
Yayın Tarihi : 23 Mayıs 2004 Pazar 16:52:45


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?