30
Mayıs
2024
Perşembe
ANASAYFA

Neredeler?.. 301, özgürlükler, kadınlar, vaatler nerede?.. Ve 'o başbakan' nerede?..

İki parti arasındaki 'Var mısın yok musun?' pazarlığının içyüzü MHP Genel Başkan Yardımcısı'nın demecinden anlaşıldı: 'Mesele' ne özgürlük, ne kadın hakları meselesiymiş. Bir 'hasat meselesi'ymiş

Mesele özgürlük mü? AKP, bu işi özgürlükleri savunma bilinciyle mi yapıyor? Sözcülerinin iddia ettiği gibi, üniversiteye giremeyen başörtülü genç kızlarımızın 'giyim özgürlüğü'nü sağlamak için mi?
Peki ama, bir de 301 konusu vardı. O da bir özgürlüğün konusuydu. 'Düşünce özgürlüğü'nün... Değişmesinin gerektiği, iktidar sözcülerince de belirtiliyordu. O ne oldu?
Rafa kalktı... Niçin?.. Çünkü, pazarlık masasına oturan MHP'liler -Acun Ilıcalı'nın programındaki deyimle- "Türbana varız ama, 301'e yokuz" dediler...
AKP'liler de "Bizim derdimiz türbandır. Gerisi laftır" hesabı ile, 301'i gündemden çıkarmayı hemen kabul ettiler.
Böylece bir kere daha görüldü ki, AKP'nin yönetici kadrolarının
'özgürlük'ten anladıkları şey, sadece türban, takke, tarikat gibi konulardaki 'özgürlük'lerdir.
'Düşünce özgürlüğü', 'basın özgürlüğü', 'bilim ve sanat özgürlüğü' gibi özgürlükler ise, kendilerinin işine yaramıyorsa, umurlarında bile değildir.
Hele sanatın, resim ve heykel yapma, karikatür çizme gibi alanlarındaki özgürlükleri düşünün:
Resim çizme, heykel yapma özgürlüğü, bir yandan bazı mahalli idarecilerin yasaklarına, bir yandan da eli çekiçlilerin kırıp dökmelerine karşı, var olma mücadelesi içindedir.
Karikatür çizme özgürlüğü ise, başta Başbakan olmak üzere, belirli politikacıların açtığı veya açtırdığı davaların tehdidi altında kalmaya devam ediyor.
Kısacası: AKP kadrolarında 'türban özgürlüğü' dışındaki özgürlüklerin
'kavram'ı bile hâlâ oluşmamış görünüyor.

Kadınlar nerede?
Mesele, kadınların haklarıyla ilgili bir mesele mi? AKP bunu kadınları savunmak için mi yapıyor? Sözcülerinin iddia ettiği gibi, başörtüsü kullananların 'mağduriyet'lerini gidermek için mi?..
Peki ama, bu sorunu giderme iddiasıyla yapılan çalışmalarda, kadınların da görüşlerinin alınması gerekmez miydi?
Başı açıkları, başı örtülüleriyle, bu konudaki tutumlarını belirlemiş olan pek çok kadın var. Başı açık olup da, başörtüsünü savunanlar da var, başörtülü olup da, kızının, torununun başörtülü olmasını istemeyenler de...
'Üniversitede türban' konusunda görüş oluşturmuş kadın dernekleri de var...
Bunlardan, birbirinden farklı tutumlarda olanların en azından bazılarını dinlemek gerekmez miydi?
Çünkü bir taraf, üniversiteye 'başörtüsüyle girememe mağduriyet'inden şikâyetçi, bir taraf da bir gün gelip 'başı açık olamama' veya çocuklarını 'başı açık tutamama mağduriyeti'ne uğramaktan kaygı duyuyor...
Bu şikâyet ile bu kaygıyı aynı zamanda ortadan kaldıracak veya en azından azaltacak bir formül bulunamaz mıydı? O formülü oluşturabilmek için, iki tarafın da görüşlerini, 'kendilerinden' dinlemek gerekmez miydi?
Hatta belki, iş onlara bırakılsaydı, iki tarafın da uzlaşmaya yatkın olanları bir araya gelebilir, o formülü onlar oluşturabilirlerdi. Bu sürece, bir şekilde onların da katkıda bulunmasına imkân vermek gerekmez miydi?
Hayır... Her şey, iki partinin sekiz kişilik gizli 'türban komisyon'u toplantısında halledilecek... Karar öyleydi.
AKP'den Cemil Çiçek, Burhan Kuzu, Sadullah Eren, Bedir Bozdağ, MHP'den Cihan Paçacı, Oktay Vural, Faruk Bal ve Deniz Bölükbaşı... Komisyonun üyeleri onlardı.
Hepsi kendi alanlarında deneyimli politikacılar olabilirler ama, biraz da dışarıya açık olsak, o arada dışarıdaki kadınları da dinlesek demediler...
Dışarıdaki kadınlar bir yana, komisyonun üye sayısını 10'a çıkarıp, aralarına iki partiden birer kadın politikacı almayı bile düşünmediler.
Oysa bu defaki kadrolarında değerli kadın milletvekilleri de vardı. Büyük kısmı da üniversite mezunuydu. 'Kadın hakları'nın konuşulduğu bir partilerarası komisyonda, üyelerden hiç olmazsa beşte birinin kadın olması sağlanamaz mıydı?
Hayır?.. O da hiç akla gelmedi. Gazetelerde, 'Bu niçin böyle?' diye yazıldığında da, onlara şöyle bir cevap verildi:
"Biz o komisyonda moda ve giyim konuşmuyoruz ki, oraya kadınları da çağıralım."
Yani kadın, sadece 'moda' ve 'giyim' konuşulduğu sırada, fikrine başvurulacak kişi...
Peki, öyleyse, kadının, üniversiteye gidip okumasını istemenin anlamı ne?.. Ve parti aday listelerine üniversiteli kadınları alıp milletvekili seçtirmenin anlamı ne?..
Kadınların, madem ki, sadece moda üzerine, sadece giyim kuşam üzerine söz söyleme hakkı var, ne işleri var Meclis'te?.. Gitsinler o zaman modaevlerine, terzilere, başlarının kapalı veya açık oluşuna göre, türbanlı veya türbansız defilelere...

Anayasa nerede?
Çok değil, bundan beş ay öncesini hatırlayalım. Günlerden 3 Eylül Salı'ydı. Gazetelere bir haber sızdı. AKP, Anayasa'nın tümünün yeniden yazılmasıyla oluşan bir 'Anayasa taslağı' hazırlatmıştı.
Taslakta, 1982 Anayasası gerekçesinden başlayarak, egemenliğin kullanımından, partiler hukukuna, hukuk devleti esaslarından eğitime kadar birçok konudaki maddesinde değişiklikler vardı. Ama en çok eğitim ve laiklikle ilgili maddeleri dikkati çekiyordu.
Bazı eleştiriciler, maddelerin yazılışının laikliği zedeleyebileceğini söylüyorlardı. Taslağı savunanlar da, tam tersine, taslağın 'din derslerini zorunlu olmaktan çıkaracak' bir 'alternatif madde'si olduğunu, eğer bu kabul edilirse, laikliğin daha da güçleneceğini öne sürüyorlardı.
Ama birinciler, taslakta bir de, türbanın üniversitede serbest bırakılmasını sağlayan bir 'alternatif madde'nin varlığını da hatırlatarak, 'önemli olan odur' diyorlardı.
Eylül ayı bu tartışmalarla geçti. AKP, taslağı bir de Sapanca'da bir otelde toplanan bir parti içi çalışma grubunda görüştürdü.
Sonra onu parti yönetimi ele aldı.
O arada da birçok tartışma yapıldı. Başbakan bu tartışmalara katıldı ve taslağın laikliği zedelediği iddialarını şiddetle reddetti. 'Koskoca Anayasa taslağını bir türban meselesi haline getirenler'den şikâyet etti. "Bizim aklımızdan hiç geçmeyen şeyleri, varmış gibi gösteriyorlar." dedi.
Ve 13 Ekim 2007 günü Pendik'teki Yunus Emre Kültür Merkezi'nin açılışında aynen şunları söyledi:
"(Anayasa taslağını) başta tüm partilere, bütün sivil toplum örgütlerine, medya gruplarına ve üniversitelere göndereceğiz. İnternet sitesinden tamamını yayımlayacağız. Kim eleştiride bulunuyorsa kabulümüz. Açığız. Ve buna da ilave etmemiz gerekiyorsa ederiz, çıkarmamız gerekiyorsa, çıkarırız. Burada Türkiye Cumhuriyeti'ne anayasa yapıyoruz."
Bu sözlere güvenerek, Anayasa taslağı üzerinde yeniden çalışanlar, görüşlerini AKP yönetimine bildirenler oldu. Tartışmalar,
öneriler biraz daha devam etti.
Fakat bir gün geldi, bir 'AKP+MHP' buluşmasından sonra, o taslak birden gözden kayboldu. Yerine sadece 'türban'la ilgili Anayasa maddeleri geldi. Üniversite Kanunu'ndaki bir madde değişikliğiyle birlikte...
Peki, o anayasa taslağı ne oldu?
O anayasa taslağı bir gün gelip Meclis'te görüşülecekse, bu 'türban' maddelerinin, niçin o taslak içinde görüşülmesine gidilmedi de, böyle alelacele ve kimseye danışılmadan yasalaştırılması tercih edildi?
Ayrıca: Başbakan'ın 'Kim eleştirirse kabulümüz' sözüne ne oldu?
Ne konunun birinci derecedeki ilgilisi olan üniversite rektörlerinin sözüne kulak asıldı, ne kadın derneklerinden, ne işçi ve işveren kuruluşlarından gelen eleştirilere...
Onlara, kulak asmak şöyle dursun, terbiye hudutlarını da aşan hakaretler edildi.
Evet, nerede o anayasa, nerede Başbakan'ın verdiği sözler?..
'O başbakan' nerede?
Ve asıl, nerede 22 Temmuz 2007 gecesi, yüzde 46.6'lık seçim zaferini kazandıktan sonra, halka hitap ederek şu sözleri söyleyen 'o Başbakan' nerede?
"Oyunu AK Parti'ye vermeyenlere de seslenmek istiyorum. Sizin sandıkta verdiğiniz mesajı da anlıyorum. Kime oy vermiş olursanız olun, oylarınız bizim için değerlidir. Rahat olunuz. Çünkü milletimizin emanetine sonuna kadar sahip çıkacağız."
"AK Partililere söylüyorum: Bu başarı bizi şımartmamalı, başımızı döndürmemelidir. Sakın ola ki, sizin sevinciniz bizim gibi düşünmeyenlerin üzüntüsü olmamalıdır."

Mesele 'hasat' meselesiymiş
Bütün 'o nerede' diye sorduklarımızın yerinde şimdi, MHP Genel Başkan Yardımcısı Tunca Toskay'ın seçim bölgesi Antalya'da yaptığı basın toplantısındaki bir açıklaması var. Önceki günkü Vatan'da yayımlandı. Türban konusuyla ilgili durumu, kendi partisinin durumuyla birlikte özetliyor. Şöyle:
"1970'ten itibaren Milli Görüş çizgisindeki partiler ile AKP, türbanı hep gündemde tuttu, avantaj sağladı. Bu haksız rekabete son vermek istedik. Biz ne yaptığımızı biliyoruz. Maliyetini de ödemeye hazırız, hasadını da yapacağız."
Böylece anlaşıldı ki, 'mesele', ne özgürlük, ne kadın, ne üniversite meselesiymiş. Sadece bir 'hasat meselesi'ymiş.

Altan Öymen/Radikal
Yayın Tarihi : 5 Şubat 2008 Salı 10:18:09


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?