1
Mayıs
2025
Perşembe
ANASAYFA

Ortadoğu'da yeni durum/ Cengiz Çandar/Bugün

Bugün gazetesinin köşe yazarı Cengiz çandar'ın Ortadoğu'daki son gelişmeler ile ilgili yazdığı köşe yazası şöyle.... 

Ortadoğu'da yeni durum ve Türk diplomasisinin sınırları...

İsrail, 18 gün önce Gazze yakınında kaçırılan bir askerini "Dış Hamas"ın elinden kurtaramamışken, şimdi kuzeyinde iki askerini Hizbullah'a kaptırdı. İsrail ordusu, Güney Lübnan'a girdi. Başbakan Ehud Olmert, gelişmeden Lübnan hükümetini sorumlu tutuyor ve Hizbullah eylemini "savaş ilanı" sayıyor; İsrail Genelkurmay Başkanı Dan Halutz ise askerler serbest bırakılmadığı takdirde İsrail'in tepkisiyle "Lübnan'ın sivil altyapısının 20 yıl öncesine döneceğini" söylüyor.


İsrail şimdi iki cephede, Güney'de Gazze ve Kuzey'de Lübnan ile "fiilen" savaş görüntüsünde. Ortadoğu'daki gerginliğin alevleri, bir "bölgesel yangın" ihtimalini barındıracak şekilde yayılıyor. 

Bu iş nereye varacak? Nerede, nasıl duracak? 

Cevabı şu anda verilemeyecek sorular bunlar. Peki İsrail, "iki cephede birden savaşabilir mi?" Bu soru bana dün çeşitli televizyon kanalları tarafından defalarca soruldu. Bu sorunun cevabı basit: 1967'de üç Arap ülkesiyle, hem de Nasır'ın Mısır'ı, Suriye ve Ürdün'le üç cephede savaşmış ve her üçünü de tarihlerinin en yüz kızartıcı askeri yenilgisine uğratmıştı. İsrail askeri makinesinin iki cephede birden savaşabilmek gibi bir sorunu yok. Savaşır. 

Sorun burada değil. Sorun, bu kez, ortada Arap-İsrail savaşlarının yarım yüzyılı aşan tarihinde tanık olduğumuz türden bir "konvansiyonel savaş" olmaması ama buna rağmen "şiddet iklimi"nin tüm bölgeyi sarıp sarmalamasında.
 
İsrail, büyük ölçüde Hizbullah'ın silahlı mücadelesinin sonucunda, yıllarca işgali altında bulundurduğu Güney Lübnan'ı 2000 yılında Ehud Barak hükümeti zamanında terk etmişti. Geçen yıl ise, Ariel Sharon hükümetinin aldığı "tek taraflı çekilme" kararıyla, 1967'den beri işgali altında tuttuğu Gazze'yi boşaltmıştı. Bu "boşaltma" kararı, Gazze'nin yol açtığı "gereksiz askeri maliyet"e bağlanmıştı ve bu "yüksek askeri maliyet", büyük ölçüde Hamas'ın silahlı direnişiyle söz konusu olmuştu. Zaten, İsrail'in Gazze'de bıraktığı boşluk, çok vakit geçmeden Hamas ile doldurulmuştu. 

Şimdi İsrail, 2000'de boşalttığı Güney Lübnan'a, 2005'te boşalttığı Gazze'ye de geri dönmüş görüntüsünde. Kendisini "İsrail'in ancak silahlı direniş" ile "işgalini sona erdirmeye mecbur edilebileceği" izlenimini ortadan kaldırmak zorunda hissediyor. Bu da, bölgedeki "stratejik denge"yi kendi lehine kesinlikle değiştirmek ihtiyacını ortaya çıkıyor. İsrail, çok "dramatik" ve o ölçüde "stratejik" kararlarla yüz yüze. 

Bu ise Hamas'ın ve Hizbullah'ın "belkemiği"ne kaldırılamayacak kadar ağır darbeler indirmek niyetini beraberinde getiriyor. Bunun anlamı, Ortadoğu'da çatışmanın boyutları ve çapının artması demek. Kabağın Lübnan'ın başında patlaması, "Suriye karşıtları" ile başta Hizbullah "Suriye yanlıları" arasında son derecede hassas bir dengede duran Lübnan'ın yeniden "iç savaşa" ya da en azından "istikrarsızlığa" sürüklenmesi tehlikesini getiriyor. Şimdilik görünen, İsrail'in Suriye ile hesaplaşmasını Lübnan güreş minderi üzerinden yapacağı.
"Dış Hamas"tan ve Hizbullah'tan söz ettiğiniz anda, her ikisinin de "lojistik desteği"ni elinde bulunduran Suriye'den ve dolaylı olarak İran'dan da söz ediyor demeksiniz. İsrail'in girişeceği "askeri harekat", bölgedeki "stratejik denge"yi Suriye ve İran aleyhine belirlemek gibi bir amaç güdebileceği için, çatışmanın boyutları ve çapı, bir "uluslararası kriz" ölçeğinde genişleme tehlikesini barındırıyor.
İsrail'in asıl büyük hatası, gerek Güney Lübnan'da ve gerekse Gazze'de işgalini "tek taraflı" uygulamalarla sona erdirmesiydi. İsrail'in "çözümsüzlüğü çözüm diye dayatan" saldırgan politikasının gelip dayandığı nokta, bugün tüm bölgeyi rehin alan "şiddet iklimi" ve "siyasi kaos" oldu. 

Bölgedeki tüm aktörlerin ve her türlü sorununun içi içe geçip, düğümlendiği bu olağanüstü karmaşık tablodan nasıl çıkılacak?
Cevabı da, anahtarı da kimsenin cebinde değil. "Tek süper devlet" Amerika'nın bile değil. 

O nedenle, Türkiye'nin -bizim kamuoyunun çok önemsediği ve yüksek beklentiler biriktirdiği- "arabuluculuk misyonu"nu da çok abartmamalıyız. Türkiye, özellikle bizzat Başbakan Tayyip Erdoğan son günlerde çok faal bir diplomatik trafiğin içindeydi ama Hizbullah'ın iki İsrail askerini kaçırması ve İsrail'in Lübnan'a girmesinden sonra, şu anda bölgede bir "yeni fotoğraf" var. Türkiye, bu "fotoğraf"ın neresine, nasıl girecek; belli değil. 

Türkiye'nin son girişimi, bundan önceki iki yıl içindeki Ortadoğu pozisyonlarından çok farklı bir çerçeve içinde gerçekleşmiştir. Bunu not etmeliyiz. Günlerdir de yazdığımız bu. Başbakan'ın Suriye Devlet Başkanı Başşar Esad'a başdanışmanını göndermesi, orada yani Şam'da "Dış Hamas" lideri Halid Meşal ile yapılan görüşme, bizzat İsrail'in isteği ve ABD Başkanı'nın desteği ve onayı ile yapılmıştır. Halid Meşal ile mevcut şartlar altında ve söz konusu çerçevede görüşme yapılmış olmasında -bu görüşmenin yapılmış olduğu önceki gün açığa çıktı- bir yanlışlık yok. 

Ancak, Ortadoğu'da gelinen noktaya baktığımızda, Türkiye'nin Suriye üzerinde kullandığı "nüfuz" ve Halid Meşal ile yapılan görüşmenin ürettiği "somut" bir sonuç da yok. Hem Şam'ın, hem Hamas'ın "kendi hesapları"nın Türkiye'nin eğilimlerinden çok farklı olması nedeniyle hem de İsrail'in krizi tırmandırıcı, "ölçüsüz güç" kullanmaya devam etmesinden ötürü "somut" bir sonuç çıkmadı. 

Şimdi, "oyun"a bir de Şii-Hizbullah dahil oldu. Lojistik ipleri Suriye'nin, ideolojik ve mali ipleri İran'ın elinde olan Hizbullah. Türkiye'nin bu noktada ne kadar, nasıl bir "nüfuzu" olabilir? "Dış Hamas" eyleminin sonuçlarını somut biçimde ortadan kaldıramamışken, Hizbullah eylemiyle çatışmanın boyutlarının ve çapının artmasını Türkiye nasıl engelleyebilecek? 

Bir yandan da, Türkiye'nin İsrail ile aynı safta görünmesi de düşünülemez. Nereden bakılsa, Türkiye için "sıkıntılı" bir durum söz konusu. Böyle bir durumda Türkiye, Ortadoğu'nun "ince buzlu pisti" üzerinde ustaca dans etmeye mecbur.
 
Bu "kaos"ta, bir "bölge ülkesi" olarak "taraf" görüntüsü vermeden, itidalli, soğukkanlı, dikkatli, AB ve ABD ile "eşgüdüm" halinde bir "Batılı ülke" gibi davranma yeteneği ortaya koyması gerekiyor.
Koyabilir mi? 

Bilemiyoruz. Ortadoğu'da hiçbir şey kolay değil...

Bugün
Yayın Tarihi : 13 Temmuz 2006 Perşembe 11:29:56


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?