Bir kavganın anatomisi
21'inci yüzyılı idrak ederken, insanoğlu tüm gelişmişliğine, daha doğrusu dünyanın beşte bir gelişmişliğinin geri kalan milyarlarca insan için de açmış göründüğü gelişme ufkuna rağmen... İki sorunla aynı anda cebelleşiyor: 1. Dünyayı kirletti, doğayla aşırı oynadı, doğal dengeyi tehlikeli biçimde bozdu. 2. Kamuyu, kamusal hizmeti fazlasıyla tukaka etti, herkesin kendini kurtarmasına odaklanmış bir neo-liberal ekonomi zihniyetine çok mahkum oldu.
Küresel ısınmanın; seller, sular, anormal yağışlar, taşkınlar... ve bir yandan da kuraklık, güneşin tehlikesi vesaire olarak geri döndüğünü biliyoruz. İklimlerin, mevsimlerin, alışkanlıkların, savunma hatlarının tarumar olması. Büyüme, zenginleşme, sanayileşme filan derken içine edilen dünya, yoksulluğun, imkansızlığın, cehaletin şiddetinden de nasibini alıyor. Ve fırsat bulduğunda, kendi şiddetiyle ceza veriyor.
Ya birden patlayarak, ya usul usul gıdamıza, suyumuza, havamıza, güneşimize sızarak; her an derimize, ciğerimize, midemize, kanımıza zehir zehir nüfuz ederek. "Doğayla mücadele imkanları" nı çoğaltan, medeniyeti "insanın doğal koşullara tabi olmaması, doğaya müdahale edebilmesi, doğayı dönüştürmesi" olarak tarif eden "gelişme"; doğanın intikam potansiyelini küçümsedi.
Doğa ile adil, eşitlikçi, ona saygılı ve yaşayan-yaşayacak olan tüm insanlara ait, ama aynı zamanda "hiç kimsenin malı, mülkü olmayan" biçimde ilişkide olmak yerine... "Doğaya tahakküm" ile "doğanın dengesini umursamamak" atbaşı gitti. Küçük bir misal: Bol yakıt tüketen, havayı karbona boğan taşıt araçları ile doğanın, zamanın ve mekanın ötesine küçük-büyük yolculuklar insana güç verdi... Lakin, o karbonlar, küresel ve yerel sorumsuzluklarla da birleşerek, küresel ısınma, ozon felaketi olarak yeryüzüne döndü. En gelişmiş ABD'nin en büyük karbon dioksid kaynağı olması... Ve küresel tehlikeler karşısında ortak bir savunma, önlem hattı oluşturulmasına karşı en şiddetli muhalefetin ABD'den gelmesi gibi.
Daha insanlığın büyük kısmı, hem doğal hem de doğanın intikamı kaynaklı açlık, temiz su yetersizliği, birer insan hakkı da sayılabilecek temel kamu hizmetlerinden yoksunlukların pençesindeyken... Gelişmiş ya da orta gelişmiş ülkelerde, belli bir düzeye ve ufka ulaşmış "kamu hizmeti"nin de kaynakları kurutulmak istendi. Bir fikir olarak bile, devlet, kamu, kamusal hizmet, kamu çalışanı lanetlendi. Kötü yöneticilerin varlığı, kamu kaynaklarının israfı, yolsuzluklar bizatihi "kamu"nun manasının unutturulmasının vesilesi sayıldı. Kamusal kaynakları en çok emenler, en çok tüketen ekonomik zihniyetler, "toplumun ortaklığı" ve "halkların dayanışması" olması gereken kamusallığı önce iğfal ettiler, sonra da "kötü kadın" olarak yerin dibine batırdılar.
Kısacası; insanoğlu en çok barışık yaşaması gereken iki unsurla, doğayla ve kendisiyle, kendi soyuyla... Kavgalı, çekişmeci, amansız rekabetçi, dayanışmasını yitirmiş bir ruh ve kafa haliyle yolculuk yaparken... kara da saplanıyor! Sonra güneş açıyor; aymazlık sürüyor.