30
Mayıs
2024
Perşembe
ANASAYFA

VAHİM BİR MEDYA İKTİDAR KAVGASI

Medyanın tam bağımsızlığından (hele çağımızda) hiç kimse söz edemez. Sonuna kadar, öyle olmasını temenni ederiz, zira, medya, toplumun olan bitenden haberdar olması için en önemli, en etkin araçtır. Modern dönemin ürünü olan medya, ta başından siyasal ve ekonomik iktidar ağının kaçınılmaz bir parçası olageldi. Çağımızda, giderek daha fazla ekonomik iktidarın bir uzantısı mahiyetini alıyor. Bu koşullar altında, keşke, en azından tekelleşmenin önünü kesme yolunda adım atılabilse, keşke, medya ile diğer ticari faaliyetler arasına, mümkün mertebe mesafe konulabilse. Oysa, belli ki, pek fazla kimse bunu dert etmiyor, sorun olarak görmüyor.
Gelişmiş Batı demokrasilerinde de durum çok iç açıcı değil. Blair iktidarı ile Murdock medya imparatorluğu arasındaki ilişki İngiltere’de hep tartışma konusu oldu. İtalya’yı, yolsuzluk davalarından bir türlü yakasını sıyıramayan bir medya imparatoru yönetiyor. Hal böyleyken, Türkiye’de geldiğimiz nokta, başından beri medya tekellerinden şikâyet eden bir siyasi çevrenin iktidar olur olmaz, kendi medya tekelini oluşturması oldu. Nasıl ve kimler tarafından oluşturulduğu tartışması bir yana, bu öyle bir medya tekeli ki, kusursuz bir koro görünümü arz ediyor. Mevcut iktidarın, medya anlayışını yansıtan bu koroyu ne kadar ürkütücü bulduğumu daha önce de yazmıştım.

Son tartışmalar çerçevesinde, konu iktidarın önünde engel olarak gördüğü tek büyük medya grubu ile doğrudan karşı karşıya gelmesine kadar vardı. Bu son derece vahim bir gelişme. Her şeyden önce, iktidarın, Türkiye’de karşıt çevre olarak tanımladığı her şeyi, dönüp dolaşıp ‘Hilton davası’ olarak algıladığı için vahim. Haklı veya haksız aleyhinde herhangi bir haber veya yorum yapılmasına hiç tahammülü olmadığını göstermesi açısından vahim. Elinden gelse, hoşuna gitmeyen her sesi susturmaya ne kadar hevesli olduğunu sergilemesi açısından vahim. Aynı zamanda ekonomik iktidar odağı olan medya grupları ile siyasi iktidar, siyasi iktidarla onun rant dağıtma ilişkilerinin bir kavga tablosu içinde, bu kadar ortalara dökülüp, doğal karşılanması açısından vahim.

Kavganın odağında olan Deniz Feneri meselesinden hiç anlamam, zaten onu çözmek davayı kim açtıysa onun işi. Ben zaten (yaptığı her iş hukuki de olsa) bu hayırseverlik gösterilerinden her zaman rahatsız olan biriyim. Deniz Feneri Derneği daha işin başındayken, hayır işini gösteriye dönüştürdüğü için bir eleştiri yazısı yazıp, bu arkadaşları küstürmüştüm. Yoksulluğu, kökünden sorun etmeyip, erzak dağıtarak vicdan aklama yöntemlerini, hukuki çerçevenin ötesinde sorunlu buluyorum.
Ben bu noktada bile sorun görürüken, Almanya’da açılan dava ile, zihnimizde rahatsız edici başka soruları kışkırtan gelişmeler karşısında, koskoca bir çevrede, vicdanı siyasi kaygısının önünde giden hiç kimsenin çıkmaması, benim için fazladan bir hayal kırıklığı oldu. Kendine Müslüman demek kimseyi peşinen masum kılmıyor, tersine fazladan sorumluluk yüklüyor olmalı. Bu yükü hissetmiyenler, belli ki, yapıp ettikleriyle, tutum ve davranışları ile, dinlerinin itibarını zedelemenin vebalini de hiç düşünmüyorlar. İktidarda geçirdikleri sürede olan bitenler gösterdi ki, dinlerine sahip çıkmalarının ölçüsü başörtüsüyle başlayıp orada bitiyor. Bir Müslüman olarak da, buna üzülüyorum.

Nuray Mert / Radikal
Yayın Tarihi : 11 Eylül 2008 Perşembe 09:57:15


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?