17
Mayıs
2024
Cuma
ANASAYFA

Yaşar Nuri Öztürk - Star Gazetesi

Üçlü ittifakın Türkiye’yi götürdüğü yer

 

ARTIK hiç kimse inkár etmiyor ki, AKP, Türkiye’yi bir ittifakın yönetimi altına sokmuştur. Bu, ABD, AB ve AKP ittifakıdır.

İttifakın içerideki ana desteği, bir adı da ‘Mütareke Basını’ olan ‘Kartel Medyası’ndan... Ne ilginçtir, Ege Ordu Komutanı Hurşit Tolon Paşa, şunu söylemek zorunda kalıyor:

‘Türkiye son zamanlarda hain de yetiştirmeye başladı...’

İttifakın muhtelif adları var. Prof. Mümtaz Soysal, ‘ılımlı İslam-Amerika ittifakı’ diyor ve onu şöyle tanımlıyor:

‘Kemalist Cumhuriyetin ilkelerini olabildiğince zayıflatıp dıştan istenenlere direnen güçleri etkisizleştirmek hesabına dayanan bir ittifak...’ (Cumhuriyet, 5 Ocak 2004)

Erol Manisalı, ‘sarıklı-papyonlu koalisyon’ adını kullanıyor ve devam ediyor:

‘Mustafa Kemal, cumhuriyeti kurarken sadece tekelleri değil, misyoner okullarını da kapattı. Çünkü bu okullar sadece eğitim amacı gütmüyorlardı; Batı’nın siyasî, iktisadî, dinî çıkarlarının Türkiye üzerinde egemen olmasına ortam hazırlıyorlardı. Türkiye’de aynı ortaklık bugün kurulmuştur. Papyonlu-sarıklı koalisyonu vardır. Her ikisi de Batı emperyalizminin denetimi altındadır.’ (Cumhuriyet, 5 Ocak 2004)

  • YEŞİL KUŞAK STRATEJİSİ

    Manisalı’ya ekleyeceğim tek şey var: Atatürk’ün kapattığı misyoner okullarının işlevini bugün, Yeşil Kuşak stratejisinin emellerini gerçekleştirmede kullanılan tarîkatlar yerine getiriyor. Batı hizmetinde öylesine ileri gitmişlerdir ki, Hz. İsa gelecek ve dünyayı kurtaracak diye papazlara bile dudak ısırtan kapaklarla dergiler çıkarıyorlar.

    Hıristiyan kurmayların kurtarıcılık rollerine İslam’dan destek üretiliyor. Bu destek vermelere karşı çıkanları eleştiren siyasal İslamcı teorisyenler, savunma olarak şunları söyleyebiliyor:

    ‘Biri çıkıp Hz. İsa’nın ineceği Şam’daki beyaz minareden maksat Beyaz Saray’dır. Hz. İsa oraya inmiş, bazı ulvî ruhlu insanlarla irtibat kurup onları yönlendirmiş ve büyük deccal olan komünizmi yıkmıştır diye düşünebilir...’ (Lütfullah Yavuz, Zaman Gazetesi, 10 Ocak 2004)

    Gördünüz mü? Haçlı egemenliğe nasıl destek verilirmiş, anladınız mı? Çağımızın ‘ulvî ruhlar’ı Beyaz Saray’da oturuyormuş. İşte böyle düşünüyor, buna göre iş yapıyorlar. Demek ki, Irak halkı ve onların ezilmesine karşı çıkanlar ‘süflî ruhlar’...

    İşte Türkiye’de Müslümanları peşine takıp götüren bu anlayışın adı, ‘İslamcı siyaset’ oluyor...

    Takdir sizlerin ve tarihin...

    Bunlar, bir zamanlar, ‘Bir insanın inkárı yoksa, amelde noksanı olsa da Müslümandır, horlanmaması gerekir’ diyerek Türk insanının din adına parçalanmasını önlemeye çalışanları ‘sosyete hocası, dini sosyetenin, Hıristiyanların keyfine uyduruyor’ diye suçlamaktan çekinmiyorlardı. İşte bunlar, bugün var kuvvetleriyle ‘Haçlıları memnun etme yarışı’ içine girmişlerdir.

    Çünkü bugün böylesi prim yapmaktadır. Ve siyaset dinciliğinin temel ilkesi şudur: Prim nerede ise hulûs ve hizmet oraya!..

    ‘İslamcı politika’
    dedikleri şey bu... ‘Sadece İslam için Müslüman olanlar’ın anlayacağı türden değil bu politika... En azından, ben anlayamıyorum. Ama herkes şunu çok iyi biliyor:

  • TÜRKİYE’DEKİ HEDEFLERİ...

    Savunuculuğunu bunların yaptığı ‘sözde İslam’, bugün Müslüman kitleleri ‘insanlığın nefret ettiği bir şiddet ideolojisinin temsilcileri’ olarak damgalatmıştır. Bunlar, ‘ılımlı İslamcı siyaset’ yaftası altında İslam’ı ve Müslümanları mahvediyorlar.

    ‘Ilımlı İslamcı siyaset’ ile Batı emperpalizminin (ABD ve AB) birlikteliğinden oluşan ittifakın Türkiye özelindeki ortak vuruş hedefi, kavram ve kurum olarak laik cumhuriyet, kişi olarak da Mustafa Kemal Atatürk..

    Adını ne koyarsanız koyun, hareketin mahiyeti şudur: Laik Türkiye Cumhuriyeti’ni Atatürkçü, çağdaş yapısından uzaklaştırıp Batı’ya piyonluk yapacak bir dinci devlete dönüştürmek... Daha Kurtuluş Savaşı günlerinde yüreklerini dolduran bu arzu, bugün ‘hedefine varması kuvvetle muhtemel’ göründüğü için olanca güçleriyle çalışmaktadırlar.

    Dış destek Allahına kadar verilmektedir. Çünkü AKP gibi bir müttefik kolay bulunamaz. Cömert davranıp işi bitirmek gerekiyor diye düşünülmektedir.

    Niçin yapıyor bunu Hıristiyan dünya?

    Yapıyor çünkü, ta baştan beri Ankara’nın gösterdiği şu veya bu direncin arkasında daima Atatürkçü zinde güçlerin, yani Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bulunduğu görülmüştür. Her hal ve koşulda, ‘önce Türkiye’ diyen bu güçlerin dirençleri kırılmalı yahut yumuşatılmalıydı. Öyle bir ortak bulunmalıydı ki, hem Atatürk çetin cevizini kırsın hem de başkaca bir problem çıkarmasın. Bu güç bulundu. Hem de hayal edilenin daha üstünde ve ötesinde bir kıvamda...

    Atatürk’ten rahatsız olan dinci siyasettir bu. Ama bunun bir başka şekilde başa bela olmaması, yani radikal İslam denen probleme vücut vermemesi gerekiyordu. Onun yolu da bulundu: Hem İslam olsun, hem de radikal olmasın. Yani patenti Müslüman olsun ama omurgası olmasın... Tanıma uyan isim belirlendi:

    Ilımlı İslam.

  • HERKES DURUMDAN MEMNUN

    Buradaki ılımlı, Batı için şu demek:

    Atatürk ve mirasından nefret eden, bu mirası eritmeyi gaye edinen, ama bunu yaparken Batılı güçlerle işbirliğini aksatmayan, uysal ve uyumlu... Bu ortağın İslamcı yanı onu Atatürk’e karşı güçlerle beraberliğe itecek, Batıcı yanı ise, her konuda Batı’ya bağımlılığı öne çıkaracak...

    Genel literatürde buna mandacı-mütarekeci zihniyet deniyor.

    Evet, Türkiye’nin bugün kaderine hükmetme noktasında bulunan ittifakın gerçek amacı ve esası yapısı bu sinyalleri veriyor. Tarafların uluslararası arenada kravat veya papyon, Fatih Camii avlusu gibi platformlarda sarık ve cübbe taşımaları (veya bazı zeminlerde taşımamak zorunda kalmaları) işin ayrıntısıdır. Gerekirse ‘papaz elbisesi bile giyebilmek’ gibi... Bu, nihayet bir ‘gömlek değiştirme’ işidir, o kadar...

    Türkiye işte böyle bir Türkiye yapılıvermiştir. anlaşılan, halkımız ve bilcümle ‘özgürlükçü, liberal, çağdaş, demokrat, postmodernci, ultramodernci’ kişiler Türkiye’nin bu hale getirilmesinden son derece memnundurlar.

    Siyaset dincisi kurmaylar bu gelinen noktayı, ‘iç ve dış dinamiklerin uyuşumu’ olarak nitelemekte ve göklere çıkarasıya övmektedirler. Sadece bu övgü bile ittifakın bu ülkenin geleceği açısından ne demek olduğunu belgelemeye yeter.

    AKP Başkanlık Danışmanı Yalçın Akdoğan’ın 14 Ocak 2004 tarihli bir televizyon konuşmasındaki şu sözlerini lütfen iyi değerlendirin:

    ‘Son iki yüz yıl içinde ilk defa, iç dinamiklerle dış dinamikler örtüşmektedir... AKP hükûmetinin talepleri ile Batı’nın talepleri birbirini tutmaktadır... AKP yeni bir yol açmıştır ve Türkiye’nin değiştirilmesinde başarılı olacaktır...’ (Cumhuriyet, 16 Ocak 2004)

  • EĞİTİMİMİZE ARAP FİSTANI

    İttifakın Türkiye içi kanadından yükselen bu itirafa dış kanattan sürekli destek ve teyit gelmektedir. Çok ibret vericilerinden bir tanesi Almanya Başbakanı Schröder’ın tarihsel önemdeki sözüdür. Schröder, RTE’nin, işadamlarıyla yaptığı son Almanya gezisinde AKP hükûmeti için aynen şöyle diyor:

    ‘Şimdiye kadar gelenler içinde en fazla anlaştığımız yönetim.’

    İttifakın içerdeki temel niyetlerinin gerektirdiği hamleleri hep birlikte izliyoruz:

    Türk Milli Eğitimi’ne Arap fistanı giydirilmesi, TÜBİTAK yönetiminin tekke yönetimine benzetilmesi, üniversitelerin ‘medreseler’e dönüştürülmesi, Cumhuriyet yönetimi kadrolarının tümden dinci-tarîkatçı ekiplerle doldurulması, ittifak iktidarının canını sıkmaya başlayan gazeteci ve televizyoncuların ‘işsiz bırakılması’, Atatürk Cumhuriyetiyle hesaplaşmayı ‘sebe-i vücut’ bilen zevatın en ileri bürokratik koltuklara oturtulması, TBMM’nin duvarındaki Atatürk posteriyle, Meclis’te hizmet veren Türk askerlerinin ‘Sağ ol!’ seslerinden duyulan rahatsızlığın haykırılması vs.vs.

    Bu temel hamleler asla değişmiyor. Adı ‘takıyyeci’ konmuş iktidarın bu değişmezlerde takıyyesi falan yok. Dümdüz ederek gidiyorlar.

    Bir yılda alınan mesafe, şaşırtıcı bir mesafe olmasaydı, ittifakın AB ve ABD ortakları Türkiye’yi neredeyse bir ‘ekonomik gelişme cenneti’ gibi gösteren ‘Görevimiz Tehlike Filmi’ni aralıksız oynatmayı sürdürürler miydi?... Film öylesine etkili ki, ABD’den getirilen ekonomist Kemal Derviş bile ‘tıkır tıkır çalışan bir ekonomi’den söz ediyor.

    İttifakın, her gün bir yenisiyle karşılaştığımız dış taleplerinden bazıları ise şöyle:

    Kıbrıs ve Ege sorununun Batı’nın istediği biçimde çözülmesi, Ermeni soykırımı yapıldığının, KADEK’in Türkiye’nin karşısına bir siyasal muhatap olarak oturtulmasının kabul edilmesi, Güneydoğu Anadolu’ya kültürel ve yönetsel ayrıcalıkların yani azınlık haklarının verilmesi, Patrikhane’nin ekümenikliğinin kabul edilmesi, yani Eyüp civarında yeni bir Vatikan devletinin ihdasına yol açılması, Kemalizm, ulusal politika, laiklik, hatta bir ölçüde Cumhuriyet gibi kavram ve terimlerden artık vazgeçilmesi...

  • SÖZÜN TAMAMI SÖYLENDİ

    Avrupa Konseyi Genel Sekreteri, ta 24 ocak 1995 günü, Süleyman Demirel’e, gözlerinin içine baka baka şunları söylüyordu:

    ‘Türkiye’nin üniter devlet yapısı terörün kaynağı olabilir. Sorunun tümüyle çözümü için askerî önlemler yeterli değildir; Avrupa Konseyi’nin geliştirdiği azınlık haklarının verilmesi gerekir. Kürtlere azınlık hakları tanınması konusunda kamu oyunda tartışma başlatılmasını yararlı görmekteyiz...’ (Yeni Yüzyıl, 27 Kasım 1996)

    Şimdilik çok açık biçimde telaffuz edilenler bunlar... Devamı ‘az sonra...’

    Ve AKP kurmayları, ‘Tarihimizde ilk kez, Batı’nın talepleriyle bizim taleplerimiz örtüşüyor’ diye üstüne basa basa duyuru yapıyorlar...

    Sözün tamamı deliye denirmiş... Türk insanı elbette ki deli değil... Ama ittifak sözcülerinin söyledikleri bence ‘sözün tamamı’...

    Evet, bu ittifak, işte böyle bir ittifak!

    Türkiye, bu ittifak sayesindedir ki 80 yıllık kazanımlarından bir bir uzaklaşıyor, uzaklaştırılıyor. Kendisini kendisi yapan neyi varsa onları birer birer silkeleyip atıyor ve ‘yeni donanımlar’ kazanıyor. Bu yeni donanımların kazanılması içindir ki, devletin en büyük bürokrat koltuğuna ‘Cumhuriyete gıcık olma’sıyla ünlü Ömer Dinçer oturtulmuştur...

    Mümtaz Sosyal, üç ittifak ile Türkiye’nin bir yıl gibi kısa bir zamanda nerelere getirildiğine şu sözlerle dikkat çekiyor:

    ‘İttifak, içteki niyet sahipleri ile dıştaki hesapları yapanlar arasındadır: İçtekiler niyetlerini gerçekleştirmek ve karşı çıkanları zayıflatmak için dıştakileri kullanmakta, dıştakiler de hesaplarını gerçekleştirmek için içtekilerin niyetlerine yardımcı olmaktadır.’ (Cumhuriyet, 2 Ocak 2004)

    Müslüman-Türk gerçeğinden asırlardır şikáyetçi olan, bu yüzden uykuları dikenlenen Batı, bu ittifak sayesinde tarihinin belki de en tatlı uykularını uyumakta ve her sabah kalktığında şöyle haykırmaktadır:

    Yaşasın Türk-İslam direncinin yok edildiği dünya!!!
  • YAŞAR NURİ ÖZTÜRK - STAR GAZETESİ
    Yayın Tarihi : 23 Ocak 2004 Cuma 15:56:31


    Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?