22
Mayıs
2024
Çarşamba
ANASAYFA

Kent yaşamında kimlere yer olacak? Necati Güngör

Vahşi yaşamın en geçerli kuralı şudur: Güçlüler yaşar, güçsüzler onlara yem olur! 

Kartalın ya da kurdun karşısında tavşanın hayat hakkı yoktur. Aslan aç olduğu zamanlarda ceylanın yaşama şansı çok azdır! Nehre su içmeye inen maymunun, timsahın ağzına düşme olasılığı yüksektir. Denizlerde de yaşamın kuralı aynıdır: Büyük balıklar küçük balıkları yutar!

Günümüzdeki kent yaşamında durum ne vahşi ormandan, ne de denizlerden farlı… Güçsüzler güçlülere yem oluyor boyuna.

Mahalle bakkalları ve semt kasapları çoğunlukla, süper marketler karşısında iflasa sürüklendiler!

Eski İstanbullular erzak gereksinimlerini karşılamak için, Unkapanı, Yağkapanı, Yemiş İskelesi gibi yerlere giderlerdi. Kurbanlık koyun almaya Beyazıt’a gidilirdi. Süt içmeye, kaymak yemeye Eyüp’e gidilirdi. Beykoz’un suları dillere destandı. Eminönü’nde, Beykoz’un sularını pınar soğukluğuyla satan dükkânlar vardı. Bu dükkânlar toprak zeminli ve kuytu yerlerdi. Sabahleyin güneş doğmadan su taşınırdı teknelerle ki, suya gün ışığı değmemiş olsun!

Muteber aileler mahalle bakkallarından alışveriş yapmazdı o devirlerde. Yağ, peynir tenekeyle, un çuvalla, sabun torbayla alınırdı asıl yerinden… Bakkalın dükkânındaki peynire, ancak dar bütçeli, veresiye alışveriş yapan aileler gönül indirirdi.

Gün geldi, her semtte belirli sayıda bulunan varlıklı konaklar eridi, yok oldu. Konakların yerine sefertası gibi apartmanlar dikildi. Bir apartmana on, on beş aile yerleşir oldu. Bu yerleşim yoğunluğu mahalle esnafını canlandırdı, kalkındırdı… Hatta dükkân açacak kadar sermayesi bulunmayan gizli işsizler ordusu da seyyar satıcılıkla hayata tutunmanın yoluna baktılar. Köylerden kentlere akın arttıkça, sokaklarda, kaldırımlarda, köşe başlarında seyyar satıcılık yapanlar çoğaldı. Bunların bir bölüğü de semt pazarlarında tezgâh tutmaya başladı ki, kadim İstanbul’un semtleri hemşehri mafyalarınca parsellenir oldu!

İstanbul’da evvel eski ayak esnafı (seyyar satıcılar) vardı: Ciğerci, yoğurtçu, macuncu, simitçi, sucu, zerzevatçı… Bunların eski şehir yaşamının renklerini, tatlarını oluşturdukları, her ne hikmetse, varlıkları ortadan kalkınca anlaşıldı. Ve de nostaljik bir duygusallıkla eski günlerin sokak satıcılarına ağıt yakmaya başladık…

Türkiye’nin yerel yöneticilerinde kültürel anlamda ciddi bir eksiklik bulunduğu için, toplum yaşamındaki bu tür motifleri koruma bilinci de hep zayıf kaldı. “Parayı veren düdüğü çalar” kuralı, toplumun neredeyse temel felsefesi haline geldiği için, yerel yönetimin başına gelenler, kendilerini yalnızca varlıklı kesime hizmet etmekle yükümlü gibi gördüler! Gecekondu sahiplerinin, gizli ya da açık işsizlerin, pazarcıların, kısacası vahşi orman ortamında kendi başlarına hayatta kalma kavgası veren insanları da belli bir anlayış çerçevesinde düşünmek gereğini duymadılar, duymuyorlar… Kimin parası varsa, onun hizmetindeler.

Bugün birçok yerde, geniş araziler üzerinde kurulan süper marketler semt esnafını öldürdü! Alıcı ile satıcı arasındaki insani ilişkiler ortadan kalktı. Artık herkes, ekmekten gazeteye, temizlik malzemesinden sebze meyveye, taze sütten et ürünlerine, giyim kuşamdan, yatak yorgana, araba lastiğine, beyaz eşyaya, bilgisayara kadar her şeyi, ama her şeyi gidip bu para tuzağı yerlerden temin etmeye çalışıyor. Hatta üstüne benzin giderini de yüklenerek, kasa kuyruklarında saatlerini, dakikalarını geçirerek süper marketlerden alışveriş yapıyor insanımız. Buralarda satılan malların niteliği düşük, fiyatlar görece ucuz gibi, kullanma tarihi geçmiş mallar indirime konuluyor, yanıltıcı reklamlarla halk tüketime zorlanıyor, yanılıp da bozuk bir mal aldığınızda sizinle insan gibi diyalog kuracak bir muhatabınız yok!...

Eski İstanbul’dan kala kala bir tek semt pazarları kalmıştı: Duyuyoruz ki, bazı belediyeler, dar gelirli insanların can simidi olan bu semt pazarlarının da çanına ot tıkamanın teammüdü içinde… Çünkü pazar yeri olarak kullanılan arsaların değeri çok arttı. Oralara kat otoparkı yaptırıp, iş hanları kondurup, alışveriş merkezleri kurdurup aradan milyar dolarlar kaldırma hayalleri, vahşi orman çakallarının iştahını kabartıyor, salyalarını akıtıyor…

Emekli insanların, yoksulun, dar gelirlinin geçim derdi kimin umurunda?

Köylerden şehirlere akınlarını yıllar yılı duyarsızlıkla seyrettiğimiz; Allah herkesin rızkını verir mavalıyla kandırıp tavşan misali çoğalmalarını seyrettiğimiz insanların ekmek tezgâhları kimin umurunda?

Kaldırırsın semt pazarlarını, fakir fukarayı atarsın süper market patronlarının kucağına, değeri defalarca katlanmış gayrimenkullerin değerlendirilmesiyle milyar dolarların üste oturursun; bunun adına da çağdaş belediyecilik, Avrupa Birliği’ne uyum dersin, olur biter!

Tabii yerseniz! 


Necati Güngör/kenthaber
Yayın Tarihi : 23 Mart 2007 Cuma 19:03:30
Güncelleme :23 Mart 2007 Cuma 19:15:00


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?