Fahri YURTSEVER Son rakamlara göre, cari açık yine rekor kırdı. Yıllık bazda, 30 milyar dolara yaklaştı. Bizden, 5 kat büyük bir ekonomiye sahip İtalya ile yarışıyor ve yıl sonuna kadar onu geride bırakarak, dünya 6. lığına oturması bekleniyor!
Cari açık, bu yılın ilk yedi ayında % 46 artmış. Bu pek çok ekonomisti, köşe yazarlarını korkutuyor. Sadece bu değil, büyüme de endişelendiriyor. Gariptir, insanlar büyüyelim isterken, onlar aman ha % 4-5 büyüme iyidir, üzeri -cari açığı daha da arttıracağı için- tehlikelidir uyarısı yapıyor! Krize doğru gidiyoruz demeye getiriyor ama ihtiyatlı davranıyorlar! Niye çekiniyorlar, çünkü nasıl oluyorsa, sürekli artan cari açık bir şekilde finanse ediliyor. O kadar belirsizlik var ki, kimse şifre uyduramıyor! Belirsizlik, kırılganlıkla yan yana gelince ihtiyatlı olmaktan, ortaya konuşmaktan, hem nalına hem mıhına dokundurmaktan başka yol kalmıyor. Aksi halde, karizmayı çizdirmek var.
Bu tutumu aşmak isteyen kimi arkadaşlar ve kimi strateji kuruluşları, 2001 krizine ilişkin göstergeleri-analizleri yeniden inceledi ve net-hata noksan kalemi denilen, kaynağı belirsiz para girişini ciddi takibe aldı. Türkiye’nin 9-10 milyar dolarlık bir açıkla bile yeniden krize sürükleneceği, mesela 2004 yılı için, kriz tahminleri bile yapıldı. 2005 Eylülü için benzer öngörülerde bulunuldu. Ama, görüldüğü üzere pek işe yaramadı.
Ekonomistlerin korktukları kadar, ekonomik kurumlarımızın başındakiler korkmuyorlar. Aksine çok rahatlar! 3 ay önce, Mayıs-Haziran’da kıyısından döndükleri kriz tedirginliğini atlatmışlar, topluca uçaklara dolmuşlar, geceliği 700 dolara ulaşan otel fiyatlarına da aldırmadan Singapur’a, IMF-Dünya Bankası Yıllık Ortak Toplantısı’na gitmişler. Sn Babacan, Hazine Müsteşarı, Merkez Bankası Başkanı, BBDK yetkilileri kalabalık bir heyetle, 15-23 Eylül tarihlerinde arasında yapılan toplantılarda, konferans ve panellerde ülkemizdeki yatırım ortamını anlatacaklar ve uluslararası yatırımcıların şikayetlerini not alacaklar. Birde, ücreti mukabili katılabildiğiniz, IMF seminerlerine katılıp, ekonomi öğrenecekler!
Ne gerek vardı bunca yolculuğa, yorgunluğa değer mi, daha geçen ay biriniz Londra da, diğeriniz Brüksel deydiniz, oradan Newyork’a geçtiniz; sürekli dünyanın bir takım yerlerinde toplantılara katılarak kendinizi helak ediyorsunuz diyeceğim ama bir bildikleri vardır herhalde! Ee tabii şirket müdürü, aktif hatta pro-aktif çalışmalısınız, muhasebe müdürü babalar gibi satmalısınız, bir yandan da para bulmasınız diye zorluyor.
Kolay değil elbet pazarlamacı olmak, elde çanta diyar diyar gezmek gerektirir. Tatil bile yapmaya fırsat olmaz, araya sıkıştırırsınız. Bay Babacan okul yanında, Çıkrıkçılar’dan alaylı olduğu için, bu tutumun “malı pazara düşürmek” olduğunu bilmeli ama ne yapsın, devir aktif pazarlama devri!
Latife bir yana, herkesi yanıltan bu rakamlar, niçin krize sebep olmuyor? Normalde, milli gelirin % 3 ünün üzerine çıktığında, risk oluşturması gerekiyor. Bizdeki oran bunun iki buçuk katı, 7 nin üzerinde. Yani, olması gerekenden % 150 daha fazla.
Yanıt gayet basit: Finanse ediliyor.
Yani, para-döviz bulunuyor. Peki, parayı kimler veriyor, bunca riski niçin göze alıyor?
% 3 rakamını bulanlar, normal ekonomik şartlarda, normal işleyiş içerisinde, bu oranın üzerine çıkıldığında cari açığın finanse edilemeyeceğini, en azından uzun süreli sürdürülemeyeceğini öngörüyorlar. Ya, onların hesabı yanlış ya normal olmayan bir şeyler var?
Oranın doğruluğunu mu tartışmaya açmak, yoksa normal olmayanı mı aramak gerekir? Bu soru gerekli çünkü, otuz seneden beridir ama özellikle son dört yıldır ABD de çok ciddi açıklar veriyor, son rakam 869 milyar dolar-oran % 6.6. İspanya’da bizden yüksek, % 8.3.
ABD nin ciddi açıklar vermesine, diğer büyük ekonomilerin göz yumduğu, aksi halde genel dünya ekonomisinin, 2000 den sonra baş gösteren durgunluk eğiliminin derinleşeceği biliniyor (resesyon). Önlem olarak, döviz rezervlerini tedricen dolardan euroya dönüştürmek isteyen, Japonya-Çin gibi kimi büyük merkez bankaları, hemen ilk sonuçları alır almaz geri adım attılar. Yani, aşağısı sakal-yukarısı bıyık durumu bir açmaz söz konusu!
Cari işlemler açığının en büyük sebebi olarak, dış ticaret açığı (ithalat ve ihracat arasındaki eksi fark) gösterilir. Doğrudur ama eksiktir. Daha doğrusu bize tam uymaz. Biz de iki farklı para piyasası bir arada çalışır. Endüstri (üretim alanı-üretim piyasası), bu piyasanın neredeyse tümüyle dışında yer alır.
Endüstri-sanayiyi, kendi haline bıraksanız koşacağına emin olabilirsiniz. Sorun, kamunun parasal (mali-finansal) sıkıntısında ve buna bağlı serbest para piyasasının oynaklığındadır. Üzerine, gümrük birliğinden sonra çılgınca artan ithalatı da eklediğinizde asıl sorunu teşhis etmiş olursunuz. Kırılganlığın ve krizlerin sebebi, sanayi ve ticarette, arz-talep dengesinde değildir.
Zaten epeydir, ekonomiden konuşan hiç kimse, üretimden kendi deyimleri ile reel-ekonomiden
bahsetmiyordur. Sabahtan akşama değin açıkladıkları rakamlar, çizelgeler, indeksler, FED faiz artıracak mı, Güney Afrika borsasının durumu, enflasyon.. hepsi para-ekonomisi, borsa-dolar-faiz denklemi üzerinedir.
Böyle olması son derece normal, küreselleşme çarkına giren gelişmekte olan ülkeler, reel-ekonomilerini bu piyasada faaliyet gösteren yabancı büyük şirketlere teslim ederler. Onlar, ister gelir burada üretirler, ister söker götürür Asya da üretirler. İhtiyacınızı ister Asya dan, ister AB den, ister ABD den ithal ederek karşılarlar. Geriye, hem içerde küçük-büyük rantçılara, hem uluslararası bankerlere (küresel aktör) çok büyük vurgun kapıları açan borç-para piyasası kalır. Bu vurgundan pay kapabilmek de, borsa-dolar-faiz denklemini iyi çözmeyi, hazır formülleri, şifreleri ve el çabukluğunu gerektirir. Pek çok ekonomistimiz, hem kendileri hem de danışmanlık yaptıkları yatırımcılar için bu görevi üstlenmişlerdir. Yurt dışı büyük yatırımcılar, hangi ekonomik ve siyasi gelişme karşısında nasıl pozisyon alacak, önemli olan bunu tahmin etmektir. Bu “aktörler”, ülke ekonomisini “oyun alanı” olarak görürler. Küresel aktörler ise, kendi siyasi merkezleri ile beraber oyun kurarlar.
İşte bize ve genel ekonomi kuramlarına uymayan, ekonominin para boyutuna indirgenmesi, oyun alanına çevrilmesi ve borçların çevrilebilirliğine kilitlenmesidir. Kamunun sürekli borçlanma ihtiyacı sonucu ödediği anapara-faizin, dış ticaret açığının çok üzerinde ve bağımsız bir alanda birinci öncelik olarak seyretmesidir. TL dışında, tedavülde serbestçe dolaşan, hesaplarda işlem gören, tahvil-bono piyasası baş aktörü dolar, ikinci bir para piyasası oluşturmuştur. Ancak bu paranın hacmini, arzını ve değerini belirleme yetkisi-olanağı bizde değildir. Para piyasasını belirlemesi gereken, hazine-merkez bankası gibi kurumlar özerkleştirilerek, özelleştirilerek oyun kuruculara-IMF ye bağlanmıştır.
Yetki kimdedir? Bu misyon, “bağımsız kredi derecelendirme kuruluşlarına” verilmiştir. Uslu çocuk olursanız, notunuz pozitifte ve A-B li cetvellerde yükselir. Yani dünyaya derler ki, bu ülkeye yatırım yapın, borç para verin, bakın bizde veriyoruz. Mırın-kırın ederseniz, durağana çevrilir- şimdilik hareket etmeyin, bekleyin anlamına gelir. Yaramazlık ederseniz, negatife düşürülür ve çıkın talimatı gelir. Tamtam lar çalınır.
Her çıkış, çıkın talimatıyla olmaz. Arada bir karın realize edilmesi gerekir. Kar realizasyonu dedikleri, hesaptaki paranın faizinin, cebe aktarılmasıdır. Öyle ya, eldekiyle cepteki bile bir olmaz der atalarımız.
Mayıs-haziranda yaşanan, aralıklarla olan da budur. Böylece hem kar cebe indirilmiş, hem de ülke yöneticilerine gözdağı verilmiş olur. Demoklesin Kılıcı habire tepenizde sallanır durur. İstenen siyasi-hukuki-askeri vb. tavizler, düzenlemeler rahatça alınır.
Eğer Mayıs-hazirandaki dalgalanma, politik-sosyal alana aksettirilseydi ve basında yaygara koparılsaydı, çalkalanma kaydıyla atlatılamazdı.
Toparlarsak, dış ticaret açığı veya cari açık sonucu kriz oluşmuyor. Hemen itiraz etmeyin, burası Almanya yada Fransa olmadığı için, bizde öyle olmuyor demek istiyoruz.
Peki, ne zaman olur?
Halihazırda, ülkemiz sürekli bir kriz ortamı içerisindedir, sürekli kırılganlık halindedir, üflesen düşecektir. Birileri, bir sebeple size kızacak ve iktidarı sallamak için düğmeye basacak, IMF ve kredi derecelendirme kuruluşları borazanı çalacaktır. Onun haricindeki üflemeler, akord -balans ayarı veya kar realizasyonu içindir.
Eğer kızdırmadan devam ederseniz, reel-borç ödeyemez (üretemez-ihraç edemez) duruma düşeceğiniz zamana kadar beklenir. Posanız dahi sıkılmalıdır. Bu aşamada, borçların çevrilmesine gerek kalmamıştır. Pedalı döndürülmeyen bisiklet, üzerindeki ile beraber yuvarlanır.
Üç, dünya ekonomisinin darboğaza girmesi sonucu, genel bir kriz veya krize gidiş, ülkemizde krizi tetikler.
Özetle, bizde ve bizim gibi dolar ithal eden-ekonomisini dolara teslim eden ülkelerde, krize girilmez. Krize düşürülür, sokulur, itilir, tetiklenir deyimleri daha doğrudur. Post-modern mafya tetikçiliği yöntemiyle, arabanız kaza geçirir, duvara toslar!
Siz, hükümetimiz milletvekillerinin yarısının ABD de ne yaptığını sanıyorsunuz. Gazeteler, Meclisin Yarısı Amerika’da! diye başlık atarken, adamların günahını alıyor? Onların derdi koltuk yada deliğe süpürülmek değil, inanın ki tek istekleri var, memleket krize itilmesin!
Yukarıda, ABD nin cari açığından bahsettik. Asya ekonomilerinin fazlaları ve petro dolarlarla finanse edildiği genel kabul görse de, Amerika’nın bu açıkları nasıl kapattığı konusunda çok ciddi şüpheler vardır. Bretton Woods süreci-IMF-Dünya Bankası’nın kurulmasıyla, dolar uluslararası para birimi olarak kabul edilmiş, devalüasyonlar önlenmişti. 1960 larda, FED in bastığı para miktarı ile, hazinenin altın stoğu arasındaki fark gün yüzüne çıktı. Tartışmalar 1971 e kadar sürdü, nihayetinde Amerika para basmak için altın karşılığı kuralına uymayacağını ve altın-dolar paritesini kaldırdığını açıkladı. Bu mesele, tümüyle ayrı çalışma konusu.
Mayıs-hazirandaki mini krizden - %20 civarındaki devalüasyon- sonra, dikkat çeken bir noktada, ithalatta hiçbir gerileme görülmemesidir. Halbuki, doların değer kazanması, ithalatı pahalı hale getirdiğinden yavaşlama veya eğilimi görülmeliydi. Genel düşüş bir yana, tüketim malları ithalatında bile artış söz konusudur. İthalatta artış oranı %19.3. Bu durum, ülkemiz ekonomisinin ithalata ne denli göbekten bağlandığının bir başka işaretidir.
Diğer bir konu, açıklanan verilere göre, ilk kez özel sektörün dış borcunun olağanüstü büyüyerek, kamu borcunu geçmiş olmasıdır. Bu oldukça tehlikeli bir durum. Hatırlarsanız, 2001 krizi sonrası pozisyon açığı (döviz yetersizliği) bulunan pek çok banka battı, döviz cinsi borcu olan bir sürü işletme iflasa sürüklendi, el değiştirdi. Ama sanayi, genel olarak büyük yaralar almadan atlattı ve kısa zamanda toparlandı. Kriz, mali-kriz (daha çok siyasi operasyon) olarak kaldı.
Her ne kadar, bu paranın önemli bölümü kamu finansmanına aktarılıyor olsa da, TL ye çevrilen bölümü ve geriye kalan kısmı, kur artışlarına karşı -bütün- özel sektörü ciddi şekilde tehdit ediyor. Kur artışının, faiz oranını aşması dışardan borçlanan özel sektörü sıkıntıya sokacak, daha üstünde artışlar dökülmesine neden olacaktır. Çok daha ciddi artışlar olması halinde -ki olası görmemek gerekir-, tarihimizde ilk kez özel sektör kaynaklı kriz yaşanabilecektir. Gidişin özel sektörün parça parça dökülerek, el değiştirmesi şeklinde olacağı daha akla yakındır. “Kural olarak, yatırımcılar için en iyi satınalma fırsatı kriz ortamlarında ortaya çıkar.”
Peki sizin gördüğünüzü, niye başkaları görmüyor, koskoca profesörler- ekonomistler ve hatta başbakan öyle söylemiyor diye sorarsanız, 1- Bir kısmı görüyor ama derdi bizimkiyle aynı değil. Onların derdi riski görüp, borsa-faiz-dolar denkleminde nereye yatırım yapılması gerektiğini hesaplayıp, danışmanı oldukları yatırımcılara bilgi vermek ve bizzat kendi yatırımlarını yönetmek. Bunları gün boyu TV lerde seyrediyoruz. 2- Bir kısmı gerçekten görmüyor, ülkemiz ekonomisini kitaplardan öğrendikleri gibi yorumlamaya çalışıyor, haliyle dış etkileri göz ardı ediyor. Örneğin, Almanya ekonomisi gibi anlamaya ve açıklamaya çalışıyor. 3- Diğer bir kısmı görüyor, ama bu sistemden başka bir sistemi mümkün görmediği için, çözümü yine burada arayarak çuvallıyor. 4- Sayıları azda olsa, aynen böyle söyleyenler, radyo-tv-gazetelerden size ulaşamıyor.
Bu işler, bu kadar basit olamaz demeyin. Ekonomi denilen şey, evinizin-işyerinizin ekonomisinden-bütçesinden çok farklı değildir. Sadece biraz daha karmaşık ve sıfırları bol halli olanıdır. Özü aynıdır. İki temel esasa oturur: Denk bütçe ve dış ticaret dengesi. Ekonomiyi düzeltmek için, mucide-dervişe ihtiyaç yoktur. Zor olan, üretimi ve dolayısıyla gelirleri artırıcı doğru ekonomik kararların alınıp-uygulanabilmesi, kısıtlı gelirlerin nereye sarf edileceği yani paylaştırılmasındaki tercihtir. Aslen, siyasi duruşumuzu belirleyende budur. İktidarlar, geliri üretim üzerinden artıracak kararlar alamadıkları için, adaletsiz vergilere-zamlara yüklenmektedirler.
Böyle olduğu halde, hiç olmazsa kısıtlı bütçe gelirini halka daha adil paylaştıracak yerde, elinde avucundakine göz dikerek, “rantiyecilere” aktarmaktadırlar. 2005 yılı bütçe gerçekleşmelerinde, yatırımlara harcanan para ile, faiz giderleri bunu net olarak göstermektedir. Faiz hariç harcamalar toplamı, 110.636 milyar YTL iken, bunun 13.499 milyar YTL si yatırımlara (mal-hizmet alımları) gitmiş, faiz gideri olarak 45.679 milyar YTL ödenmiştir. Yani faizcilere, yatırımın 3.5 katı transfer edilmiştir.
Buna sebep, kendi partilerini finanse edenleri, dış siyasi merkezleri ve küresel bankerleri, iktidarın dayanağı olarak görmeleridir.
Sizi-biz yani halk, ancak biz iktidara getirir yada düşürürüz diyemedikçe, bunu gösteremedikçe böyle sürüp gitmesine mahkumuz demektir.
Daha kötüsü, buğday-pirinç-pamuk-kömür ithal eder duruma düştüğümüzden, 70 cente muhtaç olursak veya bir savaş çıkarsa, bu kez kuyrukta bekleyeceğimiz maddenin, benzin yada sanayağ olmayacağıdır.
İki ekonomistten, iki küçük alıntı:
“Yen bozdurup YTL cinsi faiz alanlar, son iki ay içinde çok iyi para kazandı. Volatilite..döviz piyasalarında yüzde 5 ila yüzde 60 arasında bir rakamdır. Volatilite satanlar şimdi çok iyi bir durumda…Kazanç yüzde 50’ye yakın! Bizce piyasa..Oyuncular…”
“Haziran ayı rakamları belli olduğunda.. yazmıştım. Temmuz rakamları beklentimi boşa çıkardı… soğumakta olan bir ekonominin göstergesi değil. Eksik olan ithalatın dizginlenememiş olması.. yüzde 11’in üzerindeki reel faiz iç talebi dizginleyemiyorsa…bu işte yanlışlık var demektir… cari açığın nerede duracağı belli değil..faiz politikasını destekleyecek ek bir politikaya ihtiyaç var. Amaç iç talebin dizginlenmesi olduğuna göre,..bu ancak vergi politikası olabilir.”
Fahri Yurtsever / ANKARA
Yayın Tarihi :
26 Eylül 2006 Salı 03:54:27