18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Çin, DTÖ şemsiyesiyle artık daha rahat... Peki ya biz ? - Necmetin Polat



Uygulayegeldiği stabil ve akıllı ekonomik politikalarla mıknatıs gibi
yatırım çeken ve çektiği parayı da Çin parası Yuan karşısında bir denge
unsuru olarak kullanan Çin, artık dünya ticaret merkezi şemsiyesi altında.
Geldi - geliyor derken 2005 yılı da geldi ve Çin’e kapılar açıldı ama
kıyamet senaryoları tutmadı. Çin’e zaten kapılar açıktı. 2004 yılında
yaklaşık %10 büyüyen Çin, 600 Miyar dolar rezervi ile artık takip edilen
ekonomi oldu. Çin, 2004 yılında en büyük ihracatını 159 Milyar USD $ ile
Avrupa birliğine gerçekleştirmiş sonra Japonya, Amerika derken diğer dünya
ülkeleri... Çin, elinden tutularak yardım edilecek bir bebek değil,
büyüdükçe büyüyen bir dev artık. DTÖ, kılıf oldu belki.

Tüm dünya büyükleri Çin’i görüp değerlendirme ve ezilmeme yönünde zamanında
stratejik kararlar almışken, Türkiye Çin’i halen anlayabilmiş değil,
anlamaya da çalışmıyor. Paranoyak yaklaşımlar, yanlış dış ticaret
lobiciliği, saf-milliyetçi dış ticaret rejimi ayarlamaları, Çin karşıtı
kanunlar, stratejik değil günlük kararlar ve sonuç: Çin - Türkiye arasında
dalgalı soğuk rüzgarlar esmeye devam ediyor ve bu durumda da kaybeden daha
çok Türkiye oluyor. Bizlere gelen taleplerden anlıyoruz ki Türkiye’de halen
iki kutuplu Çin anlayışı hakim: Ne bulursak satarız ya da ne gelirse
batarız. Bu gel-gitlerle birlikte bir de 2005 DTÖ sendromu başladı: "Çin
istilası" Artık korku ve tabulardan sıyrılarak anti-propagandist
eleştirilerin dışına çıkıp Çin’i gerçekten tanımak ve uzun vadeli
işbirlikleri aramak lazım. Çin, ne bir mucize, ne de ekonomik terorist.
Aslında Çin, basit bir başarı hikayesinden başka birşey değil. Çin, tüm
dünyaya ürün satmaya çalışlıyor ve bunu yıllardır başarıyor.

Köklü, uzun ve dalgalı bir tarihi bulunan Çin, bu günlerini Deng XiaoPing’e
borçlu. Geleneksel, kapalı, baskın ve edilgen bir toplum 25 yıl içinde öyle
bir değişim sürecine girdi ki modern, açık, geniş ve etken bir ülkeye
dönüşür oldu. Hatta komünizmden kapitalizme geçtiğini bile söylemek mümkün
Çin’in. Çin, günden güne öyle baş döndüren bir hızla ilerliyor ki ince buzda
koşan bir patenci gibi. Doları çekip bastırıyor ve bunu üretime destekte
kullanıyor. Daha fazla sermaye çekişi, daha çok para, daha baskın kur
rejimi... Fren yaparsa buz kırılabilir bu yüzden hızını koruyor Çin.

Çin’de ekonomik dönüşüm o kadar hızlı cereyan ediyor ki henüz komünist parti
dışında bu süreci anlayan da yok. Halk, Çin’de iyi birşeylerin olduğunu
görüyor ama işin stratejisi ve boyutlarıyla hiç ilgilenmiyor. Hele istila
gibi ve hele hele Türkiye’yi Çin mallarına boğmak gibi hiç planları yok.
Çin, çok çalıştı ve metamorfoz geçiren bir tırtıl gibi artık kanatlanarak
uçmaya hazırlanıyor. DTÖ ile de belki kozasını kırmış oldu.

Çin’de yıllardır değişmeyen tek şey değişim. Bu değişim, ekonomide olumlu
sonuçlar doğururken sosyal dokuyu da yaralar hale geldi. Çin’de kuzeyden
güneye ve doğudan batıya gidildikçe hayat standartları da katlanarak
düşüyor. Yenilikçi - geleneksel fakları artmeye başladı ve belki bir yerde
Çin, komünist - kapitalist tartışmasını yapacak. Değişim ve açılım,
beraberinde dönüşüm ve farklılaşmayı da getirdiğinden; global oynayarak
küresel kültür ve hareketlerden de yoğun şekilde etkilenen Çin’de yaşam
tarzı, giyim, beğeni, zevk algılaması, eğlence anlayışı ve alışveriş kültürü
de bir zaman tünelinden geçiyorcasına değişiyor. Sosyal doku bu denli
dinamik olduğundan Çin’de pazar kapmak isteyen firmalar bu değişimi takip
ediyor. Mercedes’den Fiat’a kadar bütün araba fabrikaları burada yeni
modeller üretip dünyaya satarken bisikletten arabaya sıçrayan ve beğenileri
belirginleşmemiş milyarlık şoförleri de unutmuyorlar.

Dünyanın sanayi ülkesi sanki bir şantiyeyi andırıyor. Her yer inşaat,
fabrika, gökdelen...Çin, sanayisini global pazara üretim ve satış yapmak
üzerinde kurduğundan planlı ve programlı şekilde bölgesel ve endüstriyel
destekler vererek sanayisini dinamik, diri ve güçlü tutuyor. İhracatın
devlet sübvansiyonuyla desteklendiği Çin’de ihracata yönelik pazarlama ve
kredi destekleri de çok basit. Hal böyle olunca Çin’de bir ihraacat furyası
başlamış, yabancıların da gelmesiyle girişimciler önce yapmayı, sonra taklit
etmeyi ve daha sonra da teknoloji geliştirerek üretmeyi öğrenmişler. Çin,
şimdi model yaparak markalaşmaya çalışıyor. Zamanla üretim kalitesini de
artıran Çin, ürünleriyle artık her pazara hitap edebilecek seviyede. Diğer
taraftan Çin, artık yalnız kendi ülkesinde üretme planları da yapmıyor. Bu
denli büyük yatırım çeken ülke artık yatırım da yapıyor.

Türkiye, Çin’e tepkisel yaklaştığından iki ülke arasında dengeli bir ticari
işbirliği gözlenemiyor. Arçelik, Beko, Vestel ve ardından da Profilo’nun
Çin’e gelmesi çok iyi ama ülkelerin işbirliği potansiyelleri göz önüne
alındığında bu çok yetersiz kalıyor. Tüm dünya Çin’de üretme ve/veya Çin’e
satma tabanlı global planlarını sırasıyla bir bir devreye sokarken,
arkasında da tepkisellikten uzak akıllı devlet politikaları oluyor.

Avrupa’nın üreticisi ve kapısı konumundaki Türkiye, Çin’in ya yanında olur
ya da karşısında. Üçüncü bir şık olamaz. Şu ana kadar boşu boşuna vakit
kaybedildi. Çin en büyük ihracatını Avrupa ülkelerine yaparken Türkiye
"kahrolsun Çin malları" diyordu. O satışlar Türkiye üzerinden yapılamaz
mıydı ? Daha da önemlisi o ürünleri, Çin’den yarı mamül ya da hammadde
olarak alıp üreterek Türkiye Avrupa’ya satamazmıydı ? Türkiye pazarını da
kaybettiğinin farkında değil mi ? Türkiye - Çin ortak yatırımları
gerçekleştirilmeli. Ortada bir gerçek var biz istesek de itemesek de sevsek
de sövsek de var ve akıllı olup değerlendirmek gerekir. İlkokuldan bu yana
anlatılan jeopolitik durum budur işte. Konumumuzun avantajlarını
kullanmasını bilmeliyiz. Politikadan yoksun jeopolitik konum olur mu hiç ?
Haritaya bakan herkes Asya - Ortadoğu - Avrupa geçişinin Türkiye üzerinden
olduğunu görür. Daha ne bekleniyor ?...

Rusya, Fransa ve Almanya ile sıkı ilişkiler geliştiren Çin, Türkiye ile de
yakınlaşmak istemekte fakat stratejik ve politik değeri olmayan tepkisel
yaklaşımlar nedeniyle bu süreç gecikmektedir. Türkiye, Çin ile dengeli
işbirliği zeminleri yakalamaya çalışmalı. Bunun için örgütler,
federasyonlar, birlikler, komiteler kurulmalı. Aynı coğrafyada olan dünyanın
en hızlı büyüyen iki güçlü ülkesi böylesine küskün duramaz. Duruyorsa burada
bir hata vardır. Çin, yükselen standartları ile aynı zamanda dev bir alıcı
konumunda. Katma değeri ve pazarlaması olan Türk sanayicileri bu pazara
girme yollarını aramalıdır. Çin’de artan standartları görüp Türk ve hatta
Avrupa ürünlerin de Türkiye’den Çin’e satışı üzerinde durmak lazım. Kapıları
kapatmak değil, çift taraflı açmasını bilmeli. Çin malları Çin dışından da
Türkiye girebildiği gibi Türk malları da başka ülkelerden Çin’e girebilir.
Gelin Çin’de Türk fuarı yapalım. Tanıyalım, tanıtalım. Çin ile Türkiye
arasında raylı, moden ve yük taşımaya özelleşmiş ipekyolu treni geliştirmek
lazım. Bir konteynerın 30 güne ve 3000 $’a ulaşması yerine 1 haftada 1000 $
gitmesini kim istemez.
Necmettin Polat - ÇİN
Yayın Tarihi : 24 Ocak 2005 Pazartesi 21:25:32


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?