18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Dünya, yeni bir Osmanlı'ya muhtaç-Atilla Türkeri

Geçtiğimiz 20. yüzyılda dünyanın en kanlı, en karmaşalı ve en huzursuz bölgelerinden ikisi Balkan Yarımadası ile Ortadoğu oldu. Her iki bölge de büyük savaşlar, iç savaşlar, işgaller, gerilla hareketleri, etnik temizlikler, sürgünler, mülteciler gördü. Özellikle etnik ve dini farklılıklara dayanan çatışmalar, her iki bölgeyi de kan ve gözyaşı ile suladı.

Dahası, yüzyılın bitimine iki yıl kala, sözkonusu iki bölge de bu özelliklerini aynen koruyorlar. Her iki ülkede de zoraki bir barış rüzgarı estiriliyor, ama çatışmalara neden olan taraflar hala ayaktalar ve ilk fırsatta birbirlerine girmek için hazır bekliyorlar.

Oysa hem Balkan yarımadası hem de Ortadoğu bir zamanlar böyle değildi. Aksine, her iki bölge de asırlar süren bir istikrar, barış ve huzur dönemi yaşamıştı. Balkanlar’da 19. yüzyıla, Ortadoğu’da ise 20. yüzyıla kadar süren bu istikrarın nedeni ise, bu bölgelerdeki Osmanlı hakimiyetiydi.

Balkanlar’da Osmanlı Nizamı

Osmanlı İmparatorluğu Balkan yarımadasına 15. yüzyılın ikinci yarısında, Ortadoğu’ya ise 16. yüzyılın başlarında egemen oldu. Balkanlar’ı ele geçirdiğinde bölge birbiri ile daimi bir çatışma halindeki Hıristiyan halklarla doluydu. Sırplar, Bulgarlar, Hırvatlar ile "Bogomiller" (Boşnaklar) arasındaki çatışma, tam bir kaos doğurmuştu.Bu coğrafyaya büyük bir askeri güç ve siyasi akıl ile giren Osmanlıların en önemli özelliği ise, bölgede barış ve istikrar kurmaları oldu. Osmanlı bölgedeki halkları son derece toleranslı bir sistemle yönetti. Daha önceden fethettikleri topraklardaki Müslümanları kılıçtan geçiren Haçlılar gibi davranmadı. Aksine, Balkanlar’daki halklara din özgürlüğü verdi ve herkesin inancını koruyabileceği, dahası tüm gerekleriyle yaşayabileceği bir sistem kurdu. Hiç bir zaman etnik temizlik, zorla din değiştirtme, asimilasyon gibi politikalara başvurmadı.

Bu sayede asırlardır çatışmalara ve savaşlara sahne olan Balkanlar, 19. yüzyıla kadar sürecek olan bir istikrar ve huzura kavuştu. Sırplar, Karadağlılar, Yunanlılar, Bulgarlar, Bosnalılar, Macarlar, Ulahlar, Yahudiler, Çingeneler... Tüm bu Balkan halkları hem kimliklerini koruyarak hem de birbirleriyle çatışmadan barış içinde yaşadılar.
Barışın Kuralı

Balkanlar’daki bu "Pax Ottomana", aslında siyasetin, sosyolojinin ve demografinin değişmez bir kuralına dayanıyordu: Birbirleriyle çatışma potansiyelindeki birden fazla toplumu huzur içinde bir arada yaşatmak, ancak sözkonusu toplumların üzerinde yer alacak güçlü bir otorite ile mümkündür. Böyle bir otoritenin var olmaması halinde, küçük grupların çatışmaları ve ortaya bir kaos çıkması kaçınılmaz olur. Çünkü küçük grupların her biri, birbirleriyle çatışan menfaatlere sahiptirler ve eğer onları zorlayan üst bir otorite olmazsa, bu menfaatlerden taviz vermezler. Taviz verilmediğinde ise kaçınılmaz olarak çatışma çıkar.Güçlü bir otoritenin sağlayabileceği tek sonuç, sadece barış değil, aynı zamanda "birarada yaşama" kavramıdır. Kimi zaman bir bölgedeki taraflar arasında resmi bir barış imzalanmaz, ama taraflar birarada çatışmadan yaşamayı zımnen de olsa kabul ederler ve böylece istikrar sağlanır. Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün dünyanın sorunlu bölgelerinde askeri birlikleri bulundurarak üstlendiği görev, bunun en açık örneğidir.

İşte bu "barış sağlayıcı otorite" kavramı, Balkanlar’da ve Ortadoğu’da asırlar boyu Osmanlı İmparatorluğu oldu. Osmanlı yönetimi her iki bölgede de, hem yerel halklara kendi içlerinde kültürel bir özerklik tanıdı, hem de onları birarada yaşattı.Osmanlı’nın siyaset stratejisinin temelini oluşturan "Nizam-ı Alem" kavramı, işte bunu ifade ediyordu. İmparatorluk sadece topraklarını genişletmeyi değil, aynı zamanda bu topraklara "nizam" getirmeyi hedefliyordu. Osmanlılar, Moğollar gibi dev topraklar ele geçirip sonra da buraları yağmalayan, yakıp-yıkan barbarlar değildiler. Aksine, ulaştıkları her yere düzen ve medeniyet götürdüler. Bu nedenle bugün Balkanlar’ın ve Ortadoğu’nun dört bir yanı Osmanlı camileriyle, medreseleriyle, kervansaraylarıyla doludur.

Balkanlar’daki Nizamın Sonu

Ancak Osmanlı’nın Balkanlar’a ve Ortadoğu’ya getirdiği nizam, 18. yüzyıldan itibaren aşamalı olarak bozuldu. 20. yüzyılın başlarında da tümüyle ortadan kalktı. Balkan devletleri 19. yüzyılın farklı aşamalarında Osmanlı’dan bağımsız oldular.

Ancak bağımsızlık, Balkan halklarına huzur ve istikrar getirmedi. Aksine, birbirleri ile toprak kavgalarına giriştiler. 1912-13 Balkan Savaşları, Osmanlı’nın bölgeden çekilmesinin, bölgedeki nizamı nasıl yok ettiğini gösteriyordu: Balkan Devletleri I. Balkan Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu’nun bütün Rumeli topraklarını ele geçirdiler ve böylece Balkanlar’daki Osmanlı varlığına son verdiler. Ama aynı zamanda nizamı da kaldırmışlar ve yerine savaş ve kaos koymuşlardı: Osmanlı’dan geriye kalan toprakların paylaşılması konusunda birbirleriyle anlaşamadılar ve böylece II. Balkan Savaşı , I.Dünya Savaşı ve II.Dünya Savaşlarında Balkan toprakları kanlı içsavaşlara ve etnik temizliklere sahne oldu.

Balkanlar’daki bu karmaşaların kökeninde ise, bölgedeki Osmanlı-sonrası düzenleme yatıyor. Bugün Balkanlar’da Osmanlı’nın miras bıraktığı topraklar üzerinde kurulmuş tam yedi devlet var: Bosna-Hersek, Sırbistan, Karadağ, Makedonya, Arnavutluk, Yunanistan ve Bulgaristan... Bu devletlerin hiçbiri etnik yönden homojen değiller. Hepsinde etnik ya da dini azınlıklar var ve bu azınlıklar potansiyel bir gerginlik nedeni olarak duruyorlar. Ayrıca bu devletlerin aralarında uzlaşmaz çıkar çatışmaları var.

Ortadoğuda Nizamın Sonu

Balkanlar’dakine benzer bir süreç, 19. yüzyılın ikinci yarısında ve 20. yüzyılın başında Ortadoğu’da da yaşandı. Osmanlı’yı bu bölgeden sürmek ve kendi egemenliklerini bölgeye yaymak isteyen güçler ise, özellikle de Ortadoğu’nun dünyanın en zengin petrol yataklarını barındırdığının farkedilmesiyle birlikte, Ortadoğu’yu paylaşma yarışına giriştiler.

20. yüzyılda bölgeye yeni bir güç daha girdi: Siyonizm, yani Filistin’de bir Yahudi Devleti kurma hedefindeki Yahudi milliyetçiliği... Siyonistler Ortadoğu’ya henüz Sultan Abdülhamid zamanında girmek istemişler, ama Sultan’ın sert tepkisi nedeniyle beklemek zorunda kalmışlardı. Bölgenin Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliğinden çıkması, onlar için altın bir fırsat oldu.Osmanlı, Ortadoğu’yu I. Dünya Savaşı ile birlikte yitirdi. Savaşın ardından da Ortadoğu’da, bölgenin yeni hakimlerinin menfaatlerine uygun bir düzenleme yapıldı. Bu devletlerin hiç biri etnik ya da dini bir birliğe dayanmıyordu. Irak denen ülkede, birbirlerinden çok uzak üç ayrı grup vardı; Kürtler, Sünni Araplar ve Şii Araplar. Suriye daha da karışıktı. Sünni Araplar, Alevi Araplar, Dürziler, Kürtler... Hepsi bu yeni devletin çatısı altında yaşıyorlardı. Filistin’de ise Arapların yanında giderek artan ve kendi devletlerini kurmayı hedefleyen bir Yahudi nüfusu vardı. Lübnan ise Hıristiyan Araplar ile Müslüman Arapları barındırıyordu. Ancak bu iki temel kategori de kendi içlerinde mezhep farklılıklarıyla bölünmüşlerdi.

Osmanlı sonrasında oluşan bu karmaşık Ortadoğu’nun bir başka özelliği ise, sınırların tamamen masabaşında ve cetvelle çizilmiş olmasıydı. Sınırlar herhangi bir etnik temel gözetilerek değil, sadece çıkarların öngördüğü şekilde belirlendiler. Böylece ortaya tam bir mozaik çıktı. Ancak barış ve birarada yaşamaya uygun bir mozaik değil, çatışma ve savaşa uygun bir mozaik. Ortadoğu’da bir yüzyıldır devam eden, özellikle de İsrail’in kurulmasından bu yana şiddetlenen karmaşanın nedeni, işte bu Osmanlı-sonrası düzenlemeydi. Osmanlı sonrasında oluşan "otorite boşluğu" hiç bir zaman doldurulamadı. Ortadoğu’ya istikrar değil, çatışma getirdiler.

Osmanlı’nın Fethettiği Ülkelere Götürdüğü Adalet

Türk Milleti’nin sahip olduğu “hars”, son derece şerefli bir tarih ve üstün bir karaktere dayanmaktadır. Türkler, tarih boyunca asla esaret altında yaşamayı kabul etmemiş ve 16 bağımsız devlet kurmuş bir millettir. Tarih boyunca mertlikleri ve dürüstlükleri ile tanınmışlar, zulüm ve adaletsizlikten uzak karakterleriyle düşmanlarının bile takdirlerini toplamışlardır.Farklı kültürlere ve inançlara sahip, farklı dilleri konuşan birçok milleti aynı bayrak altında ve büyük bir hoşgörü çerçevesinde sevgi ve saygı hudutları içinde yaşatabilmek elbette önemli bir başarıdır. Ünlü düşünür ve yazar Voltaire (1694-1778) Türkler, Müslümanlar ve Ötekiler adlı eserinde bu gerçeğe şöyle dikkat çekmiştir:

Türklerin sanatı kumandanlıktır. Otuz milleti bayrağı altında toplayan bir devlet kurmayı başarmışlardır. Türk İmparatorluğu Avrupa devletlerinden hiçbirine benzemez.....

Türkler, yeryüzüne hakim oldukları her dönemde, dünyaya nizam vermişlerdir. Büyük Türk hakanı Bilge Kağan, asırlar öncesinde bu durumu şöyle açıklamaktadır:

Doğuda gün doğusuna, güneyde gün ortasına, batıda gün batısına, kuzeyde gece ortasına kadar ülkelerde yaşayan bütün milletler hep bana bağlıdır. Bunca milleti düzene soktum. Artık karışıklık yok. Türk kağanı Ötüken’de oturdukça ülkede düzen bozulmaz.
Türk beyleri, millet, işitin!

Üstte gök batmasa, altta yağız yer delinmese, Türk Milleti, senin ilini ve töreni kim bozabilir? Ey Türk Milleti, titre ve kendine dön!

ATİLLA TÜRKERİ
Yayın Tarihi : 22 Mayıs 2004 Cumartesi 18:14:41


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?