18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Futbolda Tehlike Çanları

Erdem Yücel
 
Geliyorum diyen futbol terörü 16 yaşında bir lise öğrencisinin canını aldı ve gündeme oturdu.Beşiktaş İnönü Stadında taraftar denilen sokak serserilerinin işlediği cinayete karşılık Futbol Federasyonu Beşiktaş’ı üç maç seyircisiz oynama yasağı ile cezalandırdı. Bunun ardından TBMM’de sporda şiddet ve şike görüşmeleri boş sıralara karşı yapıldı. Kuşkusuz, bu gün alınmaya çalışılan önlemlerin; şiddetin önlenmesine, tribün serserilerinin kulüp yöneticileri ile bağlantılarını kesmeyeceği, amigo müessesesini ortadan kaldırmayacağı da açıktır.Üç beş gün sonra bu cinayet olayı unutulacak, acılar küllenecek ve her şey eski tas eski hamam olacaktır.
 
     Taraftar denilen kitle neden böylesine saldırganlaşıyor?
 
     Güvenlik güçleri neden bu sokak serserilerinin üzerine gidemiyor?
 
     Öte yandan futbolcu da kendi başarısızlığını düzelteceği yerde, basit, akılsız davranışlarla aczini kapatmaya yöneliyor. Toplum olarak spordaki terörü oluşturan kaynaklar kurutulamayacaksa, akıl ve bilimden yana çözümler bulunmayacaksa önümüzdeki günlerde bizleri çok daha kötü olayların beklediği de kaçınılmazdır. Ortada sosyolojik, toplumsal ve ekonomik bir sorun bulunmaktadır. Öncelikle futbolcuların ruhsal sorunlarını çözecek psikiyatrisiler kulüplerde bulunmuyor. Hıncal Uluç’un geçtiğimiz yıllarda belirttiği gibi fizik kondisyon kadar, ruhsal kondisyon da sporda çok önemlidir.Trilyonların su gibi aktığı ortamda kültürleri, eğitimleri belirli düzeye gelememiş futbolculara her gün basında yer verir, mankenler, sanatçıyım! Diyenler onlara yakınlık gösterirse dünyanın en ünlü psikologları bile bu karmaşayı çözemez. Öncelikle sporun tarihi çağlardaki gladyatör oyunları olmadığı sporculara ve eğitimsiz seyirciye anlatılmalıdır.Eski kuşakların ünlü futbolcularından Halit Deringör’ün bu konudaki izlenimine katılmamak elden gelmiyor:
 
    “Futbolda, kasıtlı tekme atmak, rakibinin ayağını kolunu kırmak veya bunlara yeltenmek bir aşağılık duygusundan öteye gitmez. Tekme vurmak için sahaya çıkan kişi, bir anlamda psikolojik hasta kişidir. Dikkat edilirse böyle futbol dışı sertliklere baş vuranlar saha dışında korkak ve çekingendirler”.
 
     Futbolda terörü körükleyenlerin başında öncelikle basının bazı kesimi gelmektedir.Avrupa’ya  tokat attık, vur, kır, parçala, ez, ölmeye geldik sözleri basınımızda zaman zaman da olsa yer almıştı Spor yazarlığı da nedense günümüzde çok kolay bir mesleğe dönüştürüldü. Bir mektubu bile zar zor yazabilecek eski futbolculara gazete sayfaları açıldı. Oysa spor yazarlığı bir meslektir ve bu mesleğe girmek isteyenlerde bazı özellikler aranmalıdır. Öte yanda televizyon kanallarında günün spor yorumlarını yapanların da al birini vur ötekine... hemen hepsi ben bilirim, futbol otoritesiyim, sen bilmezsin havasında...
 
 
     Gün oluyor kendi kendime düşünüyorum; acaba futbol terörü kimlerin umurunda? Geçen yıl İstanbul’un sözüm ona elit tabakasının yaşadığı Nişantaşı’ndaki Burger King’te otururken ister istemez yanımızdaki masada, yaşları 18-20 arasındaki bir gurup gencin konuşmalarına kulak misafiri olmuştum. Futbol üzerine konuşuyorlardı ama, futbolun güzelliği değil de çirkinliğinden örnekler veriyorlardı. Bıçak ve vurucu aletleriyle göz altına alınan bir arkadaşlarından söz ediyorlardı. Güvenlik güçlerince maçta bıçakla yakalanan arkadaşlarının düştüğü durumdan övünerek söz ederken kendilerinin onların yanında olamadıklarının utancını! sanki yaşıyorlardı. Filancanın kardeşi bıçakla, falancanınki de rakip takımın taraftarları ile dövüşürken yakalandı diyorlardı. Bu gencecik çocuklar üzülüyor, hayıflanıyor, hepsinden daha acısı da onlarla gurur duyuyorlardı.
 
     Yıllardır çeşitli gazetelerde ve Neriman Tekil’in Fenerbahçe Dergisi’nde spor anarşisinin her geçen gün büyük boyutlara biraz daha ulaştığını, devletin kanayan bu yaraya neşter vuramadığından yakınan yazılar yazmıştım. Önemli maçlardan sonra taraftar ismi altında kulüplerce desteklenen sokak serserilerinin başlattığı, sokak savaşlarını, kurşunla, bıçakla yaralanan insanları dile getirmiştim. Gözü dönmüş, kişilik bunalımındaki bu insanların ellerindeki şişler, satırlar, döner bıçakları zaman zaman da olsa yazılı ve görsel basında yer almıştır. Sporun spor olduğundan habersiz bu yaratıklar statların içerisinde  her yenilgi sonrası koltukları parçalamış, yaktıkları ateşlerle de çevreye ve insanlara zarar vermişlerdir. Görüntü gerçekten ürkütücüdür. Kulüp destekli amigoların tribünlerde örgütlenmeleri, yeterli desteği alamadıklarında da yönetime karşı savaş açmalarının benzerleri, dış ülkelerde öyle kolay kolay görülecek şeyler değildir. Bu guruplar bazen aynı takımı tutmalarına rağmen kendileri ile de mücadeleye girişmektedirler. Madalyonun bir diğer acı yanı da aynı kulüp içerisinde bulunan kulüp üyelerinin onları yönlendirmesidir.
 
     Stadyumlara giriş bir başka traji-komik olaydır. Yenilenen İnönü Stadının turnikeleri nedense bir türlü çalışmıyor! Kontrolsüzlükten bir biletle iki kişi içeri girebiliyor. Öte yanda kusura bakmasınlar enayi vatandaşlar bilet alıyor, amigo destekli taraftarlar kendilerine verilen biletleri hem satıyor, hem de ellerini kollarını sallaya sallaya içeriye giriyorlar. Bu nedenle de çoğu sporsever lanet olsun diyerek maçlara gitmiyor. Elinde bileti olan bazen içeri giremiyor, girse bile yerine oturamıyor, kendisi ile ilgilenecek birini de bulamıyor. Stadyumlarda güvenlik elemanları var ama, tribünde insan öldürülüyor, dövülüyor, kulüp başkanlarına sövülüyor, koltukların altında bıçaklar bulunuyor.
 
     Geçmiş günlerin tribünlerinde çok farklı insanlar toplanıyordu; Fenerbahçe’lisi, Galatasaray’lısı, Beşiktaş’lısı yan yana  maç izliyordu. Kavga dövüş bireysel olarak çok ender olurdu. Olsa bile diğer seyirciler olayı hemen tatlıya bağlardı.O günlerin stadyumlarında kişilerin, sporcuların ailelerine ulu orta sövülüp sayılmaz, eşcinsellik suçlamaları yapılmazdı. Taraftarların birbirlerine attığı sloganlar bile bir nezaket, edep ve zekâ ürünü sözlerdi:
 
    “Bir baba hindi, filana bindi, filandan indi, falana bindi”
    “Beş dakika kaldı, falanca fitili aldı”
    “Hakeme gözlük, cebine yüzlük”
 
     Güzel insanların yer aldığı o günlerde bu gün olduğu gibi kulüp yöneticilerinin beslediği, önünde eğildiği, tribünlerde terör estiren amigolar, kişiliksiz taraftarlar yoktu. Bugün rahmetle andığımız bir Karıncaezmez Şevki vardı. Galatasaray’a gönül vermiş, her şeyini Ona bağlamış, yaşamında da bunun acısını kat kat çekmişti. İnönü Stadının kapalı tribün üst kat korkuluklarına çıkar, bir elini havaya kaldırır, diğer eliyle de sarı kırmızılı bayrağı tutar ve öylece durarak takımını selamlardı.Geçimini eski model bir Opel arabasıyla Taksim-Kasımpaşa arasında dolmuş yaparak sağlardı. Gün geldi tribünlerde gelişen maganda kültürü Karıncaezmez’i ve onun yönlendirdiği kişilikli, saygıdeğer taraftarı unutturdu. Her şeyi  sarı kırmızı olan Şevki’nin son günlerinde Galatasaray Kulübü Ona yardım etmedi, hasta ve perişan bu dünyadan göçüp gitti. Kuşkusuz bugünleri görebilseydi kahrından bir kez daha ölürdü. Kimbilir belki de kişiliksiz taraftarların attıkları sloganlar Onun kemiklerini sızlatıyordur:
 
    “Şarabı da içeriz, esrarı da çekeriz, bize (takım ismi) derler
      Biz adamı s....”
 
    “Elimizde şaraplar
      Belimizde kasatura
      Biz ölmeye gidiyoruz
      (takım ismi) s....gidiyoruz”
 
    “Korkutamaz bizi musalla taşı,
     Ölümüne seviyoruz (takım ismi)”.
 
     Kısacası görüldüğü gibi ortada çok derin ve aynı zamanda kangren olmuş bir yara var. Hiç kimse onun uzantısını, nedenlerini görmek istemiyor. Geçtiğimiz günlerde İnönü Stadının tribünlerinde sokak serserilerince bıçaklanan gencin ölümü acaba bizleri gaflet uykusundan uyandıracak mı? Bilemiyoruz.
 
     Cahile ve akılsız çocuğa verilen özgürlük, onların mahvolmasına sebep olur sözü hiçbir zaman unutulmamalıdır.
erdemyucel2002@hotmail.com
Yayın Tarihi : 27 Kasım 2004 Cumartesi 17:19:10
Güncelleme :28 Kasım 2004 Pazar 02:09:05


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?