19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Kanun, Hukuk, Danıştay ve İktidar

Türkiye’de uzun yıllardır uykuda olan bir sorun AKP iktidarı ile birlikte su yüzüne çıktı.
Yargı yasama ve yürütmenin üzerinde midir?
Aslına bakarsanız bu yeni bir olgu da değil.
Yeniden Türkiye’nin Doğuşu-Sıfır Noktası adlı kitabımızda yıllar önce bu konuya değinmiş, son olarak ta Van Savcısı’nın üst üste hazırladığı iki iddianame bu savımızın gerekçemizi doğrulamıştı.
Şimdi gelin önce işin teorik kısmı ve bunun siyasi boyutuna bakalım.
Demokrasilerin “yasama, yürütme ve yargı” üzerine kurulu olduğu varsayımını doğru kabul edersek, yine demokrasinin en vazgeçilmezi olan seçmen yani halkın tercihlerinin en üst düzeyde olduğunu kabullenmek zorundayız.. Bu pencereden baktığımızda da ise yasamayı en üst düzeye oturtmak zorunda kalırız..
Yürütme ise yasama organının yani halkın söylediklerini ve istediklerini yapmak yükümlü olan bir organ gibi görünüyor… Yargı ise bu noktada sadece denetleme ve uyarma görevleri var… En azından Türkiye’nin seçtiği demokrasi modelinde işlerin bu şekilde yürümesi gerekiyor..
Ancak bu model daha ilk adımda falso vermeye başlıyor..
Yine Türkiye’de demokratik yapının bir diğer temel taşı laiklik..
Ancak 1950’lerden bu yana bu laiklik kavramının içini bir türlü dolduramadığımızdan sistem zaman zaman yörünge değiştiriyor.
Türkiye’de laiklik kavramını bilen de fazla bir kişi olduğu söylenemez… Eğitim sisteminin laik bir çerçevede oturduğu bir ülkede referanslarını İslamiyet’ten alan bir hükümetin yapacağı her iş yargının denetleme gücünün ötesine de geçerek üst bir yasama ve yürütme organı gibi çalışmasını hiçte yadırgamamak gerek..
Bu nedenle AKP sosyal bilimler dalına sürekli İmam Hatip Mezunu gençlerin sokmak istiyor..
Yargı ise kendi laik öğretisi içinde buna direniyor ve Akademik kurumlarla işbirliği yaparak çıkarılan her türlü yasa ve yönetmeliği “kanun” ve “hukuk”
çerçevesinde durduruyor.
Bu durdurma kararının kanuni gerekçelere dayandırıldığı bir gerçek. Ama hukuki olup olmadığı ise derin bir tartışma konusu.
Çünkü Türkiye’de ne yazık ki en entelektüel düzlemlerde bile “kanun” ve “hukuk” kavramını altı doldurulmamış.
Bu boşluk nedeniyle Türkiye’de verilen kararların yarısından fazlası “hukuki” gerekçelerle veriliyor.
Bu sadece yasama ve yargı kararlarına karşı uygulanmıyor… Tüm adli suçlarda da aynı durum söz konusu..
“hukuki” sonuçlar bir üst mahkemede “kanuni dayanağı” olmadığı için bozuluyor ve geri dönüyor..
Türkiye yargı sisteminin baştan aşağı değiştirmeli…Ancak, Hukuk fakültelerinde de yargı felsefesi iyi öğretilmeli ve “kanun” ile “hukuk”
arasındaki fark iyi anlatılmalı..
Bu kavramlar yerin oturmadığı sürece yargı, yasama ve yürütme arasında kavga sürüp gidecek..
Bunun için AKP’nin ikti darda olması gerekmiyor..
Bir de kimse kanun önünde dokunulmazlık hakkına sahip olmamalı.
Önce bu hukukun özüne aykırı..
Yargıç ve savcılar bu konudaki yasayı bizzat hazırlayıp hükümete sunmalı..
Yargıya o zaman güven daha çok gelişecektir.
İsterseniz şimdi de gelelim gerkçenin pratik bölümne..
Bu gazetelere yansımış bir olay…

Hürriyette yayınyanldı
Hürriyette yayınlandı
Hürriyette yayınlandı. Haber şöyle:

“İstanbul Adliyesi, yargı bağımsızlığının tartışıldığı bugünlerde, çarpıcı bir olaya sahne oldu. İstanbul 7’nci Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Niyazi Aydın, bir sahtecilik davasında, daha duruşma devam ederken ve savunma yapılmadan mahkumiyet verdiği ortaya çıkınca davadan çekildi.

İSTANBUL 7’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen S.G. ve M.G’nin evrakta sahtecilikten yargılandığı davanın duruşması, adliye tarihinde eşine belki de hiç rastlanmayan bir olaya sahne oldu. Duruşmada söz alan sanık avukatı İhsan Paksoy, duruşmadan birkaç hafta önce, vekaletname örneği için, dava dosyasını incelediğini belirterek, şunları söyledi:

SAVUNMA YAPMADAN

"Dosyada, mahkeme başkanının, duruşmadan aylar önce davayla ilgili kararını verdiğini gösteren 3 sayfalık karar notlarına rastladım. Çünkü avukat ücreti, 2005 tarifesine göre yazılmıştı, kendi el yazısı olduğunu tahmin ettiğim karar notlarında başkan, heyetin diğer üyelerinin görüşlerini almamış, duruşma ve savunmalar yapılmadan kararını vermiştir. Mahkeme Başkanını reddediyoruz."

Avukatın bu çıkışıyla şaşkına dönen Mahkeme Başkanı Niyazi Aydın, reddi hakim dilekçesini ve 3 sayfalık el yazısı notları inceledikten sonra davadan çekildi. Bu karar, tutanaklara, reddedilen başkan tarafından, şöyle geçirildi ve duruşma ertelendi: "Daha önceden dosyanın hazırlandığı ve incelendiği, başkan tarafından hazırlandığı ileri sürülen notlar her ne kadar hazırlık niteliğinde iseler de verilecek kararın taraflarca saygı ile karşılanması gerektiği esası da gözönüne alınarak, Mahkeme Başkanı olarak bu davaya bakmaktan istinkaf ediyorum."

Aslına bakarsanız bu traji-komik haber Türk yargı sisteminin hangi noktada olduğunu gösteren bir durum..
Van Savcısı’nın açtığı son iki dava ise yargının nasıl siyasallaştığının tipik bir boyutu.
Savcı, kimsenin itibar etmediği bir tanığı iddianamesinin temel dayanağı yaparken, yine Hürriyet’te Pazar günü yayınlanan iki bant ise karış taaruz biçimindeydi.
Sanki kendisine karşı örgütlenmiş yargıya karşı bir direniş manifestosu gibiydi.
Genelkurmay’ın yorumu ise, Yeniçeri-Nizami Cedit benzetmesi yaparak iddianamede “3. Selim’e gönderme” yapıldığına dikkat çekiyor ve bunun bir “tehdit” gibi algılanabileceği ima ediliyor… Tüm güçlerin medya aracılığı ile çarpıştığı bir ortamda yargı ve yargılama tekniği konusundaki itirazımız daha bir güç kazanıyor… İddiamızı yineliyelim… “Yasa değişikliği ile yargı reformu yapılmaz… Yargılama usulu değişmelidir…Kararı yargıç değil bir jüri vermelidir. Eğer yargıç verecekse bunun mesleki kariyeri didik didik edilmeli ve ancak uzun yıllar sonra kakar verme yetkisine sahip olmalıdır..
Yoksa yine iddia ediyoruz,
Her 3 yılda bir af çıkarmak zorunda kalırsınız..
Mehmet Aycan
Yayın Tarihi : 13 Mart 2006 Pazartesi 16:24:39


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?