28
Mayıs
2024
Salı
ANASAYFA

Kürdü böl, irticayı yönet - 1

Laiklik elbette dinle çatışabilir. İnsanların dini inançlarını, siyasi amaçlarına alet edenler olduğu sürece, laikler dincilerle karşı karşıya gelecek, çatışacaktır.

Laiklik, dinin ve her türlü inancın, siyasal hayatın dışına çıkarıldığı siyasi sistemi tarif eder. Salt kendi başına dinsizliktir. Ancak kişilerin değil, devletin dinsizliğidir. Siyasi-hukuki sistemin, dine veya bir inanışa sahip olmama halidir. Demokrasi ile bütünleştirildiğinde, dinlerin ve inançların koruyucu mekanizması haline gelir.

Doğrudur, insanlar laik olmazlar, laikliğin savunucu olabilirler. Terminoloji tartışması çıkarıp, kafa karıştırmaya gerek yoktur. Ben laikim diyen herkes, inancım beni ilgilendirir, ben laik devletten yanayım demek istemektedir. Kimseyi, kendi dinime-inançlarıma uymaya -devlet eliyle- zorlama taraflısı değilim demektedirler. Hakeza, laiklikle İslam çatışmaz da doğrudur. Çatışan, dini kendi menfaatlerine göre yorumlayan yobazlar-hocalar-şeyhler-sahte peygamberlerle, devlet dediğimiz yargı-asker-polislerdir. Dinler savaşı dediğimiz, çoğu kere istila-egemenlik veya iktidar savaşıdır. Özünde inanç değil, çıkar vardır.

Batılı laikler, düzenin din esaslarına göre -kilise tarafından- düzenlenmesini ve hukukun dine -papazların ağzından çıkan mutlak doğruya- dayandırılmasını ret ederler. Bizde de, halifelik -ve bütünleşmiş saltanat- makamının kaldırılma sebebi budur. Millet kendi kararını kendisi verecektir. Milleti ilgilendiren kararlar, sözde Tanrı kelamını bildiren bir kişi-ler tarafından verilmeyecektir. Dolayısıyla, inançlar siyasetin alanından çıkarılır, bireysel-sosyal alanın kapsamında değerlendirilir. Din devletini değil, ulus devleti, demokratik devleti savunurlar. Demokrasi marifetiyle, sosyal hayatta bütün inançların yer bulmasını ve korunmasını benimserler. Ki, burada dinin, bir devlet ve hukuk modeli önerip önermediğini de sorgulamak ayrı bir gerekliliktir. Din mi önermektedir, yoksa dinin kendisinde temsil olunduğunu iddia eden şahıslar mı? Hz. İsa’ nın yeryüzündeki tanrı olduğu inancı ile, Hz. Muhammed’in beşer ve yalnızca elçi olduğu inancının birbirine zıtlığı, bu noktada -dini açıdan- büyük önem taşır.

Bir inancın (inanç sahiplerinin) diğer inançlar (inanç sahipleri) üzerinde tahakküm kurmasına yegane engel laikliktir. Laiklik, ulus-devletlerin harcıdır. Laikliği kaldırdığınız an, vatandaşlığı-milli kimliği ortadan kaldırırsınız. Bu durumda, ya inançlara göre kastlar kurmak yada inanç devletçiklerine ayrılmak durumunda kalırsınız. Yada tümden parçalanırsınız. Laiklik, inançların birbiri üzerinde tahakküm kurmasını engellese de, örneğin sınıfsal tahakkümü engelleyemez. Bu zorluğa çare, yine demokrasi içerisinde aranır.

Kiliseyi ve papalığı, feodalite ile beraber iktidardan indiren burjuvazi, haliyle dini dışlamıştır. Dini, siyasi ve ekonomik hayatın dışına çıkarmakla kalmamış, bütün malvarlığına el koymuştur. Ortaçağ Avrupa’sında dinin olanca karanlığıyla hükmettiği yıllarda, Osmanlı’da benzer bir yapının hüküm sürdüğünü kimse söyleyemez. Kimi şeri hükümler ve uygulamalar olsa da, Osmanlı hukuk sistemi dini -şeriatçı- yapıdan uzaktır. Siyasal yapıdaki yeri göstermeliktir, ekonomik hayatta hiç yoktur. Bunun sebeplerinden birisi, elbette İslam’da ruhban sınıfının olmamasıdır. Diyanetin başı Şeyhülislam iken, hem Şeyhülislamın hem siyasi yönetimin başı Sultan dır. Tabii, Osmanlı laik değildir ama din devleti de değildir.

Dolayısıyla, günümüzde ‘dincilik güdenlerin’ Osmanlı’ya öykünmesi gerçeklikten uzaktır, kamuflajdır. Özlem, hilafet makamına ve eyalet sistemine, beyliklere ise, bu güçlü bir imparatorluğu gerektirir! Cumhuriyetin ilk yıllarında baş gösteren direnişin iki asli sebebi vardır. 1-Sosyal hayatta dini çıkar kapısı haline dönüştüren tarikat-tekke-zaviye-dergahların vb. yasaklanmasıyla, mürşit-şeyh-şıhların gelir kapılarının kapatılması ve itibarlarının düşürülmesi. 2-Ekonomik ve siyasi güç oluşturan tarikat-aşiret yapılarını kaybetme korkusuna düşen, ağalar-beylerin hoşnutsuzluğu.

Cumhuriyet, insanı mürit-tebaa olmaktan siyasi-hukuki alanda kurtarmıştır. Ancak toplumsal yaşamda bu dönüşümü tekamül ettirerek, tam özgürleştirememiş, birey kılamamıştır. Maddi zemin olan toprak reformu tamamlanamamış, 1950 lerden sonra uygulamada da geri adımlar atılmıştır. Zaten köklerini muhafaza eden İrtica hareketi, o tarihlerde tekrar uç vermiştir. Bir takım siyasilerin, oy kaygısı ve yönetim aracı olarak kullandığı dini istismar, batı bloğunca da yeşil kuşak imarı için desteklenmiştir. Meyvelerini, 1990 dan sonra toplamaya başlamışlardır.

Avrupa’da, ekonomik güç sahibi olan burjuvazi, halkı yanına alarak kiliseyi-feodalleri iktidardan indirmiş, koltuğa oturmuşken, bizde iktidarı ilerici, laik asker-sivil bürokrasi kurmuş ve tutmuştur. Partilerimiz, güçlü bir ekonomik sınıfa dayanmazlar. Göbekten dışa bağımlılık burjuvazimizi, örgütlü mücadele geleneği olmaması işçi-köylü sınıfımızı çürütmüş, ulusal kimlik ve politikalar güdük kalmıştır. Sınıfsal çıkarların ifadesi olan ideolojilerin yerini, oya dönük politik söylemler, demagojiler almıştır. Dini inançta, oya tahvil edilebilecek -en uygun- enstrümana dönüşmüştür. Haliyle, karşı enstrümanda laiklik olarak boy göstermiştir.

Alt yapısını, Anadolu Kaplanları veya geliştiği iddia edilen millici orta sınıfın oluşturduğu savı, hayattan çok uzaktır. Daha çok, her yana ve katmana yayılmış ve cemaatleşmiş, tarikat örgütlenmeleri içerisinde kabul gördüğü, gözle görülebilir bir olgudur. Beraberinde, gitgide artan yabancılaşma-yozlaşma-ahlaksızlığa karşı, yoksul kesimin tepkisi olarak da ortaya çıkmakta veya benimsenmektedir.
Diyebiliriz ki, bugün ülkemizin aydın-orta sınıf insanları da -benzer tepki ile- ‘muhafazakarlaşmaktadır’. Yalnız, bu ikisini birbirine karıştırmamak gerekir. Buradan yola çıkarak, daha geniş kesimlerden destek gördüklerini ispata yeltenen, maksatlı olarak birbirine karıştırmak eğiliminde olanlar var. Halbuki, bu muhafazakarlık dejenerasyona, gözü kapalı batıcılığa, özelleştirmelere, toprak satışlarına, AB ve Amerika aşağılamalarına, velhasıl dışa bağımlılığa karşı gelişen özde milliyetçi-yurtsever olumlu bir reaksiyondur.

İlginç bir nokta şudur, bizde irtica da dışa bağımlıdır. Osmanlı’nın son dönemlerinde, İngiliz altınları ile beslenmişler, cumhuriyet döneminde -kısa bir aradan sonra- bu ilişkiyi ABD ile tazelemişlerdir. Sadece Amerika-İngiltere değil, Almanya dahil Avrupa ülkeleri, bu tür ‘cemaatlere ev sahipliği’ yapmaktadır. Sadece bu bağ bile, bu tür oluşumların, saf-masumane inanç yuvaları olmadığını ispata yeterlidir.

Görüldüğü üzere, ülkemizde irticanın -din adına gericiliğin- maddi kökleri aslında zayıftır, tarihsel-milli dokumuza da uzaktır. İslam’ın yanlış yorumlanmasına, feodal kalıntı ve ilişkilere dayanmakta ve dışarıdan ciddi güç almaktadır. Gerisi politik-medyatik balondur. 2-3 bin türban bayraklı militan kızın etrafında kıyamet koparılmaktadır. Ancak, dışında kalan kesimlerin örgütsüzlüğü, ideolojilerin demode oluşu, onları ciddi siyasi tehdit haline getirmiştir. Ülkemiz etnik ayrımcılıkla beraber, inanç ayrımcılığına sürüklenmektedir. Bu gidiş ulus-devletin, Cumhuriyetin yıkılması, parçalanmasına doğrudur.

Ülkemiz, yeniden bağımsızlığa kavuşup, sınırlarının içine hakim olduğu zaman, partiler demokrasisi yerine, vatandaşın demokrasisini-milletin egemenliğini hakim kıldığı zaman, milli-yerli ekonomiye geçtiği zaman, irtica-gericilik- sorununu da ortadan kaldırmış olacaktır. Bugün laikliği savunanlar, ülkemizin tam bağımsızlığını da savunmak zorundadırlar. Elbette terside.

Peki şu anda, laiklik hakkıyla uygulanıyor mu?
Buna evet demek zordur! İnancımızı yaşayamıyoruz diyenleri yalanlarcasına, devlet bir dini varmış gibi hareket etmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı ve İmam Hatip Okulları, M. Eğitim Bakanlığı’nın uygulamaları, tarikat örgütlenmelerine ve onlara bağlı kurslara-yurtlara-okullara gösterilen geniş hoşgörü bu savı doğrular niteliktedir. Devlet yıllarca, kendine bağlı bir kurum ve TV eli ile, başka inanışları yok sayarak, tek bir inancı, vahabi-sünni inancı sahiplenmiş ve yaymaya gayret etmiştir 




Fahri YURTSEVER / Ankara
Yayın Tarihi : 12 Ekim 2006 Perşembe 03:36:29


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?