Ilımlı İslam cumhuriyetini ve bağımsız Kürt devletini isteyen-besleyen bir “büyük patron” var. Bu patronun, ülkemizde Ilımlı İslamcıları iktidara taşıdığı, yıllarca PKK’yı desteklediği ve kukla bir Kürt devleti kurdurduğu bilinmektedir. Bölücülüğün ve şeriatçılığın paralel gelişmesinin sebebi de belki budur. Bu iki tarafın amaçları farklı olsa da, mücadeleleri tek noktada ortaklaşır ve küresel sermayenin isteğiyle birleşir. O da mevcut laik-üniter yapının, ulus-devlet modelinin tasfiyesidir. Bu tasfiye, bizzat Büyük Patron tarafından istenirken, kendilerinin de amacına uygun iken, hükümetin buna karşı durması, ciddi tedbir alması beklenebilir mi?
Bu amaçlarını bir tarafı bıraksak bile, Irakta olanları (Güney Kürdistan Federe Devleti) ve doğu- güney doğumuzda yaşananları, bizzat kadim dost istediğine göre, bu gelişmeye karşı durulamaz, ABD’ne KARŞI DURULAMAZ anlayışı, maalesef ki asker- polis ve sivil bürokrasiyi etkisizleştirmektedir. Kuzey Irak’taki gelişmeleri kırmızı çizgi ilan eden, ülkemizin güvenliği ve bekası için hayati önemde kabul edilemez bulanlar, “Ne yapalım, koşullar bunu gerektiriyor, durumu kabul edeceğiz” demediler mi? Ülkemizi bunca zayıf gören, acze düşürenlerin, işin gereğini hakkıyla yapmalarını nasıl bekleyebilir, nasıl doğru çözümler önerebiliriz?
Bu anlayış sahipleri, reel-politika gereğiyle, önümüzdeki birkaç yıl içinde “Kürt Sorununu” çözeceklerdir. Bunu öngörmek için her türlü emare mevcuttur.
Niyetler bir yana, yapılanlara baktığımızda, bu güne kadar güney-doğumuzdaki (Irak-Türkiye) gelişmeleri önleyici, bertaraf edici kararlı mücadele edildiğine, samimi olunduğuna da, inanmak zordur.
AB yolunda, ABD ile içli-dışlı bağımlılık ilişkileri içerisinde, bir nevi kapitülasyonlar ve duyun-i umumiye şartları altında, ABD dış politikasının, bölge politikasının mihveri içinde, zaten tersi olanaksızdır. Mücadele, sadece Mehmetçiğin sırtına yüklenmiş, bataklığı kurutmak yerine, sivrisineklerle mücadeleye hapis olunmuştur.
-Ne sınır kapısının yeri değiştirilmiş, ne uyuşturucu-akaryakıt kaçakçılığı önlenmiş, dolayısıyla Türkiye ve Irak’taki örgütün para-iş kaynakları kesilmemiştir.
-Konsolosların, AB yetkililerin bölgedeki malum faaliyetleri sınırlanmamıştır. Ne idüğü belli bir takım STK lar, açık-gizli örgütler bölgede cirit atmaya devam etmektedir. Soros vakıfları mikro kredi adı altında, kadın liderler yetiştirmektedir!
-Bölgede yaşayan bütün ahali potansiyel terörist muamelesi görmüş, devletimiz mücadelede bir takım aşiretlere yaslanarak yanlış yapmıştır. Gereksiz, Amerikanvari karanlık yollara sapılmıştır. Kimi resmi görevlilerin ve kontr-gerilla elemanlarının uyuşturucu, silah, akaryakıt kaçakçılığı gibi pis işlere bulaşmalarına, faili meçhullere seyirci kalınmıştır.
-En önemli araç olan Toprak Reformu’nun adı bile telaffuz edilmemiştir. Bölgede ağalık ve aşiret düzenine son vermek için hiçbir şey yapılmamıştır. Tam tersine ağalar üzerinden hakimiyet kurulmaya çalışılmıştır.
-Kamu yatırımları yapılmamış, iş kapısı açılmamıştır. Bölgeden göç eden veya ettirilen köylülere bile sahip çıkılmamış, akıllıca iskan edilmemiş, kazanılmamıştır. Sorun İstanbul-Mersin-İzmir gibi büyük şehirlere de taşınmıştır.
-Irak’ın işgalinden sonra, sınırın 30 km ötesine hava harekatı yapmaya bile cesaret edilememiştir.
-Musul’da, Kerkük’te, Süleymaniye’de, Telafer’de, Türk akrabalarımızın katledilmelerine, sürülmelerine, yok sayılmalarına ses çıkarılmamıştır.
-Uyduruk seçimler ve anayasası meşru kabul edilmiş, Irak hükümeti tanınmıştır.
-AB ve ABD nin istekleri-engellemeleri sonucu, ülkemiz “şamar oğlanına” dönmüş, itibarını düşürmüş, Barzani-Talabani üstündeki nüfuzunu bile kaybetmiştir.
-Kürt Sorunu deyiminin başbakan tarafından kabulü ayrı bir faciadır. Böylece uluslararası siyasi bir sorunumuz daha olmuştur. Ege, Kıbrıs, Ermeni sorunundan sonra, Kürt sorunu resmi nitelik kazanmıştır. Kürtlerin sorunları ile, Kürt Sorunu birbirine karıştırılmıştır.
Kısaca devletimiz, devlet gibi davranmamış-mücadele etmemiştir, demek yanlış olmayacaktır.
Esasen, meselenin daha ufak bir parçası olan, dağlardaki silahlı uzantılarıyla mücadele etmek, çözümü sadece orada görmek, meseleyi hiç algılamamak demektir. Algılanmadığını varsaymak mümkün değildir ama onun dışında bir şey yapıldığını da görmedik, göremedik.
Dolayısıyla, tek başına askeri veya özel kuvvet operasyonları veya OHAL gibi tedbirlerden çözüm beklemek, halen meseleyi hafife almaktır. En olağanüstü dönemlerde bile, bu tür tedbirlerle istenen netice alınamamıştır.
Gelinen nokta, çok daha geniş kapsamlı proğramları, ekonomik-sosyal-siyasi muhtevayı, devletin tepesinde bağımsız ulusal bir bölge ve Kürt politikası oluşturulmasını, çok cepheli hareket tarzını gerekli kılmaktadır.
“BATMAN dan beridir olay kitleselleşmiş, kitlesel mücadele eklenmiştir. Nerede olduğu önemli değil, bir Kürt devleti kurulmuş, ABD ve Papa tanımıştır. İran, Suriye, Türkiye Kürtleri ayrı ayrı değil, bu ulusun bir parçası olarak görülmekte ve topraklarıyla birlikte katılmaları arzulanmaktadır. İktidarın başkentinin, Diyarbakır mı, Kerkük mü olacağı belli değildi. Öcalan’ın teslimi ile, Irak’ın işgali sebebiyle, şimdilik Erbil’ in seçildiğini gördük. 2007 den sonra Kerkük’ün olacağı kesin gibidir.
Tek bir ulus, tek bir devlet amacı güdülse de, Irak’ta bir devlet kurulmuş olsa da, şu anda tek bir merkez yoktur. Ağırlıkla, ABD Irak Kürtlerini, AB ülkemiz Kürtlerini sahiplenmiş görünüyor. PKK nın, silahı bırakmadan, hem ülkemizde siyasallaşmasının, hem de Kuzey Irakta parti büroları açarak seçimlere katılmasının altında yatan bu politika ve AB desteği olsa gerektir. Üstelik bir devlet kurulduğuna, artık güçlülük iktidarda sağlanacağına göre, bölge-toprak hakimiyeti kavgasının yerini, nüfuz hakimiyetinin alması tabiidir. PKK Türkiye’deki nüfuzu üzerinde etkinliğini kaybetmemeli, Kuzey Irakta nüfuzunu artırmaya çalışmalıdır. Karşılık olarak, KDP-KYP de ülkemizde nüfuz mücadelesine girişecektir. Bir dönem karşılıklı güç gösterileri yaşanacaktır. Bu güç gösterileri bugüne kadar, silahlı çatışmaya varmamıştır. Güç dengesi korunduğu sürece, tam bağımsızlığa ulaşılmadan silahlı çatışmayı olası görmemek gerekir. Süreçte, bir devlet kurmuş olması hasebiyle, KDP-KYP nin öne çıkacağını, etkinliğini artıracağını varsaymak doğru olur.
Her ne kadar büyük patron ABD isede, birtakım Avrupa ülkeleri de, Kürtleri ABD ye tam teslim etmeye, piyasadan tümüyle çekilmeye niyetli değillerdir. Ayrıca, Kürt grupları da kendi içlerinde etkinlik mücadelesi vermekte ve farklı ülkelere yaslanmaktadırlar. PKK, hala, hareketin liderliğini KDP-KYP ye kaptırmamaya çalışmaktadır. Bütün bu etkilerle ve İran ve Suriye’nin olası müdahaleleri, bir takım grupları diğerlerine karşı kullanma manevralarıyla, sınırlarımız dahil bölgede karmaşık olaylar yaşanabileceğini, karmaşık ilişkiler kurulabileceğini tahmin etmek zor değildir.
Hem bu sebeple, hem de sonucu açısından bakıldığında, Türkiye’nin Irak Kürt devletini, PKK’ya karşı kullanması, kullanmak istemesi anlamsızdır. Ne söz verilirse verilsin, tutulması olanaksızdır. Göz boyamadan ileri geçemeyecektir. Tutulsa bile, PKK’nın yerini KDP-KYP almış olacak, sorun ortadan kalkmayacağı gibi, daha da güçleşecektir.
Çok yakın gelecekte, Türkiye-ülkemiz kendi Kürt kökenli vatandaşlarını kazanmayı başaramaz ise, kazanmak için adımlar atamaz ise, başında ister PKK, ister KDP-KYP olsun, Irak Kürt devletine -nüfuzuna- teslim etmiş olacaktır.
Washington politikasının arkasına bağlanıp, Çekiç Güç, 32-36 paralel, PKK ya karşı Talabani ye verilen destekler, nasıl bugün içinde bulunduğumuz sorunun asli sebeplerinden ise, aynı pilavı bir kez daha yemek gafletine düşülmemelidir. ABD nin isteği, zorlaması veya ballandırmalarıyla, Irak Kürt devleti ile kurulacak her türden ilişki, hiç kuşkusuz “yol-su-elektrik olarak” geri dönecektir.” (22 Kasım 2005 F.Y.)
Sonuç olarak, koordinatör atamaları ile yeni bir aşamaya girilmiştir.
Koordinatör süreci ile beraber, tarafımıza artık bu meseleyi çözün denilmiştir. Daha doğrusu, stratejik ortak meseleyi İran harekatından evvel çözmek için kolları sıvamıştır. İki seçenek vardır. Ya ABD politikasına tümüyle angaje olunacak, ateşkes-diyalog süreci ve siyasi çözüme yanaşılacak yada karşısında yer alınacaktır. Bundan sonra, “idare etmek” mümkün olamayacağı gibi, “zamana bırakarak-zamanın uygun bir çözüm mucizesi çıkarmasını beklemek” de mümkün görünmemektedir.
Eğer haberler doğru ise, PKK’nın ülkemizden çıkarılmasına karşılık, Irak-Bağdat’a asker gönderme önerisi nafiledir. ABD zaten, PKK’yı ülkemizden çıkararak, İran’a kaydırmak istemekte, buna karşılık örgüte Türkiye’de siyasi çözüm önermektedir. Diğer yandan, Irak’ta istikrar değil, üçe bölünmesi istemektedir. Kürt gruplarının, Irakta Türk askeri istemediği de ayrı bir gerçektir.
Hükümetimiz olumlu fikrini iletmiş, PKK ateşkes ilan etmiştir. Sıra, hükümetin iyiniyetini göstermeye gelmiştir. İyi niyetin gösterilmesi ve algılanmasını müteakip, örgütün silahlı güçlerinin ülkemizi terk etmesini beklemek lazımdır. Anlaşılan, önümüzdeki seçim yılına yeni açılımlarla girilecektir. Komutanlarımızın haklı çıkışlarını, sürece sert itirazları olarak yorumlamak doğru olacaktır. Ancak, geçmişten farklı olarak, asker konuşmakta, atı alan Üsküdar’a doğru koşturmaktadır.
Arkasına AB ve ABD desteğini almış hükümetin, askeri “iplemediği” hatta “kafa tuttuğu” ortadadır. Terörle mücadele diyerek, sorunu, MGK’nu ikame edecek “koordinasyon kuruluna”, dolayısıyla ABD’ne havale etmiştir. Böylece bir yandan da, kendi amaçlarına yegane engel gördüğü askeri devre dışı bırakarak, tümüyle etkisizleştirmeyi hedeflemektedir. Amerika da, askerle doğrudan karşı karşıya gelmek yerine, hükümeti öne sürmekte, bir danışıklı dövüş sergilenmektedir.
Asker, mevcut manevrayı engelleyemez ise, cumhurbaşkanlığı ile beraber yeni sürecin Ilımlı İslama evrildiğini, maalesef kuzu kuzu seyredecekmişiz gibi görünmektedir. Seçimlerden sonra, mecliste oluşacak Kürt-İslam Bloğu, Cumhurbaşkanlığını ele geçirmiş, Anayasa Mahkemesi ve Orduyu “sindirmiş” olacak, önünde hiçbir engel kalmayacaktır.
Bu gelişmeyi engelleyecek, hesapları bozacak bir güç görünmemektedir. Umulur ki, laik-üniter sistemi, ulus-devleti savunan, milliyetçi-ulusalcı partiler-güçler bir araya gelsinler, önce cumhurbaşkanlığını engellesinler, ardından mecliste hükümet kurmaya muvaffak olsunlar. Olabilirler mi?
Çözüm Önerileri:
Iraktaki kukla Kürt devleti ile iyi ilişkiler kurmak, hatta hamiliğine soyunmak, böylece PKK ya karşı mücadele etmelerini veya ülkemiz Kürtleri üzerine çalışmamalarını ummak, Washington’un tatlı yalanlarıdır. Hiç bir bağımsız-egemen-onurlu devlet, kendi güvenliğini bir yabancı güce ihale edemez, etmemelidir. Hiçbir devlet kendi vatandaşları ile ilişkiyi, başka bir devlet üzerinden sağlamaz, sağlamamalıdır. Hiçbir devlet dahili sorunlarını, dışardan aracılar vasıtasıyla çözemez, çözmemelidir.
Devletimiz, onun-bunun ne diyeceğine aldırmadan, bağımsız-kararlı bir yaklaşım ve mücadele metodu benimsemeli ve 1914 de kapitülasyonlara son verildiğinde olduğu gibi, elini-kolunu serbest bırakmalıdır.
Geniş-kapsamlı bir devlet politikası oluşturulmalı, bölgeye ilişkin sosyo-ekonomik tabanlı bir proğram açıklanmalı ve top yekun mücadele stratejisi izlenerek, sonuç alınmalıdır. Bölge halkıyla, terör örgütünün ve arkasındaki güçlerin birbirinden sadece fiziken değil, manen de ayrılması bunun esasını teşkil etmelidir. Ne yapılacak ise, hukuk içinde ve alenen yapılmalı, gayri-meşru yollara sapılmamalı, haklı-ciddi bir devlet gibi hareket edilmelidir.
Ülkemiz, Irak’ın kuzeyinde kurulan devletin HAYAT DAMARI olan sınırını bir an önce kapatmalı, ABD’ne olan lojistik desteği sonlandırmalı, dümen suyundan çıkmalıdır. Kendi güvenliğini tehdit eden güçlerle, her kim olursa olsun savaşmaktan kaçınmayacağını ilan etmelidir.
Böyle baktığımızda, PKK’ya karşı top yekun sosyo-ekonomik-siyasi-askeri mücadele, AB-ABD’ne ve ekonomide liberalizme karşı mücadele bayrağı açmak demektir. Bunun sonuçlarını göze almayı gerektirir. Yani, bir kez daha, hem batının içinde yer alalım, hem bu politikayı -Serv’i- bozguna uğratalım deme şansımız yoktur.
*
“Amerika nihayet PKK terörüne karşı işbirliği çerçevesinde ilk somut adımı attı.”
Bakar mısınız müjde gibi verilen habere!
İlk aklımıza gelen, acaba Amerika Kandil Dağını mı vurdu oldu?
Koordinatör atamış!
Anlaşıldı. Meseleyi komisyona havale etmeye karar vermişler! Birde aracı tayin etmişler!
Komisyondan, “taraflara” yönelik diplomatik-demokratik-barışçı bir çözüm önerisi çıkacağına şüphesi olan var mı?
fahriyurtsever@e-kolay.net
Fahri YURTSEVER / Ankara
Yayın Tarihi :
4 Ekim 2006 Çarşamba 05:48:03