19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Medeniyetler Çatışması-Atilla Türkeri

1990’lı yıllardan itibaren bazı yorumcular dünyanın bir Batı-İslam çatışmasına gebe olduğunu ileri sürmüşlerdir. Dikkatli incelenecek olursa, son dönemde Batı ve İslam medeniyetleri arasında çıkabilecek bir çatışma ile terör kavramı arasında bir bağ kurulmak istendiği görülecektir.

Değişen Dünya Sistemi

20. yüzyılın son kesitinde, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte, dünyanın siyasi geleceğinin nasıl olacağı sorunu ortaya çıkmıştır. Bu konuda çok çeşitli tezler öne sürülmüştür. Ortaya atılan senaryolardaki ortak tema, bütün materyalist ideolojilerde görülen "çatışma" kavramının milletlerarası ilişkilere uygulanmasıdır. Gelişmenin en önemli şartı olarak, milletler arasındaki ihtilaf ve çatışmaların sebep olacağı şiddeti öngören bu anlayış, geçtiğimiz yüzyıla damgasını vurmuş bütün siyasi akımların temelini oluşturmuştur.

Çelişme ve çatışma fikirlerinden yola çıkan siyasi bakış açısı, tarih boyunca çok belirgin bir İslam ve Hıristiyan medeniyetleri çatışması olduğunu iddia etmektedir. Bu düşünceye göre, 1. ve 2. Dünya Savaşları ya da Soğuk Savaş dönemleri gerçekte batı dünyasının iç meseleleridir ve bu dönemin bitmesiyle geçmişte yaşanan esas mücadeleye tekrar dönülecektir.

Batı-İslam Dünyası Çatışmasının Provaları

Amerikalı siyaset bilimcilerden Samuel P. Huntington’un ünlü ’Medeniyetler Çatışması’ tezinin ana teması da budur. Huntington dünya üzerinde sürekli bir çatışma yaşandığını, bunun dünyayı belirli cephelere ayırdığını söylemektedir.

1980’li yılların sonunda iki kutuplu bir dünyanın ortadan kalkmasıyla, dünyada ideolojilerin belirleyiciliği sona ermiştir. Bu tespitten yola çıkarak Huntington, bundan sonraki çarpışmaların ideolojiler değil, medeniyetler arasında gerçekleşeceğini iddia etmektedir. Huntington’ın, "medeniyetlerin tayin edici özelliğinin din olduğunu" belirtirken, "İslam ve Hıristiyan dünyaları arasında muhtemel bir savaş"... tan sözetmiştir.

Bosna-Hersek’te olup bitenler, ya da Irak ile ABD arasında yaşananlar, insanlığın yaşayacağı medeniyetler savaşının ön habercileri olan uluslararası buhranlardır.

Oysa bütün bunlar hayali bir senaryoya dayanmaktadır. Gerçekte İslam medeniyeti ve Batı medeniyeti arasında bir çatışma olamaz, çünkü Batı medeniyetinin temellerini oluşturan Yahudi-Hıristiyan inancı, İslam’la çatışma içinde değil, bilakis, bir uyum ve ittifak içindedir. Anlaşmazlıklara sebep oluşturabilecek etnik ve kültürel farklılıkların ise, ılımlı politikalarla yumuşatılması, "medeniyetlerin barışı" ile birlikte dünya barışının da tesis edilebilmesi bakımından faydalı olacaktır.

Çatışmacı Politikalar Fayda Getirmez

İnsanların değerleri, gelenekleri ve inançları ülkeden ülkeye, hatta bir ülke içinde dahi çok büyük değişkenlikler gösterebilmektedir. Bundan dolayı toplumlar ve milletler arasında tarihi, kültürel, etnik farklılıklar olması kaçınılmazdır. Kimi durumlarda da bu farklılıklar mücadelelere dönüşebilmektedir. Dünya tarihine baktığımızda bu mücadelelerin devletler seviyesinde buhranlara, hatta bazen sıcak savaşa dönüştüğünü görmekteyiz. Bu elbette istenen bir durum değildir. Bu bakımdan, böyle zamanlarda, ılımlı ve birleştirici politikalar izlenmesi gerekirken, çatışmaları artırıcı bir takım teoriler üretmek ve bunları sosyal bilimlerle desteklemeye çalışmak çok zararlıdır.

Huntington’ın "medeniyetlerin çatışması" fikri, bilimsel, akli ve vicdani hiçbir delili olmayan bir teoridir. Tarih boyunca, yeryüzünün her bölgesinde çeşitli medeniyetler varolmuş, bu medeniyetler birbirleriyle sosyal ve kültürel açıdan ilişkiler kurmuş ve "medeniyet alışverişi"nde bulunmuşlardır. Her ırk, her soy, her millet ayrı bir medeniyete sahiptir. Her medeniyetin ayrı bir özelliği vardır ve karşılıklı hoşgörü ve uzlaşı çerçevesinde insanlar her medeniyetten birşeyler alırlar.

Bu çatışma iddiası, yakın tarihte komünizm vasıtasıyla denenmiş ve ortaya 20. yüzyılın kanlı bilançosu çıkmıştır. Oysa şu an dünyanın ihtiyacı çatışma değil, topyekün barıştır. Bu barış için ihtiyaç duyulan modeli ise uzaklarda aramaya gerek yoktur. 500 yıllık bir dönemde, idaresi altındaki her bölgeye nizam vermiş olan Osmanlı idaresi ve Türk-İslam ahlakı, oluşturulmak istenen "medeniyetler çatışması"nı, "medeniyetler barışı"na döndürmeye yetecektir.

Samuel Huntington ’medeniyetler çatışması’ tezini öne sürerken, bu mücadelenin Ortadoğu ve Avrasya’dan kaynaklanacağını söylüyordu. Ona göre Avrupa’daki ideolojik bölünme sona erdiğinde, Avrupa’nın Hıristiyanlığı ile İslam dünyası arasındaki kültürel bölünme yeniden ortaya çıkmıştı ve gelecekteki çatışmanın cepheleri, geçmişte olduğu gibi bugün de Avrasya’da açıkça görülebilecekti.

Türkiye’nin Rolü

Bugün, değişen dünya dengeleri içerisinde Türkiye, tüm Ortadoğu, Balkanlar, Kafkasya ve Orta Asya’da kalıcı barışı sağlamada önderlik edebilecek bir tarihi birikime sahiptir. Türkiye’nin sahip olduğu miras, coğrafi olarak Adriyatik’den Çin Seddi’ne kadar dünyanın en önemli ve en stratejik alanını içermektedir. Ve Türk Milleti, bölgede izlerinin silinmesi asla mümkün olmayan bir medeniyetin de mirasçısıdır. Türkler hakim oldukları topraklarda kurdukları üstün medeniyetler sayesinde, her dönemde ve her koşulda geçerli olan birleştirici bir kültür mirası oluşturmuşlardır. İşte 21. Yüzyılda, Türk Milleti’ni, lider milletler arasında en öne geçirecek olan miras da bu güçlü ve etkin medeniyetin mirasıdır.

ATİLLA TÜRKERİ
Yayın Tarihi : 21 Mayıs 2004 Cuma 15:44:49


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?