17
Mayıs
2024
Cuma
ANASAYFA

Serteller´den Felluce´ye

4 Aralık 1945, Tan gazetesinin barbarca gösterilerle yıktırıldığı gün. Gazete, ’’Kahrolsun komünizm’’ ve ’’Serteller’e ölüm’’ çığlıklarıyla yakıldı. Yıldız Sertel, 4 Aralık 2002’de  yayımlanan yazısında Serteller’in saldırıya uğrama nedenlerini şöyle sıralıyordu:

* Savaş yıllarında, Türkiye’nin Nazi Almanyası’ndan yana savaşa girmemesi için Nazi yanlısı politikacılara ve gazetecilere karşı gelmişlerdi.

* Düşünce ve basın özgürlüğü istemiş, yolsuzlukları açıklamışlardı.

* İktidar partisi CHP’ye karşı çıkmış, demokrasiye geçişi bu iktidarın yapamayacağını söylemiş, seçimlere gidilmesini istemişlerdi. CHP’den ayrılıp yeni bir parti kurmaya yönelen Bayar-Menderes grubuyla işbirliği yapıyorlardı.

Binlerce kişinin Tan gazetesinin rotatiflerini tahrip ettiği ve kâğıt bobinlerini ortalığa saçtıkları sırada İstanbul’da sıkıyönetim vardı ama gazeteyi yerle bir eden binlerce gençten bir tanesi bile gözaltına alınmadı. Olaydan birkaç gün sonra gazetenin yöneticileri (soldan sağa) Zekeriya Sertel, Sabiha Sertel, Cami Baykut ve Halil Lütfü Dördüncü) ’’Meclis’in ve hükümetin manevi şahsiyetine hakaret’’ten mahkemeye verildi.

Yıldönümüne Cumhuriyet gazetesi bugünkü sayısında geniş yer ayırdı. Alıntılayarak aktarıyoruz:

Serteller’den Felluce’ye

Türkiye, 2. Dünya Savaşı’na girmekten barışçı, temkinli ve bağımsız politikalar sayesinde kurtuldu. Bugün aynı politikayı uygulayacak güçlü politikacılara gereksinim var. Ancak yalnızca direnen gazeteciler, gazeteler, sivil toplum örgütleri ve siyasi partiler var.

Doç. Dr. YILDIZ SERTEL

Sabiha ve Zekeriya Sertel İkinci Dünya Savaşı boyunca, Türkiye’nin Nazi Almanyası’ndan yana savaşa girmemesi için amansız bir mücadele vermişlerdi. Çıkardıkları TAN gazetesinin Nazi yanlısı faşistlerin saldırısına uğramasının bir nedeni de buydu. Mezardan başlarını kaldırıp bugünkü Türkiye’nin emperyalist Amerika’nın peşinde bir savaşa katılmak tehlikesinde olduğunu görselerdi acaba ne diyeceklerdi?


’HAYALET ÖFKE’

Bugün, bütün Türkiye hatta bütün dünya, Felluce faciasının doğurduğu dehşetle çalkalanıyor. ’’Hayalet Öfke’’ operasyonunun sonucu yerle bir edilmiş bir kent, her şeyden yoksun bir halk, öldürülen 200 direnişçi, 800 sivil, binlerce yaralı. Yardımdan yoksun bırakılan, öldürülen yaralılarıyla Felluce tarihe yüz yılın en büyük barbarlığı olarak geçecek.

Katliamı gizlemek için kenti abluka altına alan, basını denetleyen ABD, kimyevi silahların kullanıldığı, yerlerde silah yarası almayan ölülerin yattığı haberlerinin dışarı sızmasını önleyemiyor.

Dünyada ve Türkiye’de tepkiler büyüyor. Bayazıt Meydanı’nda, Taksim’de, Ankara’da, İzmir’de binlerce yurttaş, ’’Katil Bush’’ diye bağırıp Amerikan ve İsrail bayraklarını yakıyor. ABD’nin bir katliama dönüşmüş olan saldırısını kınıyor. Bush’un ve kabinesinin cezalandırılmasını istiyor. Çünkü onlar Irak’a uluslararası yasaları çiğneyerek girdiler ve sürekli insanlık suçları, savaş suçları işliyorlar.


’İDARECİLER NE YAPIYOR?’

Peki, bütün bu olayların içinde, Türkiye’nin idarecileri ne yapıyor? Washington’a yapılan telefonlar, üzüntü ifadeleri kimseyi kandırmıyor. Çünkü facia büyüktür ve ortada yargılanması gereken suçlular vardır. Ne yazık ki, AKP hükümeti, daha saldırı başlamadan önce ABD’nin isteklerine boyun eğdi. Irak’a asker göndermek, savaşa gidecek Amerikan askerlerine geçit vermek istedi.

Savaşa katılmak anlamına gelen bu vaatler ve hatta gizli anlaşmalar TBMM’nin onayını almayınca, Türkiye bu korkunç maceradan kurtuldu.

Ancak, Meclis’e sunmadan Irak’a asker gönderme gayretleri sürüyor. 14 Ekim 2004’te Tayyip Erdoğan ’ın başkanlığında yapılan, Genelkurmay Başkanı’nın ve birkaç bakan, general, Dışişleri Bakanlığı ve MİT temsilcisinin katıldığı bu toplantıda, ’’Kerkük’e müdahale planı yapıldı. Kerkük’e 20 bin Tük askerinin gönderilmesini öngören bu proje 27 Ekim’de MGK’de tartışıldı ve ABD’den yeşil ışık alındığı söylendi. Bu proje Meclis’e sunulmuyor. Her ne kadar gerekçesi, Kerkük’e tek bir etnik grubun egemen olmasını önlemek’’ ise de bunun ABD desteği ile veya ona karşı Irak bataklıklarına girmek olacağı açıktır.

Orada şoförlerimiz öldürülüyor, hükümet hiçbir şey yapmıyor. Acaba askerlerimizin tabutları gelmeye başlayınca ne yapacak?


’SIRADA TÜRKİYE VAR’

Recai Kutan çanlarını çaldı. ’’Sırada Türkiye var’’ dedi. Ancak, bu tehlikeyi Mustafa Balbay, nisan ayında yayımlanan kitabında etraflıca anlatmıştı: ’’ABD, tüm Türkiye’yi açık üs olarak istedi’’ başlığı altında, ABD’nin 15 Ekim 2002’de Türkiye’ye verdiği brifinglerde istediklerini şöyle sıraladı. İncirlik, Afyon, Diyarbakır, Antalya havaalanlarında ağır bombardıman uçakları konuklandırılması; Mersin, İskenderun limanlarının silahlı kuvvetlerinin geçişinde kullanılması, Diyarbakır, Batman ve Silopi’nin birliklerin geçiş yeri olarak kullanılması. ( ’’Irak Bataklığında Türk Amerikan İlişkileri’’ İst. s. 11-21) ABD işgal anlamına gelen bu isteklerinden bugüne kadar vazgeçmedi.

Hatta bunlara Karadeniz kıyılarında limanlar da ekledi. Türk birliklerinin Amerikan güçleriyle beraber ’’Kuzey Operasyonu’na katılması’’ önlendi. 2003 Eylülü’nde, Devlet Bakanı Babacan , 8.5 milyar dolarlık kredi karşılığı Irak’a asker gönderme konusunda pazarlığa girişti. Bu tehlike de Irak hükümetinin bizi istememesi sayesinde atlatıldı. Bugün, Irak ’’savaşı’’ sonu belirsiz bir faciaya dönüştüğü sırada, hâlâ Kerkük’e asker gönderilmesinden söz ediliyor. Her çeşit vahşete başvurarak bir imparatorluk kurmak hevesinde olan Bush idaresinin İran’a, Suriye’ye ve sonra Kafkaslar’a, Orta Asya’ya yayılmak niyeti gizlenmiyor. Bu girişimlerinde Türkiye’yi üs olarak kullanmak, ABD için bir stratejik zorunluluktur.


TEHLİKE ÇANLARI...

AKP hükümetinin ise daha hangi pazarlıklara girişeceğini, gizli veya açık hangi anlaşmaları imzalayacağını bilmek zordur. Ancak bir şeyi biliyoruz. O da Türkiye için tehlike çanlarının çalmakta olduğudur.

Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’na girmekten İsmet İnönü idaresinin barışçı, temkinli ve bağımsız politikası sayesinde kurtuldu. Serteller gibi Nazi tehlikesine karşı savaşan gazetecilerin de bunda, ufak da olsa bir payı oldu. Bugünkü Türkiye’de öyle basiretli politikacılar yok, bağımsız bir dış politika yok. Ancak direnen gazeteciler, gazeteler, sivil toplum örgütleri ve siyasi partiler var.

Kentlerimizin meydanlarında ideolojileri, dünya görüşleri farklı yurttaşlar Amerikan emperyalizminin vahşetini suçlamakta birleşiyor. Mehmetçiği satılmaktan, yurdumuzu yakılıp yıkılmaktan kurtaracak olan da desteklememiz gereken bu yurttaş girişimleridir.
CUMHURİYET
Yayın Tarihi : 4 Aralık 2004 Cumartesi 13:46:58
Güncelleme :7 Aralık 2004 Salı 00:17:54


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?