Kim ne derse desin, Hakkari’deki tuğgeneralimizi kutlamak istiyorum. Kimi sivil toplumculara örnek olacak cinsten bir “aktivasyon”du, yani eylemdi.
Ancak kimseye yaranamadı. Hükümet şiddetli tepki gösterdi. Kürtçü belediye başkanı mahkemeye verdi. Kimi asker arkadaşları, küçük düşürücü buldu. Koskaca bir general elinde poşet çöp toplar mıydı, pankart açar mıydı.?! Hatta, almalıydı bir bölük asker, dayanmalıydı belediyenin kapısına, kibarca rica etmeliydi!..
Altında üstünde bir şey aramadan, görünen haliyle, asker elbisesini çıkarmışlar, sivil vatandaş -aktivist- olarak eylem koymuşlar. Bazılarının eleştirmek maksadıyla söylediği gibi, halkı kışkırtmak istemişlerse, bence güzel bir yol seçmişler. Böyle kışkırtılmak hoş-güzel. Keşke, bir pazar günüde, sokaklara dökülüp halkla beraber yürüyüş yapsalar. Bağımsız Türkiye diye bağırabilseler.
Şimdi kimilerinin, darbe çığırtkanlığı yapıyor, dediğini duyar gibiyim. Hayır Beyzade’m, tam tersine, sizlerin-bizlerin beceremediği demokratlığı, o generalimiz gerçekleştirdiği için kutluyorum.
Bir darbe istemiyorum. Ayrıca, darbenin 12 Mart’a dönüşmeyeceğini ummak, hayal-i hüsran olur biliyorum.
Asker Konuşmamalı mı?
Demokrasi içinde siyasal yaşamda, askerin ağırlığının olmaması gerektiği doğrudur.
Ancak, son dönemlerde yoğunlaşan konuşmasınlar çıkışları, askeri “sallamayan” hatta “tersleyen” tavırlarla yan yana getirilince, niyetleri sorgulamayı gerektiriyor.
Asker konuşmasın demeden önce, konuya demokrasi, dikta, oligarşi, gizli devlet gibi kavramlarla yaklaşmadan önce, asker niçin konuşuyor ve ne söylüyor, ne yapmaya çalışıyor diye bir bakmak gerekmez mi?
Asker ile hükümet niçin kavga ediyor? Yetkili kurullarda konuşup-tartışması ve ortak görüş oluşturması gereken devlet organları niçin çatışıyor? Neden halkın ve dünyanın önünde böyle bir ikilik yaratılıyor? Böyle devlet, devlet yönetimi olur mu diye sormamız gerekmiyor mu?
Herkes konuşuyor, asker niçin konuşmasın?
Savunmamız gereken, herkesin konuşması, görüşünü dillendirmesi olmalıdır. Sözlerin doğruluğu, yanlışlığı da önemli değildir. Herkes konuşmalıdır.
Üstelik böylesine önemli konularda, memleket meseleleri hakkında asker bilhassa konuşmalıdır. Okuma yazma düzeyi, aydınlığı ve ülkenin vatandaşları olarak konuşmaları görevleridir de. Elbette, öncelikle içeride konuşacak, fikirlerini üste iletecek, bir takım organlarda tartışılacak, en üst askeri organ olarak da Genel Kurmay ve komutanlar, MGK’da beyan edecektir. MGK’dan netice alınamıyorsa, görüşlerini toplumla paylaşmaları en tabii hak ve tutumdur.
Asker konuşmasın, yetkileri tümüyle azaltılsın, MGK kaldırılsın isteyenler ve bunlara soldan destek veren, demokrasi adına bunu talep edenler, ülkenin beğenmediğimiz bu günkü rejimini değiştirerek, çok daha geriye götürmek isteyen güçlere katılmış olmaktadırlar. Bu gerici güçlerin arkasında, ister demokratik! deyin, ister emperyalist, Avrupa ve Amerika olduğu gün gibi ortadadır. İyi niyetle bile olsa bu tür taleplerde bulunanlar, demokrasi adına, gericilerin-şeriatçıların ocağına odun taşımaktadırlar.
Bir süredir kavga, devletin tepesinde ve kurumlar arasında yaşanmaktadır. Doğrudan askeri de hedef alan bu çatışmada, gericiler arkalarındaki emperyalist güçlerin desteğiyle pervasızlaşmıştır. Vaktinde askerin dost bildikleri, şimdi perde arkasından karşısındadır. Hem kendi karşısındadır, hem de savunmakla mükellef oldukları yurdu ve iyi-kötü işleyen laik-demokratik rejimi tehdit etmektedir. Bu noktada asker, kendi etkinliğini-iktidar ortaklığını kaybetmek istemiyor diye düşünülebilir. Doğru olsa bile, bu gidişe dur diyerek sesini yükselten güçlü bir sivil hareket bulunmadığına göre, askere konuşma-hiçbir şey yapma denemez, denmemelidir. Eğer böyle bir sivil-siyasi inisiyatif ortaya çıkarılabiliyorsa, zaten askerin konuşmasına lüzum yoktur. Asker, böyle bir inisiyatifin karşısında yer alırsa, işte o zaman anti-demokratik hareket etmiş olur.
Çifte standart gibi mi göründü? Hayır, demokrasi biçim değildir. Biçim, daha doğrusu şekil şartları ve usul elbette çok önemlidir ama özden uzak oldukça bir anlam ifade etmez. Bugün önümüze, oldukça demokratik biçimde, şeriat mı -laik parlamenter sistem mi istiyorsunuz ikilemi konulmaktadır. Böyle bir seçim olur mu, böyle bir seçim demokrasi gereği olabilir mi?
Öte yandan, MGK da olmalı ve etkin olarak çalışmalıdır. Ülkenin MGSB de bulunmalıdır. Pektabii, siyasi iktidarın üzerinde, siyasi iktidara dikte eden bir anlayış ve yapılanma ihtiva etmemelidir. Beraberinde, hiçbir yürütme yetkisi bulunmayan, kanatları koparılmış bir kurulda, adında bulunan görevi icra edemez. Konu milli güvenlik olunca, asker-polis-istihbarat kurumlarının ağırlığı olması doğal karşılanmalıdır. MGK olmaz ise devlet politikası, ulusal devlet politikası oluşturulamaz. Ne parti proğramları, ne bakanlar kurulu bu boşluğu dolduramaz.
Amerikan örneğinden yola çıkarak, Genel Kurmay milli savunma bakanlığına, dolayısıyla başbakana bağlansın diyenler, askeri hükümetin emrine vermeyi istemektedirler. Ne var bunda denilemez! Askerimiz hükümetin askeri de olamaz. Milletin askeri olarak kalması, siyasetin etkisinden bağımsız olması ile mümkündür. Asker siyasetten uzak dursun isteyenler, siyasette askerden uzak dursun istemeliler. Polis şefleri gibi, gelen-giden hükümetlerin oynadığı bir kurum haline dönüşmesinin sonuçlarını tahmin etmek zor değildir. Böyle bir değişiklik, demokrasiyi geliştirmeyi bir tarafa bırakın, bu günleri bile aratacaktır.
ABD örneği ibret vericidir. Amerikan Ulusal Güvenlik Siyasetinin belirlenmesinde, askerin rolü yok denecek kadar azdır. Daha çok teknik ve taktik düzeyindedir. Siyasetin oluşturulması ve stratejisi, politikacılara ve ilişkin kurumlara bırakılmıştır. En öne çıkanları, CFR ve NSC dir. Bu kurumlarda ve hükümette yer alanların hemen hepsi, bir büyük şirketin yöneticisi, avukatı, ortağı veya bir şekilde ilgilisidir. Bundan dolayı, Amerika için Şirket Devlet de denir. Hal böyle olunca, Amerikan ordusu şirketlerin ordusuna dönüşmektedir. Bu konu, Amerika’da çok tartışılmış, askerin şirketlerin emrine verildiği eleştirileri yapılmıştır.
Derdimiz kurumlarla olmamalıdır. Derdimiz kurumların işleyişinin, halk için amma illaki ileriye dönüştürülmesi olmalıdır. Doğruyu söyleyen veya gericiliğe karşı direnen her kişi-kurum tabiatıyla desteklenmelidir. Bu mutlak destek şeklinde anlaşılmamalıdır. Elbette örneğin, harçların kaldırılması, özerk üniversite talebi, katılımcı demokrasi, laikliğin savunulması, bağımsızlık istemi sürdürülmelidir. MGK veya YÖK ün kaldırılması, kendiliğinden bunları sağlamaya yetmez veya önünü açmaz.
Bu kurumların kaldırılması yerine, dönüştürülmesini istemek daha gerçekçidir. Bugünkü sorunumuz, demokrasinin daha ileri götürülmesinden ziyade, elimizdekilerin korunmasıdır. Benzetmek doğru olursa, taşları bağlayıp, köpekleri salıvermemek gerekir.
Talebimiz MGK’nun kaldırılması değil, örneğin MGSB’nin 1. maddesi olarak şu kaydın yer alması olmalıdır. Mademki güçlü bir savunma, güçlü bir ekonomi ile, güçlü bir ekonomide, ekonomik bağımsızlıkla mümkündür, o halde bağımlılığa yol açan borç anlaşmalarına, ikili siyasi-askeri anlaşmalara gidilemez. İki, askeri ihtiyaçlar ithalata bağlanamaz. Milli savunma sanayi kamu eliyle kurulur. Özel sektörle işbirliğinde dahi kontrol-denetim kamudadır. Gibi gibi.
Bu günkerde, askerin konuşmasını değil, konuşmamasını-halkı tehlikelere karşı uyarmamasını eleştirmek gerekir. Şifreli konuşmayı, satır aralarında mesaj göndermeyi bırakmalıdır. Asker, en son hadde kadar, halkı uyarma ve bu kötü gidişe karşı harekete geçirme görevini üstlenmelidir. Mili-ulusal güçlere manevi desteğini hissettirmelidir.
Bu günlerde, demokratlar askeri konuştuğu için değil, konuşmadığı için eleştirmelidir. AB’ne karşı çıkmadığı için veryansın etmelidir. Açıktır ki, bizim-halkın bilmediği, pek çoğumuzun farkında olmadığı gelişmeleri onlar bilmektedir. Bu vatanın çocukları olarak öncelikli ve demokratik görevleri budur. Elbette, artık dostumuz olmadığı aşikar bulunan müttefikler ile ilişkilerde de, kendi tasarruflarında bulunan yerlerde, gereğini yapmalıdırlar.
Sınır ötesi operasyon hususunda, en son Lübnan’a asker gönderme konusunda, MGK karar alamamıştır. Bildiğimiz kadarı ile, bir tavsiye kararı çıkmamıştır. Bu konular milli güvenlik kapsamına girmiyor mu? Bu ve benzeri kimi netameli konularda askerin geri çekildiğini, topu hükümete attığını görüyoruz. Çok daha önemsiz konularda zehir zemberek açıklamalar yapılırken, en azından emekli paşaların ağzından niyet ifade edilirken, bu türlü hususlarda suskunluğu anlamak pek mümkün değildir? Eleştireceğimiz konular bunlar olmalıdır. Aldıkları liyakat-hizmet madalyalarını, çuvala karşılık verilmemesini, bröve değişikliğini eleştirmeliyiz.
AB yolunda, ABD ile içli-dışlı ilişkiler içinde irtica ile, bölücü terörle ciddi-kararlı-etkin mücadele edilemeyeceğini, yani laik-üniter yapının savunulamayacağını hatırlatmalıyız.
Asker ne zaman konuşmamalı?
1-Asker halka rağmen hiçbir zaman konuşmamalıdır. Burada halka rağmen ifadesi, halkın karşısında olmamalı ve 12 Mart-12 Eylül’de olduğu gibi halkı potansiyel düşman görmemeli anlamındadır.
2-İşleyen bir demokrasi içerisinde, gerçekten bir ulusal güvenlik politikası ve ulusal-milli irade var ise, yetkili kurullarda karar alınabiliyorsa, askerin ayrıca konuşmasına lüzum yoktur. Avrupa’da asker hiç konuşuyor mu diye soranlar, nedenini burada aramalılar.
Dikkat edilirse, askerin yerini-görevini anayasaya veya demokrasinin biçimine sığdırmıyorum. Meşruiyet arıyorum ve askerinde, her vatandaş-her kurum kadar konuşmaya hakkı olduğunu söylüyorum. Politikacı konuşsun, yargı konuşsun, profesör konuşsun, din adamları, işadamları konuşsun, ne idüğü belirsiz 20-30 üyeli sivil toplum örgütleri her kurumda etkinlik göstersin-yüksek sesle konuşsun, IMF ve AB komiserleri-sömürge valileri! konuşmaktan öte talimat versin, asker sussun..! Niye, demokrasi gereği!
%34 oyla hükümet olan bir parti, halk oyuyla değiştirilmesi gereken anayasayı, istediği gibi değiştirsin, devleti temellerinden sarssın ama asker konuşmasın..!
Sevsinler sizin demokrasi anlayışınızı!
Fahri YURTSEVER / Ankara
Yayın Tarihi :
30 Eylül 2006 Cumartesi 14:26:29