Amerikalılar bütün sermayelerini tek ata yatırmaz, derler. Bunu, bütün aktörlerle aran iyi olacak, hepsine oynayacaksın şeklinde geliştirmişlerdir. Bu oyunu gerçekten iyi de oynarlar. Elbette hem süper güç, hemde dolar zengini olunca, oyun kurmak-hepsine oynamak çok da zor olmasa gerekir.
Amerika, AKP ile beraber, ülkemizdeki engelleri bürokratik oligarşi olarak tanımlayarak, asker üstünde hükümet üzerinden baskı kurarak, işlerini yürütmeye çalışmıştı. Böylece, doğrudan askerle karşı karşıya gelmiyordu. Gizli devlet, ABD’nin isteklerine istediği hız ve tarzda karşılık vermiyor, örtüşmeyen bölge politikalarını sekteye uğratıyordu. En son Irak teskeresinde sırtını dönmüştü. Hükümet ise, Kemalist direnişçilere, ben ne yapayım, AB ve ABD öyle istiyor diyerek amacına ulaşıyor, bizlere ise acemi-pazarlık etmeyi bilmez hükümeti eleştirmek düşüyordu. Böylece, hem batının hem hükümetin işleri kör-topal yürüyor, askerde AB ve ABD ile açıktan karşı karşıya gelmiyor, hükümeti frenleyerek gelişmeleri nispeten yavaşlatabiliyordu.
Yeni komuta kademesi, frene biraz daha sert basmak istedi. Ancak ne olduysa, ip koptu. ABD tuttuğu takımı açıkladı. Tesadüfün bu kadarına pes dedirten cinsten, burada Genel Kurmay Başkanı hükümeti topa tutar, muhtıra gibi açıklamalarda bulunurken, hükümetin başı ABD’de Başkan Bush ile poz veriyordu.
ABD’nin pozu ihtiyatlı-utangaç ancak olumsuz değildi. Aksine, oldukça uzun görüşme süresi ve her konuda mutabık kalındığı beyanı ve barış adamı-dostla el sıkışmalar olayı özetliyordu. Resmi açıklama yapılmazken, açıklama ertesi gün dış işlerinden ama büyükelçi R. Wilson ağzıyla geldi. ABD, Edellman dan beridir, ülkemiz ile ilişkileri büyükelçi düzeyinde sürdürdüğünden midir, yoksa öyle mi uygun görüldü, Allah bilir!
Wilson’un sözleri üzerine çok konuşuldu, çok şeyler söylendi, şifreler arandı. Beraberinde, halk nezdinde yerden yere vuruldu ve hatta -haklı olarak- istenmeyen adam ilan edildi.
Ancak şu husus göz ardı edildi. Liderler, sadece basına görüntü vermekle yetinmişlerdi. Asıl basın açıklaması Ross Wilson’a bırakılmıştı. Görüşmelerde bizzat yer alan Wilson’un açıklamaları tesadüfü, haddini aşan, kişisel olarak değerlendirilemez. Zira, elçinin ifadelerinin dış işlerince düzeltilmemiş olması, ABD’nin resmi görüşü olduğunun emaresidir. Açıklama yeride, dış işleri bakanlığıdır.
Görüşmeye dair, birkaç şüpheli durum daha açılmaya muhtaçtır.
Bir, görüşme niçin gereğinden uzundu yada uzun tutuldu? Bu tür görüşmeler, genellikle bir saati aşmaz. Hatta bir saatlik görüşme süresi uzun kabul edilir ve bu süre verilen öneme işaret eder. Bu tür görüşmeler, liderlerin tartışıp-sonuca vardığı toplantılar değildir. İlgili kurumların önceden hazırlık yaptıkları sonuçları teyit ederler.
İki, liderler niçin basına ortak açıklama yapmadılar ve soru almadılar?
Üç, Başbakanımız komutanlara cevap vermediği gibi, niçin itidalli bir üslup takındı?
Dört, Başbakan ve AKP’lilerin nispeten yumuşak tavırlarıyla, ABD açıklamasının büyükelçiye bırakılması arasında bir bağ var mıdır?
Son bir soru daha ekleyelim. Wilson’un açıklamalarına, üzerinden 5-6 gün geçmesine rağmen, askerimizden niçin bir karşılık verilmedi?
Ross Wilson ne dedi ile başlayalım ve kendimizce cevaplar arayalım.
1-Türkiye’de irticai-bölücü rejim tehdidi yoktur, gelecekte de görünmemektedir. AKP iktidarı, demokratik laik rejimi istikrarlı ve güçlü bir biçimde sürdürmektedir. Asker, cumhurbaşkanı ve diğer kurumlarınız kuru gürültü koparıyor, kakafoni yapıyor ve biz niçin olduğunu anlayamıyoruz.
2-Biz askerlerin ne dediğini önemsemiyoruz. Seçimle iktidara gelmiş-hesap verebilir partileri, dolayısıyla AKP’ni önemsiyor yani tutuyor ve muhatap kabul ediyoruz. AB sürecinin destekçisiyiz.
Arındırılmış ve özetlenmiş bu sözler, gizli-kapaklı-şifreli değildir. Gayet açık, küstahça ve karşı-muhtıra gibidir.
AB reformlarını destekliyoruz ifadesinden, askerin etkisinin azaltılmasını, silahlı kuvvetlerin hükümete bağlanmasını uygun buluyoruz manası çıkmaktadır.
Büyükelçi, konuşmasının sonunda, askerlerden ricacı olmayı da ihmal etmiyor. Siz kırılmayın, gücenmeyin, dost kalalım, ilişkimizi dostça sürdürelim diyor. Özkök Paşa’ya atıf yaparak, Büyükanıt Paşa’ya örnek gösteriyor. Büyükanıt ABD dostudur derken, dostluğumuz bu örnek üzerinden ve böyle devam edebilir, demek istiyor.
Bu yazı-yorumun geciktirilmesinin sebebi, askerimizin vereceği yanıtı görmek içindi. Henüz verilmedi. Suskunluklarını koruyacaklarmış gibi. Eminim, Amerikalılar da bekliyorlar! Verilmemesi de ayrı bir cevaptır aslında! Rezervler içermekle birlikte, sükut ikrara yorulacaktır.
TSK, konuşmalarında ABD’ni hedef almamış, imada dahi bulunmamıştı. Her ne kadar AB’ni eleştirmiş ise de, AB sürecinin –koşullu- devamından yana olduğunu açıklamıştı. Oysa şimdi 50 yıllık dostları, kendilerinin imtina ettiği tercihe ısrarla zorluyorlardı. Doğrusu, zor durum! Beklenmedik gelişme!
Sömürge valisi edalı büyükelçiye cevap, elbette hükümete cevap vermeye, kafa tutmaya benzemez. Hükümetin uzlaşmacı tavrı, askerin hükümet üzerinden cevap verme kozunu da elinden almaktadır. Hükümet bir yandan, askerle ABD’ni karşı karşıya bırakmakta, öte yandan yangına körükle gitmekten kaçınmakta, diğer bir yandan içeriye, ‘sorun çıkaran ben değilim’i oynamaktadır. İsteyen bunu, çok da önemsemiyorum, bir kulağımdan girer öbüründen çıkar, biz yolumuza devam ediyoruz, şeklinde yorumlayabilir.
Ayrıca, müstakbel cumhurbaşkanının bu tür kavgalara taraf olmaması gerekir. Tam tersine, bir sorun varsa, çözüm için tarafların üzerinde ve sükunetli tavır sergilemesinin, imaj gereği olduğu bildirilmiş olsa gerekir. Askerle, mevcut cumhurbaşkanı ile, üniversite ve yargı ile kavgalı hükümetin başının, Cumhurbaşkanı olamayacağı da diğer bir gerçektir.
Finale yaklaşılmışken, kazaya sebebiyet vermek akıl işi olmayacağı gibi, kışkırtmak sürprizlere yol açabilir. Üstelik, tam kervanı yola düzmüşken, büyük patrondan oluru almışken, bir çuval inciri heba etmenin anlamı yoktur.
Sn. Erdoğan, ABD gezisinden istediği sonucu almıştır. Ziyaret başarılıdır. Keza, umre yapar gibi, 4 senede 4 kabul başlı başına üstün başarıdır!
Erdoğan, Amerika’da cumhurbaşkanlığı vizesini almış, cebine koymuştur. Rahatlamıştır. Yurda bu rahatlıkla dönmüştür. Sadece cumhurbaşkanlığına vizeyi değil, hükümetine ve icraatlarına destekte bulmuştur. Türkiye’de, irticai ve bölücü tehdit olmadığına göre, demek ki, din ve ifade özgürlüğü, etnik-inanç grup ve azınlıkların önünde çeşitli engeller vardır.! Bu engellerin başında, askerin siyasetteki ağırlığının geldiği, ABD nce de resmen açıklanmıştır. Yinede, heyecana kapılmak, zafer çığlıkları atmak için erkendir. Nede olsa, karşısındaki güç, muhalefet partisi değil, koskoca bir ordudur.
Beyaz Saray’daki görüşmenin gereğinden fazla uzaması, ‘geyik muhabbeti’ ile geçtiği bildirilen zaman, büyük ihtimalle, Büyükanıt Paşa’nın açıklamasının çözülmesi ve nasıl cevap verileceğinin kararlaştırılmasını beklemekle geçmiştir. Soru alınmaması, üst düzeyde karşılamaktan kaçınılmasına işarettir. Elbette, ağızbirliği ederek sert çıkmış bir orduya karşı konuşmak, temkinli olmayı gerektirir. Cevabın büyükelçi vasıtasıyla iletilmesi, gelebilecek karşı-tepkilere karşı bir tür sibop işlevi görürken, diğer taraftan manidar bulunmalıdır. Erdoğan Bush la görüşürken, Genel Kurmay’ımıza büyükelçilik seviyesi muhatap gösterilmiştir diyebiliriz?
Bıçak sırtı bir durum, bir kase dolusu demir leblebi.
Askerimiz, içerden net bir tavır almaya zorlanırken ve aslında şartlarında bunu zorladığını bilirken, eski dostları sırtından hançerlemekte, benzer bir karara zorlanmaktadır. Kararsızlık, bundan sonra gelişecek süreçte ağırlığını ortadan kaldıracaktır. Hükümet, askerin çıkışıyla bozulan dengeyi, kendi kefesine ABD ağırlığı koyarak, lehine doğrultmayı -şimdilik- başarmıştır.
Hükümetin, cumhurbaşkanlığına kadar olan süreci, detant ortamında götürme kararı aldığı görülmektedir.
Asker bugün cevaplamasa bile, rezervleri saklıdır. Çünkü yegane silahlı güçtür. Ancak, gardını düşürmemesi, bir noktadan sonra ne kadar isterse istesin, rezervlerini kullanamayacağını bilmesi ve Sarı Boğa’nın hikayesini unutmaması gerekir.
PKK konusunda netice almadığına gelince. Görüşme gündeminde yer aldığını kim söylemiş diye sormak gerekir! Bu konu, bir süre önce koordinatör süreci ile bağlanmıştır. Görüşülecek, tartışılacak bir yanı kalmamıştır. Bundan ötürü, bahsinin-adının geçmemesi normaldir. Bu konuda şaşkınlık gösterenler, ya gelişmelerden saflık derecesinde bihaberdir yada maksatlıdır. ABD tarafı, hem randevu verme lütfunda bulunduğu, hemde verdiği desteğe binaen, kendi taleplerini üst düzeyde sonuca erdirmiş, sözler almıştır. Darfur’a BM çerçevesinde asker göndermede bunlardan bir tanesidir.
Hükümetin, asker üzerine verdiği sözleri tutabilmesi, askerin tavrına bağlıdır. Ay sonuna doğru gerçekleşeceği bildirilen, Büyükanıt Paşa’nın ABD ziyareti hem bu anlamda, hem yukarıdaki sebeple oldukça büyük önem taşımaktadır.
Bay Kakafoni, “Biz hesaplarımızı sivil idare ile götürüyoruz" diyorken, artık partnerimiz AKP demektedir. Umalım, Büyütanıt Paşa bu ziyarete icabet etmeyerek, askerin ve Türk milletinin tavrını net olarak göstersin, ABD’ni gerçek dostluğa davet etsin. Kuru gürültücü zatı muhtereme de, Türk vatandaşlığına geçip AKP içinde siyaset yapmasını tavsiye etsin.
Gönlümüz ister ki, madem böyle ayrılıyoruz, madem bu haritalarla vb. asıl niyetiniz budur, o halde şeytan görsün yüzünüzü diyebilmesidir.
Bizlere, sivil demokratik güçlere de, böyle zor bir kararda askerimizi kuvvetle desteklemek, arkasında olduğumuzu göstermek ve AKP-ABD ittifakına karşı, milli-ulusal güçlerin birliğini sağlamak düşer.
Fahri YURTSEVER / Ankara
Yayın Tarihi :
9 Ekim 2006 Pazartesi 13:32:24