Tarihî yarımada, İstanbulun kurulduğu yer ... Körler Ülkesi (Kadıköy)nin karşı yakasında gelişmiş, Haliç-Boğaziçi-Marmara Denizinin çevrelediği coğrafyası, tatlı meyillerle yedi tepenin taçlandırdığı topoğrafyası ve yaşamsal iklimi ile emsalsiz bir yöre...
Çok eskilere gitmeden, Doğu Roma-Bizanstan zamanımıza kalan eserleri hatırlarsak: Surlar, Tekfur Sarayı, Bozdağın su kemerleri, Ayasofya Camisi, Ayairini ve Kariye Kiliseleri ile Yarebatan, Binbirdirek Sarnıçları, Çemberlitaş Sütunu ve de dikilitaşları ve burmalı sütunu ile Hipodromu sayabiliriz.
Osmanlı eserlerinden: Fatih, Beyazıt, Şehzade, Süleymaniye, Mihrimah Sultan, Rüstempaşa, Sultanahmet, Laleli, Yenicami, Nur-u Osmaniye, Muratpaşa, Valide Camileri ve daha birçok cami ve mesçitler, hamamlar, medreseler, kütüphaneler, işhanları, sebil ve çeşmeler, Kapalıçarşı, Mısırçarşısı gibi çarşı ve arastalar, İbrahimpaşa Sarayı, Sepetçiler Kasri ve de muhteşem Topkapı Sarayı ilk akla gelenlerden...
Yakın dönem yapılarından: Bab-ı Âlî, Arkeoloji Müzesi, Büyük Postane, 4.Vakıf Han, Haseki-Guraba-Cerrahpaşa Hastaneleri, Bulgar Kilisesi, Fener Rum Lisesi, İstanbul Erkek Lisesi (eski Düyun-u Umumiye), Cibali Kadir Has Üniversitesi (eski Reji), İstanbul Üniversitesi (eski Harbiye Nezareti), Beyazıt Yangın Kulesi, Harikzedegân Apartmanları (Şimdiki Merit Antik Otel), Sansaryan Hanı, Sirkeci Tren Garı, Sultanahmet Cezaevi (şimdiki Four Seasons Oteli) ve de Cemil Paşanın İstanbulluya kazandırdığı, kentin halka açık ilk parkı, Gülhane Parkı ve Sarayburnu...
Bütün bu bilinen eserleri, muhteşem bir açıkhava müzesi içinde yaşadığımızı algılamak için hatırlatıyorum. Ancak, Tarihî yarımadanın artık ne Bizans, ne de Osmanlı olmadığını, tüm güzellikleri ve çirkinlikleri ile bu günü yaşadığını kabul etmek durumundayız. Kötü plânlama sonucu, bitişik nizamda oluşmuş, çirkin beton apartmanlarla şekillenmiş mahalleleri yıkacak halimiz yok. Zaten kent, bütün bu oluşumları benimsemiş durumda.
Hiç olmazsa bundan sonraki yeni oluşumlarda hata yapmamaya dikkat etmek, eski kötü oluşumları zaman içinde düzeltmek gerekiyor. İsterseniz ön plânda yapılması gereken bazı düzenlemeleri izleyelim:
* Yapacağımız en önemli iş, zaman zaman denizden silüet taraması yaparak 40 rakım üzerindeki gözümüze batan aykırı ve kaçak yükseltileri saptamak ve yok etmek olmalıdır. Yarımadanın muhteşem silüetini, kubbeler-minareler-Topkapı Sarayı kompozisyonu ile yarıştıracak hiçbir yapıya tahammülümüz yoktur. Sadece, Sarayburnuna dikeceğimiz yüksek ve büyük bir Türk Bayrağı bu güzel silüete anlam kazandıracaktır.
* Yıkımlardan kurtulmuş, ancak harap durumda bulunan kültür mirası yapıları onarmak ve onlara birer işlev kazandırmak gerekir. Örneğin, Beyazıt Patrona Hamamı onarım ve işlev bekliyor. Yine Topkapı Sarayı 1.avlusunda bulunan eski Darphane-i Âmire binası yıllardır işlev bekliyor. Burada niçin İstanbul Kent Müzesi kurulmaz, bilmiyorum. Halbuki Paris Kent Müzesi örnek alınarak çeşitli dönemlere ait kent maketleri teşhir edilir, İstanbul kentinin oluşum evreleri halka anlatılabilirdi. Ayairini konser salonu da müze ile bütünleşirdi. Müze içinde bir de Bizans Seksiyonu kurulur, burada Arkeoloji Müzesinde kıyıda, köşede kalmış objeler, Ayasofya depolarında çürüyen ikonalar, Sultanahmet Cami avlusuna atılıvermiş mermer hipodromu koltuğu, v.s. teşhir edilir, müze çok büyük oranda turist çekerdi. Aslında, daha doğrusu, Bizans Müzesinin kendi başına Tekfur Sarayında kurulmasıdır. (Bu konu tabu mudur nedir, kimse bahsetmiyor)
* Yine yangından ve yıkımdan kurtulmuş sivil mimari değerlerden Küçükpazar, Fener, Balat, Zeyrek, Süleymaniye gibi yerleşimlerin onarılarak tekrar kente kazandırılması çok önemlidir. Bu gibi semtlerde yaşayan kırsal kökenli ve düşük gelirli aileler ve bekâr odaları, çok uzun vadeli krediler sağlanarak, yeni yerleşim alanlarında yapılacak sağlıklı ve sosyal donanımları tamamlanmış çok katlı sosyal konutlara kaydırılmalı; onarılan, modern yaşamın gerektirdiği tesisleri kazandırılmış ve çevresi düzenlenmiş eski yerleşimler, kültür düzeyi yüksek ailelerin iskânına özendirilmelidir. Doğaldır ki başarıya ulaşabilmek için ekonomik ve hukuksal sorunların çözüme ulaştırılmış olması, mimari çalışmaların önünde gelmektedir.
* Beyazıt Meydanının bu kente yakışmadığını hepimiz biliyoruz. Meydan yeniden düzenlenerek cami-kütüphane-hamam-Serasker Kapısı-sahaflarla bütünlük teşkil etmeli, halkın ve öğrencinin yaşam alanı haline gelmelidir.
* Aksaray Meydanında Valide Camisini gölgeleyen çirkin köprüler yıkılmalıdır. Metro geldikten sonra, meydana dairesel göbek yapmak yeterli olacaktır. (Taksim-Yenikapı metrosunun Haliç geçişini dört yıl geciktiren fanatik kurul üyelerinin kulağı çınlasın)
* Eminönü-Sirkeci kıyılarındaki görüntü kirliliği yok edilmeli, vapur iskeleleri çevreye uyumlu ve kente yakışır çizgiler taşımalıdır.
* Sirkeci Tren Garı, klasik blok ön cephesini yok farz ederek önüne benzin istasyonu kondurmuşuz. Benzin istasyonu kaldırılmalı, burada yeni bir meydan düzenlemesi yapılmalı, gar cephesi ve meydan halkın yaşamına açılmalı, bu arada gar binası değişik işlevler kazanmalıdır.
* Sarayburnu ile Gülhane Parkını bölen sahil yolu, bu kesimde tünel içine alınarak parkın denize ulaşabilmesi sağlanmalıdır.
Yukarıda değindiğimiz gibi dikilecek muhteşem Türk Bayrağı Atatürk anıtı ile de bütünleşmeli, bu dünya cennetine uymayan salaş gazino barakaları yıkılmalı, çayhanelere çeki düzen verilmelidir.
* Tüm cadde ve sokaklar, İstanbulun karakterine uyan ıhlamur, at kestanesi, manolya, erguvan, ... gibi ağaçlarla donatılmalıdır.
* * *
* Bu arada, nispeten korunmuş semtlerdeki geçmişi bilinmeyen boş parsellere nasıl yapı yapalım sorunu sorulabilir. Böyle parsellerde eskiyi taklit eden yeni yapılar yapmak, bu günü yok sayarak bir tiyatro dekoru imal etmekten, yani sahtecilikten farklı bir şey değil... Böyle parsellerde çevresine uyumlu, ancak bu günün mîmarîsini inkâr etmeyen yapılar yapılmalıdır. Hattâ, iddiasız dümdüz bir cam cephe yapılması dahî eskinin karikatürünü yapmaktan evlâdır.
* * *
Eskinin karikatürü deyince aklıma gelen bir konuya değinmek istiyorum:
Her yıl Ramazan ayında Sultanahmet Meydanına kurulan Osmanlı evi karikatürü, gülünç ahşap barakalar artık yapılmasın. Ama illakî eski Ramazan eğlencelerinin ve etkinliklerini canlandırmak gerekiyorsa bu işler için lütfen başka bir yer bulunsun. Örneğin, Sultan Abdülhamit dönemi Ramazan gecelerinin eğlence merkezi olan Şehzadebaşı-Vezneciler arasındaki eski Direklerarası yolunu ihya edebilirsiniz. Mevcut sinemaları bir ay için kiralar, bunlara oryantal dekorlar yapar, Mınakyan Efendinin Osmanlı Dram Kampanyası nın Arabın İntikamı oyununu ve Komik-i Şehir, Kel Hasan Efendinin tuluât tiyatrosunun Arifin Hilesi oyununu, Kemânî Yorgi Efendi idaresindeki saz takımı ile Peruz, Şamram, Virjin Hanımların kantolarını ve her türlü lûbiyatı burada canlandırabilirsiniz. Nasıl olsa elinizde Şehir Tiyatroları, bando-mızıkalar, mehter takımları, musikî cemiyetleri var.
Yolun iki yanına da eski ahşap direkli sundurmaları yapar, fenerleri yakar, turşucu-bozacı-simitçi-leblebici-şekerci-şerbetçileri dizebilirsiniz. Ama her halde o zaman olmayan kebapçı-lahmacuncuları sokmazsınız. Böylece hevesinizi alır, ama İstanbul turizminin kalbi Sultanahmet Meydanını rahat bırakmış olursunuz.
* * *
İstanbul yarımadası için açıkhava müzesi sıfatını kullanırken elbette ki sadece kültür ve tarih mirası eserlerin gezildiği, doğal güzelliklerin seyredildiği yeri kast etmiyorum. Doğaldır ki, turistik ağırlama ve konaklama işlevi yanında, bölgede ticaret, finans, yönetim, eğitim, spor, sağaltım, eğlence, kültür, sanat ve zanaat uğraşları bütün gücü ile devam edecek, modern yaşamın tüm gereksinimleri yerine getirilecektir.
Bu uğraş ve işlev merkezlerinin kan damarları ise ulaşım sektörüdür. Ulaşım, artık bundan sonra yıkımlar yaparak yolları genişletmeye gitmeden, gereksiz, alt-üst geçitler ve köprüler yapmadan; metro, açık ve kapalı raylı sistemler ve otoparklar inşa ederek ve de bunlarla bağlantılı deniz ulaşımını sağlayarak çözüme ulaşabilecektir.