16
Haziran
2025
Pazertesi
ANASAYFA

Bodrum'un öteki yüzü

Yaz aylarında nüfusu 10’a katlanan, çoğunluğunu İstanbul’dan gelenlerin oluşturduğu, “çılgın eğlenceleriyle” gündeme gelen turistik imajı, Bodrum’un köylerini, yerel kültürünü, geleneklerini, doğasını geri plana iterek kendine giderek daha fazla yer açıyor. 1980’li yıllara kadar küçük balıkçı köyleri, mandalina bahçeleriyle dolu olan, pek çok yerine arabayla ulaşılamayan Bodrum Yarımadası son 20 yılda Türkiye’nin diğer sahil kentlerinde de yaşanan hızlı değişimden nasibini almayı sürdürüyor

Parselli topraklar, yüzünü denize çevirmiş bembeyaz bir beton denizini andıran kooperatif evleri, yaz aylarında sıkışan trafik ve denizden çıkıp “barlar sokağı”na koşturan çılgın bir kalabalığın tam ortasında yükselen bir reklam tabelasının üzerinde dev harflerle yazılmış olan soru kimsenin dikkatini çekmiyor: “Bodrum’dan ne kalır aklınızda?”

Belki de çoğu insan, böyle bir sorunun tek bir yanıtı -gün boyu deniz, içki ve çılgın eğlenceler- olduğunu düşünerek aldırış bile etmiyor bu tabelaya... Oysa benim ve benim gibi Bodrum’un öteki yüzünü yaşayanların verebileceği bambaşka yanıtlar var: “Odun ateşinde pişen ekmekler, dağlarda yürüyüşler, köylülerle birlikte ot toplamalar, kolaylıkla ulaşılamayan derin vadilerin ortasındaki köy evlerinde, elektriksiz, telefonsuz doğayla uyumlu süren yaşamlar...” 
       
Onlardan biri de, bir zamanlar denize akan derelerinde yılanbalığı avladığı çocukluğunun Bitez’i, yazlık siteler, oteller ve deniz kenarını istila etmiş restoran ve barlarla dolduğunda, Bodrum Yarımadası’nın ıssız vadilerinden birine yerleşmeye karar veren Erhan Serter. “10 yıldır Bitez’in sahiline uğramıyorum” diyor çam ormanlarıyla kaplı, vadiye bakan taş evinin verandasında otururken. “Bu yıl sadece bir kez denize gittim. Çiftlikteki işlerle uğraşmak daha büyük keyif veriyor...” 
       
Serter, Bitezli taş ustalarıyla birlikte geren ve aktoprakla yaptığı taş evde olabildiğince kendi kendine yeten bir yaşam sürdürüyor kız arkadaşı Ayşe Sofuoğlu ile. Çiftliğe giden toprak yolda bizi Ayşe karşılıyor. Dikenli otlarla kaplı patikada çıplak ayaklarıyla yürürken hiç rahatsız olmuyor. Sabah kalkınca, önce inekleri sağmışlar. Şimdi de Erhan’la birlikte atla dolaşmaya çıkacaklar. Ama daha önce, sadece ağustosböceği seslerinin duyulduğu evde Ayşe’nin bizim için yaptığı elmalı kurabiyelerden yiyip, limonatasından içiyoruz. Taş evin verandasından vadiye doğru baktığımızda ne Bodrum’un çıplak tepelerini istila etmiş bembeyaz siteler ne de elektrik tellerinden eser var.

Ayşe ile Erhan, Bodrum’a birkaç kilometre uzaklıkta gözlerden ırak bir çiftlikte atları, inekleri, Osman adını verdikleri iguanaları ve köpekleriyle birlikte yaşıyor. “Burada doğanın ritmine uygun yaşamak bize huzur veriyor” diye anlatıyor Serter. Güneşle birlikte uyanıyor, ineklerin temizliğini yapıp, süt sağıyor, sebze bahçesiyle ilgileniyorlar. Kendi yaptıkları yoğurdu, peyniri, ekmeği yiyor, elektriği jeneratörden sağlıyor, sarnıçta toplanan yağmur suyunu kullanıyorlar. Ellerimi yıkamak üzere çeşmeyi açtığımda Erhan, “Sık sık gelen misafirlerimizden biri suyu biraz fazla akıtınca deli oluyorum” diye uyarıyor: “Bodrum’da yapılan her yeni site yeraltı sularının biraz daha azalmasına neden oluyor. Eskiden 50 metreden çıkan suya ulaşmak için artık 150-200 metre kazmak gerek. Şehirde nereden geldiğini bilmeden hoyratça kullandığımız suyun ne kadar büyük bir değer olduğunu anlıyor insan burada.” Ne çamaşır makinesine, ne de televizyona gerek duyuyorlar. “Çamaşırı zeytinyağlı sabunla elimde yıkıyorum” diye anlatıyor Ayşe. 
       
Bodrum Yarımadası’nın tam ortasında adeta inziva hayatı yaşayan bu insanlar için ne yazın yarımadaya akın eden binlerce turist, ne “barlar sokağı”nın çılgın eğlenceleri önemli. “Bir gün Mercan Dede’nin konseri olduğunu öğrendik. Tam çiftliğin kapısından çıkarken vazgeçtik. Girmek istemedik o kalabalığa... Evin önünde oturup dolunayı ve yıldızları izlemeyi tercih ettik” diyor Ayşe. Bazen sokak lambalarının ışığının bile rahatsız ettiğini anlatıyor. Onlara medeniyeti hatırlatan tek şey, gecenin sessizliğinde sahildeki barlardan vadiye kadar ulaşan müzik ve Yalıkavak rampasından tırmanan bir kamyonun vites değiştirme sesi. “Hareketli Bodrum geceleri peşimizi bırakmıyor” diyor Serter. “Bazen gelen ses o kadar yüksek oluyor ki, istesek burada Ayşe ile dans edebiliriz...” 
       
Ayşe iki yıl önce İstanbul’daki işini bırakıp geldiği Bodrum’daki huzurlu yaşamlarını tek cümleyle özetliyor: “Tabiatta iyi bir eşle yaşamak...” 
       
Erhan Serter’in annesi Emel Kula ise dört yıldır, oğlunun evinden birkaç yüz metre ötede bir ağaç evde -hastalığı tek başına kalmasına izin vermediği için- yardımcısıyla birlikte yaşıyor. Dağ havası astımına iyi geliyor. Kula, Bodrum’daki değişimin en yakın tanıklarından. 
       
 “1940’lı yıllarda geldim buraya. Babam Cevat Şakir’in en yakın arkadaşlarındandı. O dönemde Bodrum marjinallerin, entelektüellerin geldiği bir yerdi. Ama onlar bugün kendi kabuğuna çekildi. Meydan magazinin yarattığı sahte dünyaların artık...” 
       
 Yaz aylarında nüfusu 10’a katlanan, çoğunluğunu İstanbul’dan gelenlerin oluşturduğu, “çılgın eğlenceleriyle” gündeme gelen turistik imajı, Bodrum’un köylerini, yerel kültürünü, geleneklerini, doğasını geri plana iterek kendine giderek daha fazla yer açıyor. 1980’li yıllara kadar küçük balıkçı köyleri, mandalina bahçeleriyle dolu olan, pek çok yerine arabayla ulaşılamayan Bodrum Yarımadası son 20 yılda Türkiye’nin diğer sahil kentlerinde de yaşanan hızlı değişimden nasibini almayı sürdürüyor. 
       
 Ancak hep Bodrum’u diğerlerinden farklı kılan bir imajı vardı. Örneğin, 20 yıl öncesinde İstanbul gibi metropollerde bile rahat hareket edemeyen eşcinseller burada rahatlıkla el ele dolaşabiliyor, sevgililer özgürce davranabiliyordu. Çizgi dışı bir yaşam sürmek isteyenlerin mekânı olmuştu Bodrum. Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın sürgün yıllarından bu yana şiirlere, şarkılara konu olan Bodrum, 70’li yıllardan itibaren sanatçıların, edebiyatçıların uğrak yeri oldu. Ancak buradaki entelektüel ve sıradışı yaşamlar moda olduğunda, Bodrum’un popüler imajı da ilk sinyallerini vermeye başladı.  Makalenin tamamını National Geographic dergisinin sayfalarında bulabilirsiniz.

Yazar: Oya Ayman - Fotoğraf: Murat Düzyol
Yayın Tarihi : 23 Eylül 2004 Perşembe 16:43:42
Güncelleme :29 Eylül 2004 Çarşamba 17:44:30


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?