23
Mayıs
2024
Perşembe
ANASAYFA

Ege gurbet değil mi? (Nükhet Everi)

Ege gurbet değil mi? Yazdım ya Antalya’da geçen zaman için, ‘Gurbet elde bir başıma...’ diye. Aman ne mesajlar ve ne telefonlar geldi bilemezsiniz. Yorumlar ilginçti. Bıkmışım rehberlikten, ne kadar özlemişim Istanbul’u vs vs.
 
Evet, İstanbul’u ne kadar özlemişim... Boş bir günüm vardı. Arabaya binmiş Antalya dışına çıkıp Kaş’a ya da Demre’ye doğru gitmeyi planlıyordum. Tam Falez Otelin olduğu yerde trafik tıkandı ve telefonum çaldı. Eski işime geri dönmem isteniyordu, teklif fena değil harikaydı. İzmir’e gidecektim, Kuşadası çıkışlı operasyonda çalışacak ve Anadolu turlarıma da bir müddet sonra kavuşacak, bu sayede zaman zaman İstanbul’a uğrayabilecektim.
 
İstediğim bu değil miydi? Bu muydu? Boğazıma bir şeyler düğümlendi. Gözüme yaşlar birikti. Trafiğin tıkanıklığından istifade hesap yaptım, ölçtüm biçtim... Kalbim sızladı, yazmaz olaydım o yazıyı... Ne yapmıştım ben? Sanki evrenlere ‘kurtarın beni buralardan’ mesajı mı vermiştim? Olamaz. Kalbimi aradım, içine bakıp karar verecektim. Boğazımı düğümleyenin kalbim olduğunu anladım. Trafik açılır gibi oldu. Demre’ye ya da Kaş’a... Hayır, kavşaktan geri dönüp şirketin yolunu tuttum. Serde dürüstlük var ya, etik kavramlar var ya, iş ahlakı falan filan. Doğrucu Davutluk var ya, kazık atamam ya.
 
İçim burkuluyor, bir şeyler içimi oyuyor. Bekliyorum patronla konuşmak için. ‘Hayır, olmaz’ derse kalacağım. Bırakamam Antalya’yı... Telefonum çalıyor. Tesadüfler hazırlanmış ortamdır derler. Telefonun ucundaki kişi belki de pek çok şeyi belirlememi sağlayacak. Son zamanlarda kafamı karıştıran bu kişi konuşma esnasında beynimin netlik kazanmasına sebep oluyor ve ilk ona söylüyorum: ‘Ben gidiyorum!’ Üzülüyor. Ya ben? Bunu söylemek öyle zor ki. İçimi burkan şey oyuyor şimdi içimi, oyuyor. Ama mantığıma öncelik tanıyorum ve doğru olanı yapmaya karar veriyorum: Ne pahasına olursa olsun gideceğim!
 
Konuşuyor, her şeyi anlatıyor, karşı tarafı da dinliyor ve son sözümü söylüyorum: ‘Kalbimi burada bırakıyorum, ama mutsuzum. Ben gidiyorum.’ Otele gidip bir buçuk aydır yayıldığım ve çok sevdiğim odamı bir saatte topluyor, kiraladığım arabayı teslim edip son uçakla İstanbul’a gidiyorum. Hava çok soğuk İstanbul’da diyorlar, ben neredeyse yaz ortası kıyafetleriyle... Uçağın kapısından çıkar çıkmaz yüzüme çarpan buz gibi havayı içime çekiyor, her hücremde hissediyorum.
 
‘Seviyorum seni İstanbul. Bana bir sen yararsın. Benim senden başka yarim yok!’
 
Saatleri sayarsan tam üç gün bile sayılmayacak bir İstanbul kaçamağı. Yapmam gereken resmi işler sebebiyle (rehberlik vizesi vs) ne yazık ki tadı damağımda kalan İstanbul. Yapmak için yanıp tutuştuğum ama vakitsizlik nedeniyle yetiştiremediğim pek çok başka şey. Ama son gün çok sıkışık bir programım olmasına rağmen gene de geçmek bilmeyen saatler. Bazen anı doya doya yaşarsanız saatlerin, dakikaların geçmek bilmediğini fark ettiniz mi? Uçmaya saatler kala Sarıyer tepelerinde Hilde restoranda peynir, beyaz şarap kaçamağı. Sonra da aklımın bir köşesine takılıp kalan İstanbul ışığı, hani o gün batmadan önceki son kış renkleri. 
 
Sonra gene İzmir, gene yeni bir grup, gene yerleşilen bir otel (ama bu sefer Pamucak’ta), gene kiralanan bir araba. Bu sefer en azından rehberlikten zevk alma şansı, Efes var, İzmir var, Şirince var, Priene – Milet – Didim var. Ben şimdi canım her istediğinde Şirince’de Greek House’da yemek yiyebileceğim, Notion ad Claros’a gidip sahilde dolaşacak Çile köyü gezip size orayı anlatacağım.
 
Şirince’de şarap işini iyice ilerlettiler. Ben hepsini beğeniyorum ama serde dostluk da var tabii, bu yüzden hep Dereli’de şarap tadımı yapar ve onların Öküzgözü şaraplarından alırım. Meyve şarapları sevenlere tavsiyemdir, ama üzüm şaraplarında ödüllüdür Dereli Kaplankaya şarapları. Ekmeği meşhurdur Şirince’nin. Selçuk’ta bekler herkes Şirinceden ekmek gelmesini. Benim damak tadıma tam uymasa da, Kuzey Ege’ninki kadar olmasa da, zeytinyağı da gayet iyidir. Selçuk’tan da Kırıtaklar’dan İzmir tulumu ve diğer peynirlerden alın. Ziyafete bak! Tam bir Ege şöleni... Şarap, peynir, ekmek ve zeytinyağı... Daha ne ister insan?
 
Pamucak sahilinden günbatımını seyredin. Ne de olsa Türkiye’nin en batı noktalarından birindesiniz. Artemis Tapınağı’nı, Efes’i, St. Jean’ı, İsabey Camiini, Efes Müzesi’ni, Meryemana Evi’ni gezin. Şirince’ye hafta arası gitmeye bakın, yoksa kalabalıktan zevk alamazsınız. Şirince’nin hala bozulmamış bir dokusu, mimarisi (bazılarına rağmen) var. Tadını çıkartın.
 
 Ben şimdi hem çalışıp hem de buraların tadını çıkartmaya ve bunları size anlatmaya çalışacağım. Araya giren mesafeyi telefon görüşmeleri, mesajlar ve Pamukkale’deki kısa anlara sığdırmaya çalışarak, ne yazık ki Menders Türel’li billboardların olmadığı, çok sevdiğim bir yerdeyim ama gene gurbetteyim, gene bir başımayım...
 
Ah be Kıraç ne söyledin şu şarkıyı? Kronik hale geldi bu bende. Kadere bak! Gurbet dediğim Antalya’ya kalbimi bıraktırıp evim saydığım Ege’yi bile gurbet etti.
Yayın Tarihi : 1 Nisan 2005 Cuma 23:29:27
Güncelleme :1 Nisan 2005 Cuma 23:48:46


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
M.Köylü IP: 80.201.42.xxx Tarih : 4.04.2005 01:38:58
bu yaziyi bir önceki yazidan daha iyi ve daha ilgi çekici buldum. hani bir sarki var ya;"ben gurbette degilim.. gurbet benim içimde." Istabul... yerlisi olmadigim halde 23 yilimi geçirdigim sehir... sigara aliskanligim kadar vazgeçilmez sevdam. sahi, eski istanbul'lu nasil olunur? sevgiler...