Bugünkü Radikal Gazetesi’nin manşeti harika:
Partiler açılımda ilk defa uzlaştı: Asker haklı!
Aslında son günlerde Kürt açılımı üzerine yazılan, çizilen ve söylenenleri takip eden biriyseniz, bu başlığı okuduktan sonra lafı uzatmaya gerek yok; zaten her şeyi anlamışsınızdır.
* * *
Buradan ‘Türkiye’de son sözü daima asker söyler’ gibi bir anlam çıkarmaya çalışanlar olsa da aslında işin özü, iktidarın bu açılım işine kerhen başlaması ve bizatihi kendisinin bu sürece inanmamasından kaynaklanmaktadır.
Bir Türkiye klasiği olarak yeni bir gündem yaratılmış; Başbakan (ateş) topu(nu) hemen ayağından çıkarmış ve kendisi dışarıda kalarak İçişleri Bakanı’nın diğer parti başkanları ile top çevirmesini seyretmiştir.
Sanırız buradaki hesabı, daha öncekilerde olduğu gibi kendini hariçte tutarak bu işten de yara bere almadan sıyrılmaktı.
Hatırlarsanız, Başbakanımıza göre bundan önceki bütün gerilimleri de muhalefet çıkarmıştı(!)
Ama bu kez kazın ayağı öyle görünmüyor.
Öyle görülüyor ki, bu süreç, taşların yerine oturacağı ve önümüzdeki genel seçimlerin kaderini belirleyecek bir süreç olacaktır.
* * *
Demokratik açılım, her Türk vatandaşının özlemle beklediği ve arzuladığı ve bunun ötesinde hakkı olan bir şeydir.
Bunun özü ve gerekliliği üzerinde tartışmanın gereği bile yoktur.
Recep Bey’in( buraya dikkat çekmek istiyorum) Obama ziyaretinin ardından, PKK ile kendisini özdeşleştirdiği gerekçesiyle yıllardır randevu vermediği DTP Başkanı Ahmet Türk ile Başbakan değil ama AKP Genel Başkanı sıfatıyla görüşmesi ancak bunun ardından TBMM’nde grubu bulunan diğer partiler ile görüşmeye yanaşmaması zaten kafalarda bir soru işareti doğurmuştu.
Abdullah Öcalan’ın cezaevinden yaptığı açıklamalarında Hükümetten bir takım taleplerde bulunması ve sonrasında doğrudan bu süreç hakkında çekincelerini ortaya koymakta olan MHP ve CHP’ne yüklenmesi halkın kafasında uyanan şüpheleri daha da artırmıştı:
AKP ile Abdullah Öcalan dolaylı şekilde görüşüp anlaşmışlar mıydı?
Bu açılım gerçekten bir Amerikan planı mıydı?
* * *
Biz burada bir Amerikan planından söz edilebileceğinden ilk bahsedenlerden birisiyiz.
Böyle bir planın toplantılarına katılanlardan veya kaleme dökenlerden birisi olmadığımıza göre, bu planın varlığını ispatlamamız mümkün değildir.
Ancak ABD’nin bu bölgede herhangi bir planının olması değil, olmaması bizleri şaşırtmalıdır.
O yüzden Başbakanımızın gözünde “namussuz ve alçak” olmayı bile göze alarak, böyle bir planın olması gerektiğini düşünenlerden olduğumuzu bir kez daha tekrar etmek istiyoruz.
* * *
Peki, böyle bir plan neyi hedef alır?
Bu plan öncelikle ne pahasına olursa olsun, Amerikan çıkarlarını korumayı gözeten bir plan olmalıdır.
Ama ABD masa başındaki planların uygulamada ne gibi zorluklarla karşılaşacağının, bu planların gerçekçi olup olmadığının hesabını yapabilen bir ülkedir.
ABD kendi planını Türkiye’deki tartışmalar ve toleransa göre belirlemek zorundadır.
Ancak Radikal’in manşetine dönecek olursak, ABD saçını başını yolarak kendi planlarını yeniden gözden geçirmek durumundadır.
Çünkü Türk siyasi iklimi, özellikle iktidar partisinin saptırmasıyla, ciddi konulara ciddi çözümler getirecek tartışmalardan uzaklaşmış ve sonucunda askerin tarifinde yeniden birleşmiştir!
* * *
Peki bundan sonra neler olacak?
İster kabul edin, isterseniz de etmeyin, yıllardır söylene söylene kanıksanan “Kürt sorununun” çözümünde en önemli figür artık Abdullah Öcalan’dır.
Öcalan ise ancak iki şekilde ikna edilebilir:
1- Tüm ekibiyle birlikte tozları da dâhil olmak üzere yeryüzünden silinerek.
2- İsteklerinin tamamı veya en azından bir kısmı yerine getirilerek.
İşte hükümet için zurnanın zırt dediği yer budur.
Hükümet, birinci şıkkın kendi dönemlerinde bir seçenek olmaktan çıktığını; sıfır seviyesinde devraldıkları terörün kendilerinin döneminde bugünkü noktaya geldiğini ve bugün itibarıyla kendilerinde bunu bitirecek siyasi iradenin olmadığını bilmektedir. PKK ile zamanında kendi anladığı dilden mücadele edenler ve en büyük zararı verenler, bu hükümet döneminde çeşitli sebepler ileri sürülerek kovuşturma geçirmektedir.
O zaman geriye ikinci seçenek kalıyor ki; bunu halka izah etmenin güçlüğü de apaçık ortadadır.
Hükümet bu son olayda Öcalan’ı karşısına oturtup onun isteklerini yerine getirmenin ve kendisine siyasi bir rol vermenin siyasi bedelini ödemeye hazır olmadığını göstermiştir.
Hükümet anlaşıldığı kadarıyla zaten sulandıra sulandıra cıvık ettiği, adı bir türlü belirlenemeyen bu açılımdan vaz geçmek üzeredir.
Askerin dünkü açıklamalarına sonuna kadar destek vermeleri bunun bir göstergesidir.
Bu sonuçsuz sürecin sonunda hükümet, umutlandırılan Türk vatandaşı Kürtler veya ABD tatmin olur mu bilemem ama PKK’nın tatmin olmayacağı ve eylemlerini artıracağını tahmin etmek için o kadar uzman biri olmaya gerek yok.
Peki AKP?
Ekonomiyi her zaman ikinci plana atıp böyle gündemlerle uğraştıklarına göre, bir bildikleri var?
Umarız bu açılım tartışmaları sonunda da kafalarındaki siyasi primleri elde ederler.
Yoksa her şeyi böyle yarım bırakırlarsa; önümüzdeki dönemde iktidar koltuğunu uzaktan seyretmek zorunda kalabilirler.
Prof.Dr. Birgül SÖNMEZ'in Hürriyet gazetesi yazarı Yalçın BAYER'in köşesinde yayınlanan yorumu
" Yıkın ağalığı
Kürt Açılımı Paketi'nin esas sorunu feodal düzende düğümleniyor
DÜŞÜNÜYORUM da biz Kürt kardeşlerimize siyasal haklarını vermeliyiz. Verelim ki onlar: Cumhurbaşkanı olabilsinler,
Milletvekili, Bakan, Meclis Başkanı hatta Başbakan olabilsinler,
Belediye Meclis üyesi, Belediye Başkanı olabilsinler,
General olabilsinler, Jandarma Genel Komutanı olabilsinler,
Oy kullanabilsinler, oy... Benim karım oy kullanabiliyor ise bir Kürt dostumuzun karısı da oy kullanabilsin.
Pardon, biz onların siyasal haklarını 1923’te vermiş miyiz? Keşke vermeseydik, bugün verip sevindirirdik.
Peki o zaman bu açıklanmayan paketin içinde neler var acaba?
Allah devletimize zeval vermesin, ben bir türlü açıklanmayan “Kürt Açılım Paketi”nin içinde olanları tahmin ediyorum:
Önce Doğu ve Güneydoğu’da ağalık sistemi yıkılacak. Vatandaşlar ağanın köleliğinden çıkarılarak vatandaş statüsüne geçirilecek. Bu işe bir feodal Kürt beyi olan DTP Başkanı Ahmet Türk’ün görkemli Kasrı Kanco’sundan başlanacak. Orada yaşayan köylülere Cumhuriyet tarihinde hiçbir zaman başarılamayan toprak dağıtımı sağlanacak. Kürt halkının vazgeçilmezi olan töre cinayetleri ve kan davası çözülecek. Kız çocuklarının okuması sağlanacak. O vatandaşlarımızı yeşil kart, çocuk parası, çiftçilik yardımı, erzak yardımı şeylerle gibi oyalayarak miskinliğe alıştırmaktan vazgeçilerek bu kaynaklar yöreye yatırım olarak yönlendirilecek.
Kürt kardeşlerimize tarihimizde 38 Kürt isyanı çıktığı ve bunların hepsinin feodal Kürt sistemini devam ettirmek için çıkarıldığı ve iki topluma da ne kadar zarar verdiği öğretilecek. Örneğin: 1925 isyanının sonunda Şeyh Sait’in sponsorları tarafından teslim edilmiş ve bunu hayatı ile ödemiş olduğu, Mustafa Kemal’in de bunun karşılığında Kerkük’ü İngilizlere bırakmak zorunda kaldığı (daha henüz Apo’nun teslim bedelini öğrenmiş değiliz) hatırlatılacak. Dersim İsyanı’nın 1930’lu yıllarda devletin elinin bu yörelere ulaşıp yol, köprü, telefon-telgraf, eğitim-öğretim ve güvenlik güçlerinin gelmesi, yani devletin fiziksel olarak oralarda var olmasının, ağalık sistemini yerinden sarstığı için ağalar tarafından (her zamanki gibi İngiliz destekli olarak) 1937 yılında başlatılıp, önce telefon-telgraf direklerinin yıkıldığı, köprülerin uçurulup okulların ve jandarma karakollarının yakıldığı hatırlatılacak. Bunun tam da Fransızlar ile Hatay sorununun çözülmek üzere olduğu günlere gelmesinin bir raslantı olmadığı anlatılacak.
Kürt kardeşlerimize; çözümün, feodal Kürt liderlerinin peşinden giderek veya varlığını teröre ve bir terör örgütüne borçlu olan partilerde ve onu destekleyen yabancı devletlerde değil, Mustafa Kemal’in çizdiği yol haritasından başka bir yerde olmadığı anlatılacak.
Ben aklıselim olan Kürt kardeşlerimin, Atatürk’ün 10. Yıl Nutku’nda verdiği mesaja hiçbir itirazları olmadığını biliyorum. Bu ülkenin birliği, beraberliği ve refahı için tek yol haritası vardır: Ne mutlu Türküm diyene. "
Prof. Dr. Birgül SÖNMEZ