3
Haziran
2024
Pazertesi
ANASAYFA

BİR TARİHİ BİNAYI DAHA YAKTIK!

22 Ocak Salı gecesi TV yayınlarını izlerken evvelâ alt yazı, daha sonra verilen canlı görüntüler bizlere dehşet anları yaşattı. Galatasaray Üniversitesi Ortaköy Kampüsündeki Fer’iyye Sarayı, yan yana üç kardeş saraydan biri cayır cayır yanıyordu. 142 yıllık tarihî binanın çatısı ve üst katı birkaç saat içinde kül oldu. Yangınla 5 bini aşkın değerli kitabın yandığını, yangını söndürmek için sıkılan suların alt katlarda tahribata yol açtığını öğrendik.

Feriye sarayları şeklinde ve anlamını bilmeden söylenen Arapça asıllı ‘’fer’iyye sarayları’’ sözcüğünün Türkçe anlatımı biraz zor. Ancak ‘’ana sarayın dışında kalan tâlî saraylar’’ diyebiliriz. Ana saray olan Çırağan Sarayı ile beraber sahil boyu dizilen bu üç saray, Boğaz kıyısında bir buçuk kilometre boyunca uzanır.

Osmanlı döneminde, hanedan mensuplarının iaşe ve ibatesini sağlamak, devletin boynuna borç olarak mütalâa edilirdi. Artık eskisi gibi öldürülemeyen hanedan mensuplarının, özellikle zürriyeti bol Sultan Abdülmecid’den sonra sayıları çokça artan şehzade, sultanzade, sultanhanım, hanımsultan gibi hanedan mensuplarının bir arada oturabilecekleri saraylara ihtiyaç vardı. Çırağan Sarayını kendi ikameti için yaptıran Sultan Abdülaziz, sarayın devamı olan fer’iyye saraylarını da işte bu zorunlulukla yaptırdı.

Bu saraylar, tabiidir ki Çırağan Sarayının yüksek maliyetli mimarîsini ve dekorasyonunu içermiyordu. Yapılar topluluğunun inşası, 1871-72 yıllarında tamamlandı. İnşaatın mimarının, Osmanlı’nın son yıllarındaki hassa mimarları olan Balyan ailesinden Sarkis Balyan olduğu zannediliyor. Yapıların inşai özelliklerini, ayrıntılı projeler elimizde olmamakla beraber aşağı yukarı biliyoruz. Yapının bünyesi ‘’yarım kâgir’’ dediğimiz sistemdedir. Yapılar deniz kenarında olduklarına göre kazık temeller üzerine oturdukları kesin gibi. Temel duvarları kesme ve moloz taş duvardır. Cephe ve iç bölme duvarları tuğla örgülüdür. Dış köşeler, kesme taş örgüdür. Keza dış kapı ve pencereler, masif taş söğe, lento ve denizlikle çevrilidir. Bina, yığma kâgir ve bağlantıları olan inşaat sistemi ile depremlere mukavemet edebilen bir bünyeye sahiptir. Ama ahşap döşemeleri ile yangına mukavemet açısından aynı şeyleri söyleyemeyiz. Yapıldığı dönem olan XIX. yüzyılda betonarme inşaat sistemi yoktu. Kat döşemeleri ya ahşap kirişleme, ya da volta döşeme olarak inşa edilebiliyordu. Ahşap kirişleme, büyük kesitli ahşap kirişlerin 40-50 santim aralıklarla yan yana dizilmesi – ki o zaman bu keresteler bize Romanya’dan gelirdi-, alt ve üst yüzeylerin ahşap tahta ile kapatılması, tavanların dekoratif ahşap çıta veya alçı sıva ve kalemişi boya ile süslenmesi, döşemelerin ahşap parke kaplanması şeklinde olurdu. Volta döşeme, ahşap kirişler yerine demir putrellerin dizilmesi, ara boşlukların tuğla tonozla doldurulması ile oluşturulur, tavanda alçı sıva, döşemede yine ahşap parke kullanılırdı. Volta döşeme sistemi, bizde fazla taammüm etmemiş, Haydarpaşa Garında ve bazı Levanten binalarında kullanılmıştır. Her hal-i kârda çatı makas ve kaplamaları ahşaptır. Yalnız şunu da bilelim ki demir putrellerin de ahşap kirişler gibi yangına mukavemetleri yoktur.

Bazı TV kanallarında duvarların ‘’bağdadi’’ olduğundan, bu nedenle de binanın kav gibi yandığından söz ediliyor. Bağdadi duvar, genellikle ahşap karkas binaların duvarlarında kullanılır. Ahşap direkler ve payandalar arasına sık ahşap çıtalar çakılır, çıtaların üzerine ve aralarına kireç veya alçı harçlı sıva kaplanırdı. Yangın fotoğrafını inceledim. Binada bağdadi duvar yok. Olsa bile bazı küçük hacimleri kapatmak için kullanılmış olabilir.

Binanın 1992 yılında onarımdan geçirildiği ifade ediliyor. Evet, o yıllarda bazı Galatasaray mezunu mimar arkadaşlarımın bina ile ilgilendiğini anımsıyorum. Ne var ki bu onarımın teknik donanım açısından yetersiz kaldığı anlaşılıyor. Örneğin, yangın uyarı sistemi yapılmış ama bu sistem çatı içinde uygulanmamış. Yağmurlama sistemi yapılmamış. Bir de elektrik kablolarının baştanbaşa yenilenmesi ve çelik boru içine alınması gerekirdi. Yapılmamış. Nitekim yangının elektrik kontağından çıktığı tespit edilmiş. Hemen her eski eser yangınında dile getirilen bu ‘’elektrik kontağı’’ nedir, bileniniz var mı? Elektrik mühendisi değilim ama şimdi mimarlık öğrencilerine verilmeyen mühendislik eğitimi meyanında bizlere az çok okuttular. Elektrik kablosunu yetersiz kesitte kullanırsanız, taşıma kapasitesinin üzerinde akım çekilmesi halinde kablo ısınır ve izolâsyon tabakası alev alır; bu alev dinamit fitili gibi çatıya kadar gider. İşte kontak dediğimiz olay budur. Binaya bir iki kere girip çıkmışlığım vardır. Hocalarımızın ofis ve çalışma odalarında bir prize takılı dörtlü seyyar prize abajur, bilgisayar ve diğer yüksek akım çekici apareylerin takıldığını biliyorum.

Yetersiz kapasitede kablolar ve de periyodik kontrollerin yapılmaması, her zaman ve her yerde bu gibi facialara yol açacaktır. Avrupa’da aynı inşaat teknolojisi ile yapılmış XIX. asır binaları hâlen kullanılıyor; acaba niçin yanmıyor? Veya bizim binalar niçin yanıyor? Bunun tek nedeni var: Teknik bilgisizlik ve bakımsızlık. Onun için yazıma koyduğum ‘’yaktık’’ kelimesini lütfen yadırgamayın.

Şimdi gelelim bundan sonrasına. Bina tarihî ve eski eserdir. Bu nedenle dış cephesinin kılına dokunulamaz. Sadece iç mekânda betonarme sistemin kurulması, yani kolon, kiriş ve döşemelerin betonarme olarak inşa edilmesi zorunluluktur. Binanın kaçıncı derece eski eser kategorisine sokulmuş olduğunu bilmiyorum. Eğer eski eser sınıfı açısından zorunluluk yoksa -tekrar ediyorum- dış cephe aynı kalmak şartıyla iç bölme duvarlarında Üniversitenin ihtiyaçlarına göre yeni bir planlamaya gidilebilir. Aynı şekilde modern ihtiyaçlara göre iç plan değişimi, Güzel Sanatlar Akademisi yandıktan sonraki onarımda mimar Sedat Hakkı Eldem tarafından yapılmıştı.

Bir noktaya daha dikkatinizi çekmek istiyorum. Binanın yanışını fırsat bilip, üniversite yönetimine ve resmî ilgililere ‘’Size istediğiniz yerde, istediğiniz şekilde, çok daha fazla alanda yeni bina yapalım; yanan bu binayı da turizme kazandıralım; otel olsun’’ diyecek uyanıklar çıkabilecektir. Çünkü mer’i mevzuat, bu teklife uygun. 2011 yılında İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi tarafından kabul edilen ve onaylanan, ‘’Maliye Bakanlığı mülkiyetindeki Millî Emlâk ve Hazineye ait binaların turizme kazandırılması amacıyla Sahil yolu ile Boğaz arasındaki okul ve hizmet binaları gibi yapıların turizme açılımı’’ yönünde bir karar var. Şöyle devam ediyor: ‘’Boğaziçi sahil şeridinde yeni yapılar, kontur ve gabarileriyle aynen korunacak olanlar ile taşınmaz kültür varlıkları, lokanta, gazino, kafeterya ve otel gibi kamuya açık (!) kullanışlara tahsis edilecektir’’. Evet, edilebilecektir değil, açık açık edilecektir diyor.

Ne var ki benim bildiğim Galatasaraylı, böylesine olası bir teklifi, elinin tersi ile iter. Yapının kısa zamanda tekrar Galatasaray Üniversitesine kazandırılacağına adım gibi eminim.

yerguvenc@gmail.com   

Yılmaz Ergüvenç
Yayın Tarihi : 5 Şubat 2013 Salı 12:44:26
Güncelleme :8 Şubat 2013 Cuma 14:45:45


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?