22
Mayıs
2024
Çarşamba
ANASAYFA

Hrant Dink Öldürüldü

Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, gazetenin önünde uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürüldü.

Edinilen bilgiye göre Dink, Halaskargazi Caddesi üzerinde bulunan gazetenin çıkışında kimliği belirsiz kişi ya da kişilerin silahla saldırısına uğradı. Hrant Dink, olay yerinde hayatını kaybetti.

Dink'in başından ve boynundan isabet eden üç kurşun sonucunda hayatını kaybettiği öğrenildi.

Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink'e silahlı saldırıda bulunduğu öne sürülen ve eşkali belirlenen saldırganın
yakalanması amacıyla, polisin bölgedeki çalışmaları sürüyor.

18-19 YAŞLARINDA BİR KİŞİ ARANIYOR

Halaskargazi Caddesi üzerindeki gazete binasından çıkışı sırasında silahlı
saldırı sonucu ölen Hırant Dink'e silahlı saldırıda bulunan kişinin, 18-19
yaşlarında, kot pantolonlu ve beyaz şapkalı olduğu bildirildi.

Olay yerinden kaçan silahlı saldırganı yakalamak için çalışma başlatan polis, olay yerinde bulunan Hrant Dink'in cesedini incelemeye devam ediyor. Geniş güvenlik önlemi alan polis, ceset üzerinde inceleme yapıyor.

Polis, saldırganın yakalanması amacıyla bölgede, metro, otobüs ve vapur
iskelelerinde güvenlik önlemleri aldı.

GÜLER OLAY YERİNDE

İstanbul Valisi Muammer Güler, Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink'e yönelik silahlı saldırının ardındanolay yerine geldi.

Güler, Halaskargazi Caddesi üzerindeki olay yerine gelişinin ardından gazete binasına girdi.

Ayrıca, Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Genel
Başkanı Süleyman Çelebi ve Genel Sekreter Musa Çam da gazete binasına geldi.

Bu arada, Hrant Dink'in cesedi olay yerinde halen bekletirken, Şişli
Belediyesi'ne ait bir ambulans geldi.

Öte yandan, gazetenin yayın kurulu üyesi Serkis Seropyan, Dink'in yemek yedikten sonra bir kişi tarafından kapının önüne çağrıldığını belirterek, ''Birisi kapının önünde başına 3 el kurşun sıkmış'' dedi.

Görgü tanıkları, 1.65 boylarında, 25-30 yaşlarında bir kişinin koşarak ara
sokağa kaçtığını ifade ettiler.

CHA: 2 KİŞİ GÖZALTINA ALINDI

Cihan Haber Ajansı, Hrant Dink'in öldürülmesiyle ilgili Taksim'de eşgallere uyan 2 kişi gözaltına alındığını duyurdu.

Agos Gazetesi yazarı Hirant Dink'in öldürülmesiyle ilgili eşgallere uyan 2 kişi Taksim'de gözaltına alındı. Gözaltına alınan şahıslar Taksim Polis Merkezi'ne götürüldü.

4 ADET BOŞ KOVAN

Halaskargazi Caddesi Sebat Apartmanı önünde meydana gelen olayın ardında güvenlik güçleri, burayı kordon altına aldı.

Saldırı sonucu ölen Dink'in üzeri örtülürken, olay yerinde 4 adet boş kovan olduğu görüldü.

İstanbul Cumhuriyet BaşsavcısıAykut Cengiz Engin, olay yerine geldi.

CENAZE ADLİ TIP MORGUNA KALDIRILDI

Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink'in cenazesi, ambulansa Adli Tıp Kurumu morguna kaldırıldı.

Şişli Halaskargazi Caddesi'ndeki gazetenin önünde uğradığı silahlı saldırı
sonucu ölen Hrant Dink'in cenazesi, buradan ambulansla Adli Tıp Kurumu'na gönderildi.

PROTESTO GÖSTERİSİ

Dink'in cenazesinin ambulansa konulduğu sırada çevredekilerin alkış
tuttuğu görülürken, aralarında Ferhat Tunç'un da bulunduğu küçük bir grup da çeşitli sloganlar atarak kısa süre yürüdü.

Hrant Dink'in arkadaşı Orhan Alkaya gazetecilere yaptığı açıklamada, Dink'in çok yoğun tehdit aldığını ifade ederek, ''Bu ülke katillerin değil,
demokratların, Hrant'ın ülkesi'' dedi.

AİLE FERTLERİ AGOS GAZETESİNE GELDİ

Agos Gazetesi önünde silahlı saldırıya uğraşan gazeteci Hrant Dink'in ailesi, arkadaşları ve Ermeni cemaatinden kişiler Agos gazetesine akın ediyor.

Dink, Şişli/Osmanbey Halasgargazi Caddesi 192 numaralı Sebat Apartmanı'nda bulunan Agos Gazetesi önünde, 18-19 yaşlarında olduğu tahmin edilen bir kişi tarafından silahlı saldırı sonucu öldürüldü.

Ambulans gelmemesi nedeniyle Dink'in cesedi gazetenin önündeki kaldırımda uzun süre bekletildi. Olay yeri inceleme ekibi ve ambulansın gelişiyle birlikte Dink'in cesedi buradankaldırıldı. 

Kızı: Kanları şimdi daha mı temiz oldu

Silahlı saldırı sonucu hayatını kaybeden gazeteci Hrant Dink’in ailesi, arkadaşları ve Ermeni cemaatinden kişiler Agos gazetesine akın ediyor.


Uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürülen Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink'in eşi ve kızı, sinir krizleri geçirmeleri üzerine hastaneye kaldırıldı. Olay yerine gelen Dink'in eşi Rakel ve kızı Sera, sinir krizi geçirdi. Anne ve kızı daha sonra bir ambulansla bindirilerek hastaneye götürüldü.

Dink’in kızı Sera Dink’in, babasının ölüm haberinin ardından “Babamı vurdular. Şimdi kanları daha mı temiz oldu. Babamın karşısına çıkamadılar, arkasından vurdular” dedi.

Agos Gazetesi önünde uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitiren gazeteci Hrant Dink’in eşi, oğlu ve kardeşi, ambulansla, Dink’in cesedinin götürüldüğü Adli Tıp Kurumu’na götürüldü.

Babasının ölüm haberinin ardından Agos Gazetesi’ne gelen Dink’in kızı Sera Dink, gazete binası içinde bağırarak, “Babamı vurdular. Şimdi kanları daha mı temiz oldu. Babamın karşısına çıkamadılar, arkasından vurdular” dedi.

Sinir krizleri geçiren Dink’in eşi Rakel Dink ise, “Beni kocamın yanına götürün. Çocuklarımın hakkını bağışla yarabbim” dediği öğrenildi.


GÖRGÜ TANIKLARIYLA KONUŞULUYOR

İstanbul Valisi Muammer Güler'in incelemede bulunduğu olay yeri çevresinde olağanüstü güvenlik önlemi alındı. Güler, Sebat Apartmanı çevresinde bulunan mağaza ve dükkanlardaki görgü tanıklarıyla konuşuyor.

GÖRGÜ TANIKLARI: 3-4 EL SİLAH SESİ DUYDUK

Görgü tanıkları, 3-4 el silah sesi duyduklarını belirtirken, bazıları saldırganın ara sokaklara kaçtığını, bazıları da metroya kaçmış olabileceği yönünde görüşlerini ifade etti.

Dink'in ailesi, arkadaşları ve Ermeni cemaatinden kişiler Agos gazetesine akın ediyor.

Çevrede olağanüstü güvenlik önlemi alan polis, İstanbul Metrosu'nda ve il genelinde saldırganın bulunması için operasyon başlattı. Halasgargazi Caddesi trafiğe kapatıldı.

KORUMA İSTEMEDİ

Öte yandan Emniyet Genel Müdürlüğü yetkililerinden edinilen bilgilere göre, Hrant Dink koruma talebinde bulunmadı.

GAZETE ÇALIŞANLARI ŞOKTA
Brüksel - AB Komisyonunun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn, gazeteci Hrant Dink'in öldürülmesine "Bu vahşi cinayetten şok oldum ve üzüntü duydum" şeklinde tepki gösterdi.

Rehn, yaptığı yazılı açıklamada, Hrank Dink'in "mahkumiyetine rağmen, fikirlerini savunan ve açık tartışmaya katkı sağlayan saygın bir aydın olduğunu" belirtti.

"Hrant Dink, Türkiye'de ifade özgürlüğünün savunucuları arasındaydı" diyen Rehn, bu cinayetin tüm yönleriyle soruşturulacağı ve suçluların yargılanacağı konusunda Türk makamlarına güvenini vurguladı.

Agos Gazetesi çalışanlarının binanın penceresinden ağlayarak Dink'in
cesedine baktıkları görüldü.

OLAY DIŞ BASIN DA HEMEN DUYURULDU

Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink'in öldürülmesi olayı, hemen yurt dışında duyuldu.

İngiliz yayın kuruluşu BBC, "Türk-Ermeni yazarı, ateş edilmesi sonucu öldürüldü" sözleriyle haberi duyurdu.

CNN International televizyonu da Dink'in öldürülmesi olayını bültenin ilk sırasında duyurdu. 

301'den 3 kez yargılanmıştı

Hırant Dink, "Türklüğe hakaret ettiği" gerekçesiyle yazdığı yazılarda TCK'nın 301'inci maddesi gereği üç kez yargılandı. 7 Ekim 2005 Şişli Asliye Hukuk Mahkemesi'ndeki duruşmasında Hırant Dink'e, 6 ay hapis cezası verilmişti. Hakkında daha önce aynı maddeden iki dava açılan Dink birinden beraat etmiş birinden de ceza almıştı.

Türklüğü alenen tahkir ve tezyif etmek suçundan aldığı altı ay hapis cezası Yargıtay'ca onaylanan ve ertelenen Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, Agos'ta yayınlanan son yazısında 17 Ocak'a kadar avukatlarının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvuracağını açıklamıştı.

BAŞIMA NE GELİRSE KATLANACAĞIM

Dink 02 Ekim 2006 Pazartesi günü bir röportajında 301. maddeden yargılanmasını ve buna sebep olan 'Türk'ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni'nin Ermenistan'la kuracağı asil damarında mevcuttur' sözlerine açıklık getirmişti. Dink şunları söylemişti: "Cımbızla makalemden böyle bir cümle çıkardılar ve beni o cümle üzerinden mahkum ettiler. Ben Ermeni kimliği üzerine bir yazı yazmıştım ve Ermenilere diyordum ki Türklere olan öfkeniz sizin kanınızı zehirliyor. Atın o zehiri dışınıza ve onun yerinde sizin artık bir devleniz var Ermenistan var oranın halkı var. 301. maddeden yargılanıyor olmak bir Türk vatandaşı olarak ve Türkiye'yi seven biri olarak son derece üzücü. Ben sadece bunlar benim hayatımın parçalarıymış gibi yaşamaya devam edeceğim. Sonucunda ne de gelirse ona da katlanacağım. Ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım, Türkiyeliyim ve çok yerel bir insanım. Anadoluluk benim iliklerime işlemiş vaziyette.Burası benim atalarımın yaşadığı topraklar ben burada yaşamak istiyorum. Dilim giderim dese de adımlarım gitmek istemiyor. Kalmak istiyorum burada yaşamak istiyorum. İnşallah bunu başarırım"

Aksu ve Çiçek görevlendirildi 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, gazeteci Hrant Dink'in öldürülmesiyle ilgili İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek'i görevlendirdiğini ve iki bakanın İstanbul'a gittiğini bildirdi.

Hayatta kalma umuduyla yaşıyordu 

Avukatı Erdal Doğan, müvekkili Hrant Dink'in tehdit aldığını söyledi. Doğan, "Öldürülebileceğini söylüyordu. Ama koruma talebinde bulunmamıştı. Böyle çözülemeyeceğini korumayla güvenliğinin sağlanacağına inanmıyordu. 

Çünkü bu saldırının profesyonelce yapılacağını biliyordu. Dostları ile yakınlarının ve yurtdışından yapılan davetleri kabul etmedi. Türkiye'de kalmayı yeğliyordu. Tehditlere rağmen hayatta kalma umuduyla yaşıyordu.

Cumhurbaşkanı: Utanç verici saldırıyı kınıyorum

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Agos Gazetesi Genel yayın Yönetmeni Gazeteci Hrant Dink'e yönelik silahlı saldırıyı nefret kınadığını belirterek, “Bu tür insanlık dışı davranışlar, asla amacına ulaşamayacaktır” dedi.


Sezer, Dink'in silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirmesi nedeniyle bir mesaj yayımladı. Cumhurbaşkanlığı Basın Merkezi'nden yapılan açıklamaya göre, Sezer'in mesajı şöyle:

“Hrant Dink'in Agos Gazetesi önünde uğradığı saldırıyla yaşamını yitirmesinden derin üzüntü duydum. Bu çirkin ve utanç verici saldırıyı nefretle kınıyorum. Bu tür insanlık dışı davranışlar, asla amacına ulaşamayacaktır. Ulusumuzu derinden yaralayan bu saldırının faillerinin bir an önce yakalanması, hepimizin öncelikli beklentisidir. Böyle üzücü olayların bir daha yaşanmamasını diliyor, Hrant Dink'in ailesine, basın dünyamıza ve ulusumuza başsağlığı dileklerimi iletiyorum.”

Cumhurbaşkanı Sezer, olayla ilgili olarak İstanbul Valisi Muammer Güler'den bilgi aldığı belirtildi.

Başbakan Erdoğan karanlık elleri gösterdi

"Birlik beraberliğimizi bozamayacaklar"

Başbakan Recep Tayip Erdoğan, 'Değerli basın mensupları Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink menfur bir suikaste kurban gitmiştir.'

Hepimiz sarsan bu menfur cinayet sonrası üzüntümüz büyüktür.

Karanlık eller, hain eller amacına ulaşmak için ülkemizi seçmiştir.

Bu cinayet birlik ve beraberliğe huzur ve istikrara yapılmıştır.

Ailesine, aziz milletimize başsağlığı dilerim.

Alçakça cinayetin arkasındaki kanlı elleri telin ediyorum..

İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek'i görevlendirdim ve iki bakan İstanbul'a gitti.

Bu saldırıyı yapanların bir an önve yakalanması öncekli görevimizdir.

Böyle bir zamanda bu saldırının yapılması oldukça manidardır.

Haber bakanlar kurulu esnasında bana ulaştı.

Şunu herkes bilmelidir hiçbir hain plan birlik ve beraberliğimizi bozamayacaktır.

Aziz milletimiz bu sınavı da aşacak sağduyu ve basirete sahip.

Tekrar milletimizin başı sağolsun derken medya mensuplarını sağduyulu yaklaşıma davet ediyorum. 

Baykal: "Utanç verici bir olay" 

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink'in silahlı saldırı sonucu öldürülmesini "utanç verici bir olay" olarak nitelendirerek, "Kim yaptı veya yaptırdıysa Türkiye'ye en büyük zararı vermiştir" dedi.

Baykal, yaptığı yazılı açıklamada, şunları kaydetti:

"Utanç verici bir olay. Kim yaptı ve yaptırdıysa Türkiye'ye en büyük zararı vermiştir. Hiçbir inanç, düşünce, yurtseverlik veya milliyetçilik anlayışının bu cinayetle bir ilişkisi olamaz.

Bu ya ilkel bir lumpenlik, ya da Türkiye'nin içini karıştırmak, Türkiye'yi dünyada güç duruma düşürmek isteyenlerin tertibidir. Herkes bu alçakça saldırıdan üzerine düşen sorumluluğu almalıdır.

En kısa zamanda konunun aydınlatılmasını diliyorum.

Böyle girişimler Türkiye'nin hoşgörü ve barış ortamını sarsmaya yetmeyecektir. Nefretle kınıyor, bütün milletimize baş sağlığı diliyorum." 

Ağar: "Saldırının faillerinin yakalanmasını bekliyoruz"

DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar, DYP olarak Agos Gazetesi kurucusu ve Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink'e yapılan silahlı saldırıyı şiddetle ve derin bir nefretle kınadıklarını bildirdi.

Mehmet Ağar yaptığı yazılı açıklamada, Hrant Dink'in silahlı saldırı sonucunda yaşamını yitirmesinden büyük bir üzüntüyü duyduğunu belirtti.

Türkiye'nin çok önemli dış sorunlarla karşı karşıya bulunduğu böylesine kritik bir aşamada, ülkenin ulusal çıkarlarına büyük ölçüde darbe vuracak olan vahşi saldırıyı DYP olarak şiddetle ve derin bir nefretle kınadıklarını belirten Ağar, şunları kaydetti:

"Saldırının faillerinin tüm olanaklar derhal harekete geçirilmek sureti ile yakalanmasını ve adaletin önüne çıkarılmasını bekliyoruz.

Aynı zamanda, demokrasinin vazgeçilmez koşullarından biri olan düşünce ve ifade özgürlüğüne de gölge düşüren bu menfur saldırıda yaşamını yitiren Hrant Dink'in ailesine, Agos Gazetesi mensuplarına ve Ermeni asıllı tüm vatandaşlarımıza baş sağlığı dileklerimi sunuyorum."

Mumcu: "Vurulan sadece Dink değil Türkiye'nin itibarı"

Anavatan Partisi Genel Başkanı Erkan Mumcu, Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni gazeteci Hrant Dink'e yönelik silahlı saldırının "Türkiye'yi kuşatma altına alan güçlerin çemberi daraltma kararının ilanı" olduğunu ifade etti.

Mumcu, Dink'in silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirmesi nedeniyle bir mesaj yayınladı.

Mesajında, "Vurulan sadece Hrant Dink Değil, Türkiye'nin itibarıdır" diyen Mumcu, saldırının "dünya kamuoyuna 'barbar, hoşgörüsüz, soykırım yapan Türkler yargısını' yerleştirmeyi amaçlayan bir provokasyon" olduğunu kaydetti.

Saldırının iç kamuoyuna dönük hedefi olduğunu ifade eden Mumcu, "Hedef suçluluk duygusunun toplumsal bilinç altına yerleştirilmesidir" dedi.

Mumcu, mesajında şunları kaydetti:

"Birinci Dünya Harbinden bugüne değin, Asala terörünün zirveye tırmandığı günlerde bile, bir tek Ermeni vatandaşımızın burnu kanamamış, kapısının önüne taş atılmamıştır. 85 yıl sonra böylesine acı bir olayın yaşanması çok büyük kaygı ve endişelere sebep olmalıdır.

Türkiye'nin şu andan itibaren bütün uğraşı, bu saldırıyı düzenleyenlerin kim olduklarını, arkalarında hangi güçleri barındırdıklarını, niyetlerini bir an önce ortaya çıkarmak ve dünyaya göstermek olmalıdır."


TEPKİLER

'Katil devlet' sloganları

Dink'in öldürülmesini protesto eden bir grup Halaskargazi caddesinde eylem yaptı. Eylemde, 'Hrantlar ölmez', 'Katil devlet' şeklinde sloganlar atıldı.

Dışişleri: "Şiddetle kınıyoruz"

Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan yazılı açıklamada, menfur saldırı şiddetle kınandı ve faillerin adalete teslim edilmesi için çalışmaların başladığı bildirildi. 

ABD Büyükelçiliği: "İğrenç saldırı"

ABD'nin Ankara Büyükelçiliği, gazeteci-yazar Hrant Dink'in ölümüne neden olan silahlı saldırıyı iğrenç olarak niteledi.

Yazılı açıklamada, Dink'in öldürülmesinden şoke olunduğu ve derin üzüntü duyulduğu ifade edilirken şöyle denildi:

"Dink'in ailesine ve sevenlerine en içten baş sağlığı dileklerimizi iletir, bu iğrenç saldırının failinin süratle adalet önüne çıkarılacağı ümidimizi ifade ederiz."

AB'den tepkiler 

AB Komisyonunun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn, gazeteci Hrant Dink'in öldürülmesine "Bu vahşi cinayetten şok oldum ve üzüntü duydum" şeklinde tepki gösterdi.

Rehn, yaptığı yazılı açıklamada, Hrank Dink'in "mahkumiyetine rağmen, fikirlerini savunan ve açık tartışmaya katkı sağlayan saygın bir aydın olduğunu" belirtti.

"Hrant Dink, Türkiye'de ifade özgürlüğünün savunucuları arasındaydı" diyen Rehn, bu cinayetin tüm yönleriyle soruşturulacağı ve suçluların yargılanacağı konusunda Türk makamlarına güvenini vurguladı.

Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Joost Lagendijk: 

"Tabii ki çok şaşırdım, çok üzüldüm. Benim de arkadışımdı. Son derece takdir ettiğimi bir kişiydi. Onunla aynı şeyleri düşünmeyen kişiler olduğu son derece açık. Artık açık bir Türkiye oluşturulması gerekiyor."

Basından tepkiler

Aydın Engin - Agos gazetesi yazarı: 

"Bu işin birkaç gözü dönmüş budalanın işi olduğunu söyleyip kapanmaması gerekiyor. Hrant Dink daha önce gerçek bir linç tehlikesi yaşadı. Dink her zaman hedefteydi, hedef Türkiye'de gerek demokrasinin gelişmesini istemeyenlerin hedefindeydi. Saldırının mükemmel planlanan bir cinayet olduğunu düşünüyorum, son derece doğru düşünülmüş bir hedeftir ve hedeflerine de ulaştılar."

Ertuğrul Özkök - Hürriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni: 

"Hrant gerçek bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıydı. Ülkesine bizler kadar bağlıydı. Onu tam dinlemedik... Bu işi yapanların vatan haini olduğunu düşünüyorum. Birkaç kişi de olsa bu olay Türkiye'ye mal olacaktır. Yarın dış basının ne diyeceğini biliyorum. Bunu yapanlar Türkiye'nin düşmanlarına hizmet ediyor. Kendileri düşman zaten."

Yalçın Doğan - Hürriyet gazetesi yazarı: 

"Türkiye'nin bu olayla çok ağır yaralar alacağı ortada. Bir Ermeni vatandaşımızın öldürülmesi ülkemizi önümüzdeki dönemde çok derinden etkileyecektir. Dink bir T.C. vatandaşıydı. Hatırladığım kadarıyla ilk defa bir Ermeni vatandaşımız bu kahpe kurşunların hedefi oldu. Ben Dink için çok büyük bir cenaze düzenlenmesi gerektiğini ve çok yüksek bir katılımın sağlanması gerektiğini düşünüyorum."

Ferai Tınç- Hürriyet gazetesi yazarı: 

"Meslektaşımızın böyle alçakça bir cinayete kurban gitmesi çok acı. Devlet olayı bir namus meselesi gibi ele alıp çözmeli. Hrant Türk Ermenisiydi. Türkiye böyle bir ülke değildir, olmamalıdır. Devlet bu olayın üzerine gitmelidir. Hrant Dink bir linç atmosferinde yalnız bırakılan birçok insandan biriydi. Onların güvenliğinden devlet sorumludur. Ben bunun çok önemli bir güvenlik boşluğundan kaynaklandığını düşünüyorum."

Fransa'daki Ermeni dernekleri suikasti kınadı

Fransa'da faaliyet gösteren Ermeni dernekleri, internet sitelerinde yaptıkları açıklamalarla, gazeteci-yazar Hrant Dink'e düzenlenen suikasti kınadı.

Fransa'daki Ermeni Davasını Savunma Komitesi (CDCA) tarafından yapılan açıklamada, "Gazeteci Hrant Dink'e yönelik korkakça saldırıyı en şiddetle biçimde kınıyoruz" denildi.

Hrant Dink için "diyalog insanı" ifadesini kullanılan açıklamada, Dink'in Ermeni konusundaki açıklamaları yüzünden yargılandığı belirtildi.

Açıklamada, AB ve Fransa'nın bu cinayetin sorumlularının bulunması için uluslararası bir soruşturma komisyon kurulmasına destek vermeleri istendi.

"CollectifVan" isimli kuruluşun yaptığı açıklamada, Dink'e yapılan suikastın "büyük bir dehşetle" karşılandığı belirtildi.
Açıklamada, Fransa'da mecliste kabul edilen ve sözde Ermeni soykırımın inkarını suç sayan yasa teklifin Senatodan da geçmesi için "hükümetin üstüne düşen sorumluluğu alması" istendi.


Hrant Dink kimdir

Hrant Dink 15 Eylül 1954'te Malatya'da doğdu. Anne-babası 1961 yılında Malatya'dan İstanbul'a taşınmalarının ardından boşandı. Hrant ve iki kardeşi ailenin bölünmesinin ardından Gedikpaşa’daki Ermeni Yetimhanesi'ne yerleştirildi.

Liseyi bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’nde Zooloji eğitimi aldı. Bir süre sonra yetimhanede birlikte büyüdükleri Rakel ile evlendi.

Kardeşleriyle birlikte açtıkları yayınevi, kırtasiye işini sürdürürken, eşi Rakel’le birlikte, kendileri gibi Anadolu’dan gelen kimsesiz ve yoksul çocukların yetiştiği Tuzla Ermeni Çocuk Kampı’nı yönetmeye başladı. Dink, Denizli Piyade Alayı'nda sekiz ay askerlik yapar.

Bazı cemaat gazetelerinde kitap eleştirileri ile başlayan yazı hayatı, basında çıkan yalan haberlere gönderdiği düzeltmeler ile duyulmaya başlar. Patrikhane’ye, ‘Ermeni toplumu çok kapalı yaşıyor, kendimizi iyi anlatırsak önyargılar kırılır’ diyerek bu amaçla Türkçe bir gazete çıkarmayı önerir. 5 Nisan 1996 tarihinde ilk sayısı yayınlanan Agos gazetesi'nin kuruculuğunu, yayın yönetmenliğini ve başyazarlığını üstlenir. Agos dışında Zaman gazetesi'nde yazar. Ermeni Diasporasına 1915 olayları için soykırım kelimesini içermeyen daha yumuşak muhalefet yürütmeleri çağrısında bulunan Dink, Ekim 2005'te "Türklüğe hakaret"ten 6 ay hapis cezası aldı.

Dink'in 10 Ocak tarihli son yazısı

Yayın yönetmeni Hrant Dink'in Agos gazetesinde yayınlanan 10 Ocak tarihli son yazısı.

"Ruh halimin güvercin tedirginliği"

Başlangıcında, “Türklüğü aşağılamak” suçlamasıyla Şişli Cumhuriyet Savcılığı’nca hakkımda başlatılan soruşturmadan tedirginlik duymadım. Bu ilk değildi. Benzer bir davaya zaten Urfa’dan aşinaydım. 2002 yılında Urfa’da gerçekleşen bir konferansta yaptığım konuşmada “Türk olmadığımı... Türkiyeli ve Ermeni olduğumu” söylediğim için “Türklüğü aşağılamak” suçlamasıyla üç yıldan beri yargılanıyordum.

Duruşmaların gidişatından dahi habersizdim. Hiç ilgilenmiyordum. Urfa’dan avukat arkadaşlar gıyabımda yürütüyorlardı celseleri.

Şişli Savcısı’na gidip ifade verdiğimde de hayli umursamazdım. Sonuçta yazdığıma ve niyetime güveniyordum. Savcı, yazımın sadece birbaşına hiç bir şey anlaşılmayan o cümlesini değil, yazının bütününü değerlendirdiğinde, benim “Türklüğü aşağılamak” gibi bir niyetimin bulunmadığını kolaylıkla anlayacaktı ve bu komedi de bitecekti. 

Soruşturma sonunda bir dava açılmayacağına kesin gözüyle bakıyordum.Kendimden emindim
Ama hayret işte! Dava açılmıştı.
Yine de iyimserliğimi kaybetmedim.

O kadar ki, telefonla canlı olarak bağlandığım bir televizyon programında, beni suçlayan avukat Kerinçsiz’e “Çok heveslenmemesini, bu davadan herhangi bir ceza yemeyeceğimi, eğer ceza alırsam bu ülkeyi terk edeceğimi” dahi dile getirdim. Kendimden emindim, gerçekten yazımda Türklüğü aşağılamak gibi bir niyetim ve kastım -hiç ama hiç- yoktu. Dizi yazılarımın tamamını okuyanlar bunu çok net olarak anlayacaklardı.

Nitekim işte, bilirkişi olarak tayin edilen İstanbul Üniversitesi öğretim üyelerinden oluşan üç kişilik heyetin mahkemeye sunmuş olduğu rapor da bunun böyle olduğunu gösteriyordu.

Endişelenmem için bir sebep yoktu, davanın şu ya da bu aşamasında muhakkak yanlıştan dönülecekti.
“Ya sabır” çeke çeke...
Ama dönülmedi.
Savcı, bilirkişi raporuna rağmen cezalandırılmamı istedi. Ardından da hakim altı ay mahkumiyetime karar verdi.
Mahkumiyet haberini ilk duyduğumda, kendimi, dava süresi boyunca beslediğim ümitlerimin acı tazyiki altında buldum. Şaşkındım... Kırgınlığım ve isyanım had safhadaydı.

“Bak şu karar bir çıksın, bir beraat edeyim, siz o zaman bu konuştuklarınıza, yazdıklarınıza nasıl pişman olacaksınız” diye dayanmıştım günlerce, aylarca.

Davanın her celsesinde “Türkün kanı zehirlidir” dediğim dile getiriliyordu gazete haberlerinde, köşe yazılarında, televizyon programlarında. Her seferinde “Türk düşmanı” olarak biraz daha meşhur ediliyordum. Adliye koridorlarında üzerime saldırıyordu faşistler, ırkçı küfürlerle.

Pankartlarla hakaretler yağdırıyorlardı. Yüzlerceyi bulan ve aylardır yağan telefon, email, mektup tehditleri her seferinde biraz daha artıyordu.

Tüm bunlara “Ya sabır” çekip, beraat kararını bekleyerek dayanıyordum. Karar açıklandığında nasıl olsa gerçek ortaya çıkacak ve bu insanlar yaptıklarından utanacaklardı.

Tek silahım samimiyetim Ama işte karar çıkmıştı ve tüm ümitlerim yıkılmıştı. Gayrı, bir insanın olabileceği en sıkıntılı konumdaydım.

Hakim “Türk Milleti” adına karar vermişti ve benim “Türklüğü aşağıladığımı” hukuken tescillemişti. Her şeye dayanabilirdim ama buna dayanmam mümkün değildi.

Benim anlayışımla, bir insanın birlikte yaşadığı insanları etnik ya da dinsel herhangi bir farklılığı nedeniyle aşağılaması ırkçılıktı ve bunun bağışlanır bir yanı olamazdı.

İşte bu ruh haliyle, kapımda hazır bekleyen ve “Daha önce dile getirdiğim gibi ülkeyi terk edip etmeyeceğim”i teyit etmek isteyen basın ve medyadan arkadaşlara şu açıklamada bulundum:

“Avukatlarıma danışacağım. Yargıtay’da temyize başvuracağım ve gerekirse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne de gideceğim. Bu süreçlerden herhangi birinden aklanamazsam ülkemi terk edeceğim. Çünkü böylesi bir suçla mahkum olmuş birinin benim kanaatimce aşağıladığı diğer yurttaşlarla birlikte yaşama hakkı yoktur.”

Bu sözleri dile getirirken yine her zamanki gibi duygusaldım. Tek silahım samimiyetimdi.

Kara mizah

Ama gelin görün ki beni Türkiye insanının gözünde yalnızlaştırmaya ve açık hedef haline getirmeye çalışan derin güç, bu açıklamama da bir kulp buldu ve bu kez de yargıyı etkilemeye çalışmaktan hakkımda dava açtı. Üstelik bu açıklamayı tüm basın ve medya vermişti ama onların gözüne batan ille de AGOS’takiydi. AGOS sorumluları ve ben, bu kez de yargıyı etkilemekten yargılanır olduk. “Kara mizah” dedikleri bu olsa gerek. 

Ben sanığım, bir sanıktan daha fazla kimin yargıyı etkileme hakkı olabilir ki?
Ama bakın şu komikliğe ki sanık bu kez de yargıyı etkilemeye çalışmaktan yargılanıyor.

“Türk Devleti adına”

İtiraf etmeliyim ki Türkiye’deki “Adalet sistemi”ne ve “Hukuk” kavramına olan güvenimi fazlasıyla yitirmiş durumdaydım.

Nasıl yitirmeyeyim? Bu savcılar, bu hakimler üniversite okumuş, hukuk fakültelerini bitirmiş insanlar değiller mi? Okuduklarını anlayacak kapasitede olmaları gerekmiyor mu?

Ama gelin görün ki, bu ülkenin Yargı’sı bir çok devlet adamının ve siyasetçinin de dile getirmekten çekinmediği gibi bağımsız değil.

Yargı yurttaşın haklarını değil, Devlet’i koruyor.
Yargı yurttaşın yanında değil, Devlet’in güdümünde.
Nitekim şundan bütünüyle emindim ki, hakkımda verilen kararda da her ne kadar “Türk Milleti adına” deniyor olsa da, şu çok açık ki “Türk Milleti adına” değil, “Türk Devleti adına” verilmiş bir karardı bu. Dolayısıyla, avukatlarım Yargıtay’a başvuracaklardı, ama bana haddimi bildirmeye karar vermiş derin güçlerin orada da etkili olmayacaklarının garantisi neydi?

Hem sonra zaten, Yargıtay’dan hep doğru kararlar mı çıkıyordu?
Azınlık Vakıfları’nın mülklerini elllerinden alan haksız kararlara aynı Yargıtay imza atmamış mıydı?
Başsavcının çabasına rağmen
Nitekim işte başvuruda bulunduk da ne oldu?
Yargıtay Başsavcısı tıpkı bilirkişi raporunda olduğu gibi suç unsuru bulunmadığını belirtti ve beraatimi istedi ama Yargıtay yine de beni suçlu buldu.
Ben yazdığımdan ne kadar eminsem Yargıtay Başsavcısı da o kadar okuyup anladığından emindi ki, karara da itiraz etti ve davayı Genel Kurul’a taşıdı.
Ama, ne diyeyim ki, bana haddimi bildirmeye soyunmuş olan ve muhtemelen de davamın her kademesinde bilemeyeceğim yöntemlerle varlığını hissettiren o büyük güç, işte yine perde arkasındaydı. Nitekim Genel Kurul’da da oy çokluğuyla benim Türklüğü aşağıladığım ilan edildi.

Güvercin gibi

Şu çok açık ki, beni yalnızlaştırmak, zayıf ve savunmasız kılmak için çaba gösterenler, kendilerince muradlarına erdiler. Daha şimdiden, topluma akıttıkları kirli ve yanlış bilginin tesiriyle Hrant Dink’i artık “Türklüğü aşağılayan” biri olarak gören ve sayısı hiç de az olmayan önemli bir kesim oluşturdular.

Bilgisayarımın güncesi ve hafızası bu kesimdeki yurttaşlar tarafından gönderilen öfke ve tehdit dolu satırlarla yüklü.
(Bu mektuplardan birinin Bursa’dan postalandığını ve yakın tehlike arzetmesi açısından da hayli kaygı verici bulduğumu ve tehdit mektubunu Şişli Savcılığı’na teslim etmeme rağmen bugüne değin herhangi bir sonuç alamadığımı yeri gelmişken not düşeyim.)

Bu tehditler ne kadar gerçek, ne kadar gerçek dışı? Doğrusu bunu bilmem elbette mümkün değil.
Benim için asıl tehdit ve asıl dayanılmaz olan, kendi kendime yaşadığım psikolojik işkence.
“Bu insanlar şimdi benim hakkımda ne düşünüyor?” sorusu asıl beynimi kemiren.
Ne yazık ki artık eskisinden daha fazla tanınıyorum ve insanların “A bak, bu o Ermeni değil mi?” diye bakış fırlattığını daha fazla hissediyorum.
Ve refleks olarak da başlıyorum kendi kendime işkenceye.
Bu işkencenin bir yanı merak, bir yanı tedirginlik.
Bir yanı dikkat, bir yanı ürkeklik.
Tıpkı bir güvercin gibiyim...
Onun kadar sağıma soluma, önüme arkama göz takmış durumdayım.
Başım onunki kadar hareketli... Ve anında dönecek denli de süratli.

İşte size bedel

Ne diyordu Dışişleri Bakanı Abdullah Gül? Ne diyordu Adalet Bakanı Cemil Çiçek?
“Canım, 301’in bu kadar da abartılacak bir yanı yok. Mahkum olmuş hapse girmiş biri var mı?”
Sanki bedel ödemek sadece hapse girmekmiş gibi...
İşte size bedel... İşte size bedel...
İnsanı güvercin ürkekliğine hapsetmenin nasıl bir bedel olduğunu bilir misiniz siz ey Bakanlar..? Bilir misiniz..?
Siz, hiç mi güvercin izlemezsiniz?
“Ölüm-Kalım” dedikleri
Kolay bir süreç değil yaşadıklarım... Ve ailece yaşadıklarımız.
Ciddi ciddi, ülkeyi terk edip uzaklaşmayı düşündüğüm anlar dahi oldu.
Özellikle de tehditler yakınlarıma bulaştığında...
O noktada hep çaresiz kaldım.
“Ölüm-Kalım” dedikleri bu olsa gerek. Kendi irademin direnişçisi olabilirdim ama herhangi bir yakınımın yaşamını tehlike altına atmaya hakkım yoktu. Kendi kahramanım olabilirdim, ama bırakın yakınımı, herhangi bir başkasını tehlikeye atarak, yiğitlik yapmak hakkına sahip olamazdım.
İşte böylesi çaresiz zamanlarımda, ailemi, çocuklarımı toplayıp, onlara sığındım ve en büyük desteği de onlardan aldım. Bana güveniyorlardı.
Ben nerede olursam onlar da orada olacaktı.
“Gidelim” dersem geleceklerdi, “Kalalım” dersem kalacaklardı.
Kalmak ve direnmek
İyi de, gidersek nereye gidecektik?
Ermenistan’a mı?
Peki, benim gibi haksızlıklara dayanamayan biri oradaki haksızlıklara ne kadar katlanacaktı? Orada başım daha büyük belalara girmeyecek miydi?
Avrupa ülkelerine gidip yaşamak ise hiç harcım değildi.
Şunun şurasında üç gün Batı’ya gitsem, dördüncü gün “Artık bitse de dönsem” diye sıkıntıdan kıvranan ve ülkesini özleyen biriyim, oralarda ne yapardım?
Rahat bana batardı!
“Kaynayan cehennemler”i bırakıp, “Hazır cennetler”e kaçmak herşeyden önce benim yapıma uygun değildi.
Biz yaşadığı cehennemi cennete çevirmeye talip insanlardandık.
Türkiye’de kalıp yaşamak, hem bizim gerçek arzumuz, hem de Türkiye’de demokrasi mücadelesi veren, bize destek çıkan, binlerce tanıdık tanımadık dostumuza olan saygımızın gereğiydi.
Kalacaktık ve direnecektik.
Bir gün gitmek mecburiyetinde kalırsak ama... Tıpkı 1915‘teki gibi çıkacaktık yola... Atalarımız gibi... Nereye gideceğimizi bilmeden... Yürüyerek yürüdükleri yollardan... Duyarak çileyi, yaşayarak ızdırabı...
Öylesi bir serzenişle işte, terk edecektik yurdumuzu. Ve gidecektik yüreğimizin değil, ama ayaklarımızın götürdüğü yere... Her neresiyse.

Ürkek ve özgür

Dilerim böylesi bir terk edişi hiç ama hiç yaşamak mecburiyetinde kalmayız. Yaşamamak için fazlasıyla umudumuz, fazlasıyla da nedenimiz var zaten.
Şimdi artık Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuruyorum.
Bu dava kaç yıl sürer, bilemem.
Bildiğim ve beni bir miktar rahatlatan gerçek şu ki, hiç olmazsa dava bitene kadar Türkiye’de yaşamaya devam edeceğim.
Mahkemeden lehime bir karar çıkarsa kuşkusuz çok daha sevineceğim ve bu da demektir ki artık ülkemi hiç terk etmek zorunda kalmayacağım.
Muhtemelen 2007 benim açımdan daha da zor bir yıl olacak.
Yargılanmalar sürecek, yeniler başlayacak. Kimbilir daha ne gibi haksızlıklarla karşı karşıya kalacağım?
Ama tüm bunlar olurken şu gerçeği de tek güvencem sayacağım.
Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz.
Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler.
Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce.

Hayatı, resmi olmayan Ermeni tarihi


Gazeteci- yazar Hrant Dink'in ilgi çekici yaşam öyküsü 2 Ekim 2005 tarihli Hürriyet Pazar'ın Albüm köşesinde Emel Armutçu imzasıyla yayınlanmıştı.

Türkiye'de Ermeni denince akla gelen, "Ermeni meselesi" denince ise başvurulan ilk birkaç isimden biri. Ermeniler'in 1915'te Türkiye topraklarında yaşadığı bir soykırım mıydı, değil miydi, sorusunun sorulduğu ilk kişilerden.
İlkokul günlerinden.

Türkiye'de Ermeni meselesiyle ilgili bir konferans mı düzenlenecek, konuşmacı listesinin başında illa ki yine onun adı. Bunun nedeni, on yıldır bir cemaat gazetesi olmaktan çok, Türkiye'de yaşayan Ermeniler'in belki de Patrikhane'den daha fazla kapısı, penceresi olmuş, sivil toplum kuruluşu haline gelmiş Agos gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni olması. Ama ona sorarsanız, bütün bu yaptıkları, bir gazete yayın yönetmeninin "haddini ve çapını" aşan şeyler. O zaman niye böyle? Çünkü onun kadar bu "mesele"ye kafa yormuş, yazmış çizmiş, okumuş anlatmış, tecrübe edinmiş, kısaca gönül koymuş insan sayısı çok az. Peki kim Hrant Dink? Avrupa Birliği rüzgarını arkasına alıp, üstelik dış mihrakların ekmeğine yağ sürüp "yaygara koparan", bu nedenle yumurtalanmayı ve domateslenmeyi hakeden gayrimüslim Türk vatandaşı mı? Yoksa iki toplumun, yıllar ve yıllar önce çok uzun süre yaptığı gibi, "düzgün bir üslupla" birarada yaşayabilmesi için çaba harcayan samimi bir demokrat mı? Cevap vermeden ve bu yazıyı okumadan önce, Bekir Coşkun'un 27 Eylül günü Hürriyet'te yayınlanan ve anneannesini anlattığı yazısını okumanızı öneririm. Çünkü bu, sadece resmiyetten kemikleşmiş tarih penceresinden bakarak cevaplanabilecek bir soru değil. Hrant Dink'in hikayesi de öyle; içinden insanın ve duygunun geçtiği tüm hikayeler gibi, daha basit, daha anlamlı, kavgadan uzak ve "öteki" kelimesinin tamamen anlamsızlaştığı bir hikaye...


15 Eylül 1954'te Malatya'nın, Ermenilerin de yaşadığı Alevi mahallesi Çavuşoğlu'nda doğar. Terzi Haşim adıyla tanınan babası Serkis Dink, Malatya Gürünlü'dür. Ondan ikişer yıl arayla iki erkek kardeşi daha doğacaktır ama hayat hikayesinin ana fikri aslında Sivas Kangal kökenli annesinin adında gizlidir: Gülvart. Gül Türkçe'de bildiğiniz anlamdadır, gül. Vart ise gülün Ermenice karşılığı! Daha o doğmadan çok önce annesine verilen isim, "birlikte yaşama"nın ne anlama geldiğini anlatır aslında.

Babası kumara düşkün bir adamdır. Bu yüzden, o yedi yaşında, kardeşleri de daha küçükken, İstanbul'a kaçar-göçerler. Ancak daha geleli birkaç ay olmuştur ki annesi babasını kahvede oyun oynarken her yakaladığında kavgalar başlar. Ayrılık da ardından gelir. Ve üç kardeş, "ortada kalma"nın ne olduğunu hiç unutamayacakları şu görüntüyle öğrenirler: Dayının evinin önünde, anne, anneanne, yengeler pencereden "babanıza gidin" diye seslenirken, baba sokağın köşesinde, "oraya gidin" işareti yapmaktadır. Bir süre ne yapacaklarını bilemeyen üç kardeş, birden ve aynı anda, ters yöne doğru koşmaya başlar. Ancak üç gün sonra Kumkapı'da bir balıkçı sepetinin içinde, aç sefil, uyurken bulunurlar. Sonraki durak, Gedikpaşa'daki Ermeni yetimhanesidir.
Dink Üsküdar Surp Haç Ermeni Lisesi'nde okudu, solculuktan son sınıfta atılınca Şişli Lisesi'ni bitirdi.

On yılı yetimhanelerde geçer. Yüz kadar çocukla birlikte, daha küçücük yaşta kendi işlerini kendi gördükleri, sürekli bedenen çalıştıkları bu yılların, karakterini şekillendirdiğini düşünür, sevgiyle anar. Ama her şey o kadar pembe değildir elbette: Sonuçta yetimhanedir yaşadığı yer. Ve tüm yetimhane hikayelerinde olduğu gibi, onunkinde de gündüz ayakta kalmak için mücadele olduğu kadar, gece gözyaşlarıyla yastığı ıslatmak da vardır... Gözyaşlarında babaya kızgınlık, anneye kutsama vardır... Haylazlık yaptıklarında ya da Ermenice konuşmadıklarında sürekli dayak vardır...

YETİMHANEDEKİ ÇOCUKLUK AŞKIYLA EVLENDİ

Bir gün Rakel'i getirirler yetimhaneye. 1915 karmaşasından kaçıp, uzun yıllar Cudi dağında çadırlarda yaşamış ve "aşağı" yeni inmiş bir aileden, Kürtleşmiş bir Ermeni kızıdır. Ne Türkçe, ne Ermenice bilir. Ona "abi" olur, Türkçe, Ermenice öğretir, hiç yanından ayrılmaz. İstanbul'daki Ermeni çocuk yuvalarında, harçlık parasına çalıştığı lise yıllarında bir ara izini kaybeder, tekrar karşılaştıklarında Rakel büyümüş, 14'üne gelmiştir! 20'sindeki Hrant bir daha yanından ayrılamaz. Bir yıl kadar sonra evlenirler.

O sıralar çoktan sol siyasete bulaşan, hatta "en köylü" örgüte sempati duyan, ancak silah külah ve şiddetle arası hiç iyi olmayan Hrant, bu aşk sayesinde çatışma meraklısı soldan uzaklaşır. Ama 12 Eylül sonrası gözaltına alınıp işkence görmekten kurtulamaz. Örgütle birlikte eylem yaptığından değil, sadece ortanca kardeşi Hosrop'un "afacan"lığından.

Kardeşleri onun gibi okumaya meraklı değildir, o liseyi bitirip İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi'nde Zooloji okurken, yetimhaneden daha erken ayrılan kardeşleri çıraklık, yamaklık filan yapıp hayata atılırlar. Ama Hosrop'un yurtdışı hayalleri vardır. 12 Eylül döneminde yurtdışına çıkmak zor olduğundan Beyrut'a gidip oradan Avrupa'ya gidip gelmeye başlar. Beyrut'ta ölmüş birinin kimliğiyle! Bir maceradır onunki, siyasetle ilgisi yoktur ancak o kimlikle bir gün Türkiye'de yakalanınca ve asıl kimliği ortaya çıkmasın diye ağabeyi Hrant'ın "arkadaşı" olduğunu söyleyince, işler arap saçına döner. Ne yazık ki Asala'nın Avrupa'da Türk diplomatlara karşı korkunç eylemler gerçekleştirdiği yıllarda Beyrut ve Ermeni kelimeleri bir araya gelince, işin doğrusunu anlatmak oldukça zordur. Her ikisi de polisin elinden sağ olarak zor kurtulur.

İlk olaydan sonra kardeşine diskurlar çekip askere yollayan Dink, kardeşini bulmak için polisin yaptığı ikinci sorguda doğruyu açıklar, "o benim arkadaşım değil, kardeşim, öyle söyleyince korumak zorunda kaldım" der. Ancak mimlenmiştir bir kere. Sonrasında gelişen tüm olaylar, her yolun Roma'ya çıkması misali ona çıkar: Mesela, yönettiği çocuk kampında yetişen bir gencin adının Avrupa'ya gider gitmez bir Asala eyleminde geçmesi, sonra doğru olmadığı ortaya çıksa da onun sorgulanmasına neden olur. Ya da kendi yetiştiği yetimhanenin sert müdürü 12 Eylül sonrası Türklük aleyhtarı eylemlerde bulunduğu gerekçesiyle gözaltına aldığında ve o sıralarda Fransız konsolosluğunu basan Asala militanları, şartları arasında onun da serbest bırakılmasını istediklerinde, emniyete davet edilen yine Dink olacaktır. Şöyle açıklar bu durumu: "Ya ben tehlikeyi çok sevdim, ya tehlike beni. Ama inanılmaz derecede de masumdum."

Aslında Zooloji'den mezun olduktan sonra canlılar dünyası ve bilimi çok sevdiği için "biyoloji felsefesi"nde akademik kariyer yapmak istemiştir. O dönem bu bölümün kürsüsü kurulmayınca, yeniden üniversite sınavlarına girerek felsefe bölümüne kaydolmuştur. Onu da son sınıfta bir hocanın gereksiz disiplini ve kendi inadı yüzünden bırakır. İki erkek kardeşiyle yayınevi, kırtasiye işini sürdürürken eşi Rakel'le birlikte, kendileri gibi Anadolu'dan gelen kimsesiz ve yoksul çocukların yetiştiği Tuzla Ermeni Çocuk Kampı'nı yönetmeye başlar. Yoktan varedilen bu kampa ne zaman (21 yıl sonra) devlet tarafından el konur, o "bir dakika" der.

AZINLIK OLDUĞUNU HİSSETTİĞİ ANLAR

O güne kadar, hiç "azınlık" olduğunu hissetmemiştir. Yüzlerce çocuğa barınak olan okul ellerinden bir anda alınınca, farklı bir muamele gördüklerine karar verir. Hayatındaki bir diğer dönüm noktası da askerliğinde gizlidir: Denizli'de piyade alayında sekiz ay yaptığı askerliğinde, bütün arkadaşları çavuş olup, sınavdan yüz üzerinden yüz almasına rağmen o olamayınca çok üzülür. Çavuş olmayı o kadar önemsediğinden değil ama negatif ayrımcılığı hissettiği için. Buna, hem de iki saat kadar ağlayacağını hiç aklına getirmemiştir. Artık kimliğime daha fazla sahip çıkmalıyım, diye düşünür.

Uzun bir yolculuktur bu: 1915 ve Varlık vergisi yılları bir yana, Kıbrıs meselesinin başlamasıyla ortaya çıkan bir gerginlik sözkonusudur. Ardından Asala eylemlerinin yoğunlaştığı ve onun deyimiyle Türkiye'deki Ermeniler'in başı önde dolaşmaya başladığı yıllar gelir. Sonra Kürt sorunu, Ermeni sorunuyla birlikte konuşulmaya başlanır. Devletin bakanlarının ağzından "Apo Ermeni dölü" gibi lafların edildiği karanlık yıllardır bunlar. Bitmez, bir de Ermenistan Karabağ savaşının Türkiye yansımaları gelir. Yine onun deyimiyle Ermeniler'in her gün evlerinde kendini solucan gibi hissettiği günler... Bu ruh halinden sıyrılmak gerekir.

Bazı cemaat gazetelerinde kitap kritikleriyle başlar yazmaya... Sonra medyadaki yalan yanlış haberleri düzeltmekte ortaya çıkar adı. Patrikhane'ye, "Ermeni toplumu çok kapalı yaşıyor, kendimizi iyi anlatırsak önyargılar kırılır" diyen de odur. Bunun için bir Türkçe gazete çıkarmayı öneren, 1800 başlayan tirajı şimdi altı bine ulaşan, Ermeniler kadar Türk okuyucusu da olan, Ermeni toplumuyla iletişim kurmak isteyen her siyasetçinin, akademisyenin aradığı Agos gazetesinin yayın yönetmenliğini üstlenen de.

Sonuçtan memnundur. Ona göre Agos, sadece Ermeni sorunlarıyla ilgilenen bir gazete olmakla kalmamış, Türkiye'nin demokratikleşmesinin bir parçası olmuştur. Onun istediği de budur: "Biz Ermenilerin sorunları çözülmüş, Kürtlerin, Alevilerin, kadınların, eşcinsellerin sorunları çözülmemiş, bu neye yarar ki?"

Ama o, bir gazetenin bunu yapmaması, Ermeni cemaatinin sivil bir merkezi olması gerektiğini söyler. "Laik bir ülke olan Türkiye'de bir cami mütevelli heyetinin yanıbaşındaki okulu da idare etmesini düşünebilir misiniz? Buna dünyadaki hangi laik ülke tahammül edebilir? Ama bizde oluyor, kilise, okulu da idare ediyor!" der.

TARİHİ KONUŞURKEN GELECEĞİ KURMAK 

Üç çocuğundan en büyüğü Dalal ile. 

Bu yüzden, kendisinden hoşlanmayan tek resmi görüş Türkiye'ninki değildir, kendi cemaatinin ileri gelenleri tarafından da pek sevilmez. Hatta bir gün şöyle bir mail alır onlardan birinden: "Ne bu, her şeyde yırtık dondan çıkar gibi sen çıkıyorsun" diyen. Şöyle cevap verir: "Bu üsluba girmek istemezdim ama, çok üzgünüm, siz de donunuzu yırtamıyorsunuz!"

Ona göre, "acılı bir tarihi" konuşurken, tabuları açmaya çalışırken, bir üslup yaratmak gerekir. Son olaylı konferansta ortaya çıkan da bu ihtiyaçtır. "Neden o konferansta karşı görüş yoktu, diye sordular. Haklı bir soru gibi görünüyor ama değil. Türkiye'de siyah ve beyaz düşünceler, birbiriyle konuşacak üslubu yaratabilmiş değil. Önce o üslubu yaratsınlar sonra o soruyu sorsunlar."

Onun gördüğü kadarıyla bu tartışmada ön sıraları hep siyah ve beyaz bakanlar doldurmuş, gri bakanlar arka sırada kalmıştır. Bu konferansta ilk kez tersi olur. Şimdi geride kalan siyah-beyazlara tavsiyesi, onları örnek almaları, bir üslup yaratmalarıdır. Sonuçta üzerine konuşulan tarihtir, bu tarih geleceğimizi kilitlememelidir. Tarihi konuşurken bir yandan da geleceği kuracak olmamız, kulağa çok hoş gelir...


Hrant Dink suikasta kurban verilen 62'nci gazeteci

Hasan Fehmi Bey’in 1909’da öldürülmesinin ardından Türkiye’de suikasta kurban verilen 62. gazeteci Hrant Dink oldu. Gazeteci yazar Ahmet Taner Kışlalı’nın 1999’da öldürülmesinin ardından Türkiye bir gazeteci suikastı ile daha sarsıldı.

Kışlalı cinayetinden 8 yıl sonra bir gazeteci daha suikasta kurban verildi. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin verdiği listeye göre, Türkiye’de 1909 yılında öldürülen Hasan Fehmi Bey’den beri 61 gazeteci cinayeti işlenmişti. Hrant Dink listeye eklenen 62. gazeteci oldu.

İşlendiği dönemde Türkiye’yi sarsan gazeteci cinayetlerinden bazıları şöyle: Abdi İpekçi (1979), Ümit Kaftancıoğlu (1980), Sami Başaran (1989), Çetin Emeç (1990), Musa Anter (1992), Uğur Mumcu (1993), Metin Göktepe (1996), Kutlu Adalı (1996), Ahmet Taner Kışlalı (1999), Hrant Dink (2007).









ajanslar
Yayın Tarihi : 19 Ocak 2007 Cuma 19:37:49
Güncelleme :29 Nisan 2007 Pazar 15:23:38


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?