25
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

TÜRKİYE FÜZE KALKANINA KATILARAK DOĞRU MU YAPTI?

'Lizbon zirvesinde AKP iktidarı kerhen de olsa füze kalkanı projesini onaylamak suretiyle doğru olanı yaptı ve Türkiye’nin Batı sistemindeki yerini korudu. Ancak bu karar, bugüne kadar izlenen hayalperest dış politikanın da iflas ettiğinin resmen ilȃnı oldu.'

NATO, Lizbon zirvesinde 28 üye ülkenin liderleri tarafından kabul edilen yeni Stratejik Konsept ile savunma stratejisini 21. yüzyılın şartlarına uyarlanmasını sağlayan yeni bir savunma doktrinini uygulamaya koymuş bulunuyor. İttifak, önümüzdeki 10-15 yıllık dönemde savunmasını bu konseptin rehberliğinde yürütecek ve kuvvetlerini de yeni tehdit algılamasına göre yapılandıracaktır.

İttifak’ın karşı koyacağı yeni tehditler, Soğuk Savaş dönemindekilerden çok değişik bir nitelik yansıtıyor. Bu tehditler, terörist faaliyetleri, nükleer silahların ve balistik füzelerin yaygınlaşmasını, iletişim sistemi ağlarına yönelik siber saldırıları, enerji güvenliğine yönelik tehditleri ve başlıca deniz ticaret yollarındaki korsan faaliyetleri kapsıyor.

Yeni Stratejik Konsept’e yer aldığı belirtilen şu ifade dikkat çekici: “İttifak, hiçbir ülkeyi düşman olarak değerlendirmez. Fakat, hiç kimse , herhangi bir üyenin güvenliği tehdit edildiğinde, NATO’nun kararlılığından şüphe duyulmamalıdır.” Bu şekilde, AKP Hükümeti’nin ısrarla üzerinde durduğu, İran’ın bir tehdit odağı olarak tanımlanmaması tezinin İttifak tarafından kabul edildiği gibi bir izlenim doğuyor. Bu nedenle Lizbon zirvesinden sonra Türkiye’deki basın organlarının çoğu “Türkiye NATO’da istediğini aldı” şeklinde manşetler attılar.

Anımsanacağı üzere, Dışişleri Bakanı Davudoğlu, “sıfır sorun” politikası bağlamında Türkiye’nin İran’dan herhangi bir tehdit algılamadığını ısrarla açıklamış 8 Ekim’de NATO toplantısı için gittiği Brüksel ‘de Türkiye’nin tutumunu şöyle özetlemişti:

“NATO’nun tekrar cephe veya kanat ülkesi olmak istemiyoruz. Alınacak güvenlik tedbirleri ile dış politika vizyonumuz arasında çelişki istemiyoruz. Çevremizdeki hiçbir komşumuzdan tehdit algılaması içinde değiliz. NATO’ya dönük de bir tehdit algılaması mevcut olduğu veya bir komşumuzun tehdit oluşturduğu kanısı içinde değiliz.”

NATO İRAN’I TEHDİT OLARAK GÖRÜYOR MU?
Bilindiği üzere, NATO’nun yeni Stratejik Konsepti, ABD’nin eski dışişleri bakanlarından Madeleine Albright başkanlığında 12 kişilik akil adamlar grubu tarafından hazırlanmış olan bir rapora dayanıyor. Bu grubun üyesi olan Türkiye’nin eski NATO temsilcisi Büyükelçi Ümit Pamir yaptığı açıklamada, başlangıçta İran’ın isminin tehdit odağı olarak strateji belgesinde yer alırken sonradan çıkarıldığını, buna rağmen “İran’ın isminin, herhangi bir NATO üyesinin füze saldırısına maruz kalması durumunda, bu saldırının tüm NATO üyelerine yapılmış sayılacağını ifade eden NATO Antlaşması’nın 5. maddesinin uygulanışı ile ilgili bir örnek olarak belgede yer alıyor.” (Cumhuriyet, 21/11/2010) diyerek gerçek durumu ortaya koymuştur.

Zirve toplantısında, bu konuda basının sorularını cevaplayan Fransa Devlet Başkanı Sarkozy de, İran’ın isminin “kamuya açıklanan belgelerde” belirtilmemiş olmasına rağmen, İran’ın NATO açısından gerçek tehdit kaynağını oluşturduğunu vurgulamıştır.

Bu beyanlar, İttifak’ın tehdit algılamasına açıklık getirmekle birlikte, zirvede yeni Stratejik Konsept’in en önemli uygulama araçlarından biri olarak kabul edilen füze kalkanı projesinin hangi tehdide karşı oluşturulduğu incelendiği zaman, karşılaşılan tablo, İran’ın NATO açısından ana tehdit odağı olarak saptandığını tartışmasız ortaya koyuyor.

FÜZE KALKANI PROJESİ
NATO çatısı altında kurulacak füze savar sistemi, esasında Başkan Bush tarafından tasarlanan ve bilahare Başkan Obama tarafından canlandırılan bir projedir. Obama, füzesavar sistemlerini önce Polonya ve Çek Cumhuriyeti topraklarında İran’a karşı olduğunu belirterek konuşlandırma yoluna gitmiş, fakat sistemin kendisine karşı oluşturulduğunu algılayan Rusya’nın gösterdiği kuvvetli tepkiler sonucunda projeyi askıya almıştı.

Buna rağmen, ABD, proje ile ilgili çalışmaları yeni teknolojilerle takviye ederek ulusal planda geliştirmeye devam etmiştir. Nitekim, ilerde küresel bir sisteme dönüştürülecek olan ve ilk aşamasında Avrupa savunmasını sağlamayı öngören “Aşamalı Uyarlanabilir Yaklaşım- AUY” (Phased Adoptive Approach) adlı bir belgede detayları belirtilen füze kalkanı projesi Başkan Obama tarafından 17 Eylül 2009 tarihinde onaylanmıştır. AUY belgesinde yer alan tehdit değerlendirilmesinde, sistemin hiçbir şekilde Rusya’ya karşı olmadığı, buna mukabil tasarlanan füze savunma sisteminin İran’dan kaynaklanan balistik füze tehdidine karşı olduğu vurgulanmaktadır.

Sözkonusu belgede şöyle bir değerlendirme yer almaktadır:

“‘ABD İstihbarat Camiası’ (Başta CIA olmak üzere, askeri istihbarat da dahil olmak üzere, 16 ABD istihbarat kuruluşuna verilen isim) , kıtalararası füze tehdidinin çok yavaş bir şekilde geliştiğini, buna mukabil İran’ın kısa ve orta menzilli balistik füze tehdidinin öngörülenden çok daha hızlı bir şekilde geliştiğini saptamıştır”. Bu değerlendirmeden hareketle, İran’dan kaynaklanan asıl tehdidin özellikle Avrupa ve Ortadoğu’daki ABD müttefiklerini (tabi bunlar arasında İsrail başta geliyor) ve ABD’nin bu bölgede bulunan kuvvet unsurlarını hedef aldığı öngörülüyor.

Lizbon’da NATO tarafından uygulanması kabul edilen füze-savar sistemi, ABD tarafından geliştirilmiş olan bu sistemdir.

Yakın zamanlara kadar, NATO Genel Sekreteri, Rassmussen, NATO’nun füze kalkanı sisteminin İran tarafından fırlatılacak füzelere karşı olduğunu açıkça söylüyordu. Nitekim 10 Ekim 2010’da Brüksel’de, bilahare 17 Eylül 2010’da Roma’da bu hususta açıklamalar yapmış, ancak bu tarihten itibaren AKP Hükümetinin bu konudaki hassasiyetini dikkate alarak İran’ın ismini telaffuz etmekten vazgeçmiş ve 30’dan fazla ülkenin sahip oldukları füzelerin NATO toprakları için tehdit teşkil ettiğini söylemeye başlamıştır...

Ancak, hangi ülkelerin, NATO topraklarını vuracak menzile erişen balistik füzelere sahip olduğu araştırılınca, bunların Rusya, Çin, Pakistan, İsrail, Suudi Arabistan ve Kuzey Kore’den ibaret olduğu görülmektedir. Sistemin Rusya’ya karşı olmadığı açıklandığına, İsrail ve Suudi Arabistan da tehdit olarak algılanmadığına göre geriye Pakistan, Çin, Hindistan, İran ve Kuzey Kore kalmaktadır ki, bunlardan da NATO projesinin radarlarının kapsama alanına sadece İran’ın girdiği dikkate alınırsa, füze savunma sisteminin İran’a karşı oluşturulduğu açık ve seçik belli olmaktadır.

SİSTEM NASIL İŞLİYOR?
Füzesavar kalkan projesi, iki temel unsurdan, yani, füzesavar füzeleri ile erken uyarı ve izleyici radar sistemlerinden oluşuyor. Bunların nasıl konuşlandırılacağı önümüzdeki süreçte belirlenecektir.

Ancak, radarların Romanya ve Türkiye topraklarına yerleştirilmesinin öngörüldüğü anlaşılıyor. Füzesavar sistemleri ise, hem karaya konuşlandırılacak, hem de Doğu Akdeniz ve Ege ’de hareket halinde bulunacak AEGİS sınıfı gemilere monte edilecektir.

Türkiye’nin konumu, İran’dan fırlatılan bir balistik füzenin “ilk fırlatılma aşamasında” (boost phase) sıfır hızdan, saniyede 1200 metre hıza ulaşmasına kadar olan safhada imhası için son derece etkili bir platform oluşturmaktadır. Türkiye’de konuşlanmış radarlar İran’ın attığı balistik füzelerin yörüngesini saptayarak bu bilgiyi AEGİS gemilerindeki bilgisayarlara intikal ettirecek ve gemilerdeki avcı füzeleri anında ateşlenerek İran balistik füzesini uçuşunun ilk aşamasında imha ederek tehdidi daha başlangıçta etkisizleştirilmiş olacaktır. Sistemin görevini yapabilmesi için bu işlemlerin -dakikalar değil- saniyeler içinde yapılması icabetmektedir.

Yani, burada, bazı Türk siyasetçilerin söyledikleri gibi Türkiye’nin “düğmeye basarak sistemi işletmesi” veya “komuta kontrol sistemi üstünde yetki sahibi olabilmesi ” gibi bir durum asla sözkonusu değildir. Zira sistemin görevini yapabilmesi için, hedef ülke üstüne kilitlenmesi ve mekanizmanın otomatiğe bağlanması gerekecektir. İlk evrede füze tahrip edilemediği takdirde, daha yüksek irtifalarda, daha fazla süratle uçan füzenin imhası çok daha zorlaşacaktır. Belirttiğimiz, bu hususlar, her ne kadar ismi tehdit odağı olarak açıklanmasa da, fiiliyatta İran’ın, füzesavar sisteminin hedefi olacağını göstermektedir.

TÜRKİYE FÜZE KALKANINA KATILARAK DOĞRU MU YAPTI?
Evet, AKP iktidarı kerhen de (gönülsüz) olsa projeye katılarak doğru olanı yaptı. Çünkü Türkiye iki nedenle bu proje dışında kalamazdı.

Bunlardan birincisi, İran’ın nükleer bir güç haline gelmesi durumunda , “Büyük Ortadoğu” coğrafyasındaki tüm dengeleri değiştirecek bir stratejik ağırlık kazanacağı ve bu durumun Türkiye üzerinde sarsıcı etkileri olacağıdır.

Zira, böyle bir gelişme halinde, Türkiye sadece bölgedeki siyasi nüfuzunu büyük ölçüde kaybetmekle kalmayacak, aynı zamanda güvenliği, demokrasisi, laiklik sistemi ve dış politika oryantasyonu ciddi bir baskı altında kalacaktır.

İkincisi, ABD ile AB ülkeleri, nükleer güç olma yolunda ilerleyen, kısa ve orta menzilli balistik füzelere sahip bulunan ve uzun menzilli balistik füze üretimi için çalışan İran’ı, dünya barış ve istikrarını tehdit eden ana tehlike kaynağı olarak saptamışlar ve bu ülkenin nükleer bir bölgesel güce dönüşmesini engellemek amacıyla caydırıcı önlemlere başvurma ve siyasi ve askeri yeteneklerini devreye sokma hususunda mutabık kalmışlardır.

Böyle bir ortamda, Türkiye’nin füze kalkanı projesine katılmaması, hem NATO’yla, hem de ABD ile ilişkilerinde ciddi bir kriz yaratırdı. NATO üyeliği, Türkiye’nin Batı dünyasındaki ayağıdır. Hatta, bir ölçüde NATO’ya üye olması Türkiye’nin Batılı/ Avrupalı kimliğini oluşturmaktadır. Öteyandan, Türkiye’nin NATO ile ilişkilerinin zayıflamasının AB ile ilişkileri üzerinde olumsuz etkiler yaratması kaçınılmazdır. Çünkü AB içinde Türkiye’nin elindeki en önemli koz, güvenlik kartıdır. Türkiye bu kozu kaybettiği andan itibaren, ülkemizin AB karşıtları Türkiye ile AB arasındaki hukuki zemini temelden çökertmeye çalışacaklardır.

AKP İKTİDARI DIŞ POLİTİKASININ İFLASI
Hernekadar Türkiye’nin füze kalkanı projesine evet demesi isabetli ve gerçekçi bir karar olmuşsa da, bu karar aynı zamanda AKP iktidarının bugüne kadar izlediği dış politikanın öngörüden yoksun, gerçekçilikten uzak ve ulusal çıkarlara ters düşen nitelikte olduğunu şu nedenler ortaya koymaktadır:

1) Türkiye’nin çabaları sonucu, İran NATO’nun kamuya açık belgelerinde bir tehdit odağı olarak ilan edilmemiş olsa da, füze kalkanı sisteminin radar unsurlarının ülkemizde konuşlandırılması İran tarafından hasmane bir hareket olarak değerlendirecektir. Dahası, İran’ın bu projeyi, kendisine karşı gerçekleştirilmesi tasarlanan bir saldırıya karşı misillemede bulunma imkanlarının elinden alınmasını öngören bir askeri operasyon hazırlığı olarak algılayacaktır. Yani Tahran projeyi, İran’a karşı ABD ve/veya İsrail tarafından planlanan saldırının ön hazırlığı ve Türkiye’yi de saldırganların suç ortağı olarak görecektir. İran’a bir hava saldırısı gerçekleştiği takdirde de Türkiye bu harekȃtın “ön cephe ortağı” haline gelmiş olacaktır.

2) Bu gerçekler ışığında AKP iktidarının “İran’la hiçbir sorunum yok” demesi mümkün müdür? Bu durumda, Sayın Davutoğlu’nun hala komşularla “sıfır sorun” politikasından bahsetmesi ciddiyetsizlikten de öteye gülünç olmayacak mıdır?

3) AKP Hükümeti BM Güvenlik Konseyi’nde İran’a yaptırım uygulanması kararına “hayır” oyu vermişken ve Başbakan Erdoğan “İran’ın nükleer silah yapmayacağına kefil olurum” demişken, Türkiye’nin füze kalkanı projesinde merkezi bir rol üstlenmesi, hem ciddi bir çelişki oluşturuyor, hem de İran’a yönelik politikanın hatalı olduğunu kabul etmek anlamına geliyor. Bu da, AKP iktidarının dış politika atılımlarının ne denli öngörüsüz ve basiretsiz olduğunu çarpıcı biçimde ortaya koyuyor.

4) Füze kalkanı projesi, otomatik olarak İsrail’i de İran balistik füzelerinden koruyacak bir şemsiye oluşturacaktır. Böyle olunca Türkiye, Müslüman ülkelere karşı tutum ve eylemlerini şiddetle eleştirdiği İsrail’in savunmasına katkıda bulunan bir konumda olacaktır. Başbakan Erdoğan bu davranışı önderliğine soyunmak istediği İslam alemine nasıl izah edecektir?

Sonuç olarak, Lizbon zirvesinde AKP iktidarı kerhen de olsa füze kalkanı projesini onaylamak suretiyle doğru olanı yaptı ve Türkiye’nin Batı sistemindeki yerini korudu. Ancak bu yoldaki kararı, bugüne kadar izlediği öngörüden ve gerçekçilikten yoksun, hayalperest dış politikasının da iflas ettiğinin de resmen ilȃnı oldu.

Dr. Şükrü Elekdağ
Emekli Büyükelçi ve CHP Milletvekili

 

 

...
Yayın Tarihi : 22 Kasım 2010 Pazartesi 13:27:41


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
eddfdwf IP: 212.156.88.xxx Tarih : 23.11.2010 10:56:38

dikkat et o fuzeler başınıza gelmesin sayın gül


ahmet IP: 78.173.26.xxx Tarih : 23.11.2010 00:55:23

ırak savaşı 1.5  milyon ıraklı öldü 2 milyon yaralı 20 savaş  milyon maduru amerika afganistan savaşı 950  bine yakın sivil öldü 1.5 milyon yaralı 6 milyon savaş maduru filistin kamplarda hayvan gibi yaşamaya zorlanan bir halk peki afganistan ve ırak savaşı sonunda terörle batının mücadelesinde ne oldu petrol fiyatlı yükseldi bazı ülkelerde maliyetler yükseldi o ülkeler çöktü öyle ki amerika ırak ve afganistanı işgal ederek bedavadan pek çok devlet sahibi  her batan devletin peşinede IMF var yuarın iran vurulursa petrol 4 katını bulur diyorlar o zaman ne olacak batmayan devletlerde batacak bence birleri sistemleri çökertip dünyayı yağma etmeye çalışıyor I dünya savaşında II dünya savaşında yapıldığı gibi